HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

AYM YARGININ SÜSÜS MÜ?

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut Kar, gündeme ilişkin açıklamalarda bulunuyor. - ANAYASA MAHKEMESİ’NE RAĞMEN HİZB-UT TAHRİR’E YARGI ZULMÜ - İSTANBUL BORSASI’NIN %10’UNUN KATAR’A SATIŞI - ERDOĞAN VE ÇAVUŞOĞLU'NUN “ÜMMETÇİ” SÖYLEMLERİ

AYM YARGININ SÜSÜS MÜ?

Türkiye’de siyasetin ana gündem maddesi olan yargıda reform bu hafta bizimde ana gündemimiz. Toplantımıza AYM’ye rağmen Hizb-ut Tahrir’e yönelik devam ettirilen yargı zulmü ile başlamak istiyorum. Bir taraftan CB Erdoğan’ın duyurduğu yargıda reform tartışmaları Dolmabahçe toplantıları ile devam ediyor, diğer taraftan “yargı da reforma değil de sanki bir devrime ihtiyaç var” diyebileceğimiz skandal gelişmeler yaşanıyor. Son 4 gün içerisinde yaşanan iki önemli gelişmeden bahsedeceğim şimdi size.

Bu gelişmelerin ilki 2017 yılında yapmak istediğimiz, ama ilgili mülki amire yapmış olduğumuz başvuruya rağmen engellenen yetmezmiş gibi birde gözaltına alındığımız “Dünya Hilafete Neden Muhtaç?” başlıklı konferans ile ilgili… 8 günlük haksız gözaltı sonrasında emniyete ifade vermiştik ve savcılık bizim ifademize gerek bile duymadan serbest bırakılmamıza karar vermişti. İşte bu konferansta konuşmacı olacak aralarından benimde bulunduğum 4 kişi hakkında soruşturma açıldı. Aradan geçen 3,5 senenin sonunda geçtiğimiz Cuma günü Cumhuriyet Savcısı mahkemeye mütalaasını verdi ve hakkımızda 52,5 yıl ceza talebinde bulundu.

Kıymetli Müslümanlar!

Kamuoyunda herkes tarafından trajikomik olarak karşılanan, bu kadarı da olmaz denilen karara tepkiler sürerken Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi daha vahim bir hukuk garabetine imza attı. Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin 19 Temmuz 2018 tarihli resmi gazetede yayınlanan genel kurul kararını hiçe sayarak, yargıdaki çift başlılığı, keyfiliği ve kifayetsizliği gözler önüne sersi adeta… Buraya dikkat etmenizi istiyorum, aynı mahkeme yani Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali ve yeniden yargılanma kararı verdiği Yılmaz Çelik’i tahliye eden mahkemedir. Tahliye kararında aynen şu ifadelere yer verildi: “yargılamasında hak ihlali yapılmıştır, verilen ceza somut hiçbir gerekçeye dayanmamaktadır, sanığın terör örgütü üyeliği suçunu işlediğine dair delil ve gerekçe ortaya konulmamıştır, sanığın eylemleri fikir özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir, bu saiklerle kaldığı cezaevinden tahliye edilmelidir.” Yani Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi AYM’nin Yılmaz Çelik ile ilgili verdiği ihlal kararını o dönem bizatihi kendisi uygulamaya koydu. Fakat aynı mahkeme AYM’nin hak ihlali gerekçelerine dair herhangi hiçbir izahat yapmadan, dün gerçekleştirdiği karar duruşmasında Yılmaz ÇELİK hakkında 7,5 yıl ceza verdi. Hâlbuki AYM’nin verdiği bu hak ihlali kararından sonra birçok mahkeme bu kararı emsal kabul ederek Hizb-ut Tahrir yargılamalarında birçok kişinin yeniden yargılanmasına ve tahliyesine karar vermişti. Hatta o mahkemelerin birçoğunda yeniden yargılamalar yapıldı ve beraat kararları da verildi. Bu konuda AYM’nin hak ihlali kararına sadece Konya 4. Ağır Ceza ve Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemeleri uymadılar ve 11 Hizb-ut Tahrir mensubunun esaretine sebep oldular. 

Değerli Müslümanlar!

Türkiye’deki yargının içine düştüğü vahim tablo ortada. Sakın yöneticileri bu vahametten habersiz sanmayın. Sakın onları bu zulümlerden beri tutmayın! Ülkede sanki iki farklı hukuk düzeni varmış gibi, hâkimlerin ideolojik görüşleri yasaların önüne geçiyor. Açık ve net olan kanunlar şahıslar ve konjonktüre göre farklı uygulanıyor. Aynı hukuki metinleri okuyan ama birbirine zıt karar veren hâkim ve savcılar, şayet belli yerlerden talimat almıyorlarsa bu büyük çelişki ne ile izah edilebilir?

Buradan Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e kendi söylemlerine binaen sesleniyoruz: Sayın Bakan! Hani yargıçlar birilerinin dediğine bakmayacaktı? Hani yargıçlar konjonktüre göre hareket etmeyecekti? Hani kıyamet kopsa da adalet yerini bulacaktı? Hani yargıçlar sadece dosyaya, vicdana, kanuna ve anayasaya bakacaktı? Öyleyse hukuk garabeti ile dolu bu kararları verenler hakkında ne yapacaksınız? Hukuksuzluk sizin mahallede olunca, sizin çevrenizdekiler ile ilgili bir hukuksuzluk olunca gösterdiğiniz refleks ve tepkiyi, başka mahallede olunca da gösterecek misiniz? Terör suçunun tanımında, cebir ve şiddet ön şart olduğu halde, hiçbir şekli ile cebir ve şiddeti benimsemeyen, tamamen fikri ve siyasi çalışma yapan Hizb-ut Tahrir hakkındaki bu zulmü ne zaman bertaraf edeceksiniz? Yargıdaki bu keyfiliğe ne zaman dur diyeceksiniz? Adaleti ne kadar daha konjonktüre kurban edeceksiniz? Lütfen söyleyin! Hak ihlalleri nedeniyle Türkiye’den AİHM’e yapılan başvuruların sayısını azaltmak için özel olarak seçilen bir tarihte 12 Eylül 2010’da yapılan referandumda kabul edilen AYM’ye Bireysel Başvuru Hakkı böyle mi uygulanacak? Ülkenin en yüksek yargı organının, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara yerel mahkemeler uymayacaksa, Anayasa Mahkemesi niye var? AYM Yargının Süsümü olacak? İnsanların bugün maruz kaldığı hukuksuzluklar, kırk yıl önce yaşanan 12 Eylül dönemindeki hukuksuzluklardan farklı mı? Bugün de hayatlarından şüphe edilen insanlar aylar sonra karakollarda ortaya çıkmıyorlar mı? Gözaltına alınan insanların helikopterden atıldığı iddiaları görmezden gelinmiyor mu? Gözaltılar da yapılan işkenceler resmi raporlara yansımıyor mu? Kamu vicdanı adına yargı dağıtılan mahkemelerin yerini sosyal medya almadı mı? Yapılan anketlerde yargıya ve hukuka güvensizlik %80 olarak çıkmıyor mu söyleyin?

Buradan sizlere sesleniyoruz! Yönetimi altında meydana gelen her zulmün hesabını hesap gününde Allah’ın kendisinden soracağına inanan yöneticilere sesleniyoruz! Adalet mazlumu koruyamıyorsa, o adalet değil zulümdür! Adalet şahıslara göre farklı uygulanıyorsa, o adalet değil iltimastır! Hukuk konjonktüre göre farklılık arz ediyorsa, o hukuk değil garabettir.  Adalet gözyaşlarını dindirmek ve zulmü bertaraf etmek için vardır. Bugün mahkemelerde alınan kararlar neticesinde gözyaşı ve zulüm artıyorsa Allah Azze ve Celle bunun hesabını elbet bir gün soracaktır. Zira Allah ihmal etmez, sadece erteler!

“Sakın Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları gözlerin dehşetle dışa fırlayacağı bir güne erteliyor”   (İbrahim 42)

İSTANBUL BORSASI’NIN %10’UNUN KATAR’A SATIŞI

Geçtiğimiz hafta Katar Emiri Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirdi biliyorsunuz. Karat Emiri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan bir araya geldiler ve iki ülke arasında 10 farklı anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaların içeriğini tek tek ele almayacağız, çünkü bunların bazıları yatırım, bazıları özel teşebbüs, bazıları ise spekülasyondan başka bir şey ifade etmiyor. Bunların arasında en çok tartışılan bir satış anlaşması… Evet, Borsa İstanbul’un %10 hissesinin Katar Yatırım Otoritesi’ne devredilmesini konuşacağız. Konuşacağız konuşmasına da; mesele iktidarın “Ne olacak canım parası ile sattık” muhalefetin “ülkeyi katara satıyorsunuz” kavgasına malzeme olacak kara basit mesele değil… Ortada çok daha vahim bir durum var bunun altını çizmek istiyorum.

Son dönemde Türkiye-Katar ilişkileri oldukça dikkat çekmeye başladı farkındaysanız. Zira Türkiye’nin izlediği yanlış dış politika sonucunda neredeyse Katar dışında çok da fazla ilişki kuracağı ülke kalmadı. Amerika’nın Ortadoğu planı çerçevesinde bölgede eksenler oluşturması, bölgedeki ajanları arasında cepheleşmeyi teşvik etmesi bilinen bir vakıa… Amerika’nın oluşan ya da bizatihi kendisinin çıkardığı krizler için çözüm yolu olarak ikili, yani çift taraflı oynama politikasını herkes biliyor.  Bu sebeple de ABD’nin rol verdiği bölge ülkelerinin dış politikası temelde dengesiz, istikrarsız ve plansız bir şekilde ilerliyor. ABD’nin; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkeleri bir cepheye, Türkiye, Katar ve İran gibi ülkeleri de karşı cepheye yerleştirmesi, Ak Parti iktidarının gündeme getirdiği “sıfır sorun” politikasını yok etti. Bu süreç Türkiye’yi dış politikada ağırlıklı olarak Rusya, İran ve Katar ile işbirliğine yöneltti. Rusya ve İran Türkiye’nin başına beladan başka bir şey de getirmedi. Körfez ülkelerinin Katar’a ambargo uygulaması sonrasında dış dünya ile bağlantısı kopma noktasına gelen Katar’ın imdadına Türkiye koşmuştu biliyorsunuz. Böylece Türkiye-Katar ilişkileri giderek artmaya başlamıştı. Tabi ki bu ilişki Katar’ın büyük bölümünü askeri üssü olarak kullanan Amerika’nın verdiği izinle oldu.

Diğer taraftan ABD Trump döneminde faiz ve ağır borç yükü altında olan Türkiye’yi daha yüksek faizlerle borçlanmaya sürükledi. Türkiye bir şekilde dünyanın bankerleri olan kredi ve finans kaynaklarının kapısına gitmek zorunda kaldı. Oradan da aradığını bulamayınca bu kez yerel finans araçları üzerinde manipülasyon yoluna gitti. Böyle olunca da, günden güne kartopu gibi büyüyen ve bugün karşımızda dev bir finansal kriz olarak duran süreci hızlandırmış oldu. Üstüne üstlük birde bugün küresel kapitalist sistemin krizi baskılamak için bir istismar aracı olarak kullandığı pandemi patlak verdi mi... Pandemi ile birlikte küreselleşen ekonomi darboğaza girdi, başlıca gelir kaynakları olan uluslararası ticaret ve turizm durma noktasına geldi ve ülkenin rezervleri eritildi.

Dolayısıyla dış politikadaki başarısızlıklar, finans krizi ve pandemi koşullarında yanlış yürütülen para politikaları, swap anlaşmaları ve finansman arayışlarının fiyaskoyla sonuçlanması Türkiye’yi iflas noktasına getirdi. Türkiye’de can simidi olarak şu an Katar’a tutunuyor. Fakat ki Katar’ın desteği, Türkiye’nin artık patlama noktasına gelen krizini durdurmaya yetmeyecek, buna dikkat çekmek istiyoruz. Sadece ağrı kesici gibi kısa süreliğine bir rahatlatma olabilir. Ayrıca şunu da bilelim, Katar bu yardımları hayrına da yapmıyor, bilakis onlar da bu anlaşmaları uzun vadede karlı bir yatırım olarak değerlendiriyorlar.

Şimdi gelgelelim borsa meselesine. Her meselede olduğu gibi bu meselede de ülke ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta iktidar ve yanlıları, süregelen krizde böyle bir yatırımcı bulmanın ne kadar önemli olduğundan dem vurup buna karşı çıkanlara Türkiye’ye yatırımın gelmesinden niye rahatsız oluyorsunuz diyorlar. Diğer tarafta muhalefet ve destekçileri Türkiye’nin katar katar satıldığını iddia ederek tepki gösteriyorlar.

Meselenin aslı şudur; İstanbul Borsası’nın ortaklık yapısına bakıldığında şunu görürüz: Geçmişte ABD Teknoloji Torsası NASDAQ ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası EBRD, Borsa İstanbul’dan hisse almışlar. Fakat yaşanan bir anlaşmazlık sonucu Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası 2019 yılında %10 hissesini Türkiye Varlık Fonu’na devrederek ayrılmış. İşte Katar’ın İstanbul Borsası’ndan satın aldığı hisseler bunlar. Burada mesele, hisseleri kimin aldığından ziyade, bu hisselerin hangi şartlarda, kaça satıldığı meselesidir. Kamuya ait varlıkların kamuoyuna açıklama yapılmadan satılması tepkilere neden oldu. Bakınız, bu ülkede kapitalist ekonomik sistem uygulanıyor ki bunun batıl olduğu, hiçbir derde çare olmadığı açıktır. Bu ülkede borsanın da dâhil olduğu kapitalist finans araçları kullanılıyor ki, bunun şişirilmiş koca bir balon olduğu ve patlamak üzere olduğu biliniyor. Çünkü Ponzi sistemlere dayalı saadet zincirlerinin eninde sonunda batmaya mahkûm olduğu aşikârdır. Ekonomi ve yargıda reform söylemlerinin öne çıktığı bu günlerde, ülkede hiçbir şekilde şeffaflık olmadığı, muhasebe mekanizmasının söz konusu olmadığı biliniyor. Devletin yabancı sermaye ve yatırım uğrunda sözde “millilik ve yerlilik” söyleminin havada kaldığına ise hiç şüphe yok. Millilik ve yerlilik söylemleri ile halkın algısını yönetebilirsiniz ama salt bu içi boş söylemler ile ekonomiyi yönetemezsiniz.

HÜKÜMET TÜCCAR MANTIĞIYLA KORONAVİRÜS İLE MÜCADELE EDİYOR

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cumartesi günü Amerika Müslüman Cemiyeti'nin 23. Yıllık Kongresi'ne video konferans yoluyla bağlanarak bir konuşma yaptı. Konuşmasında iman kardeşliğinden, Müslümanların bölünmüşlüğünden, milliyetçilik hastalığından ve Kudüs başta olmak üzere İslam beldelerinin yaşadığı sorunlardan bahsetti. Cumhurbaşkanı Erdoğan "Müslümanlığın ortak paydasında buluşmaktan, birbirimizi Allah için sevmekten başka bir çıkış yolumuz yoktur.” Dedi. Cumhurbaşkanı bunları söyledi söylemesine de kendisi bu sözlerinin neresinde acaba? Zira İslam demek, söz ve amel bütünlüğü demektir. Acaba söyledikleri ile kendisi amel ediyor mu? Bu sözleri söylerken “İslam’a göre küfür olan laiklik esası üzerine kurulu ve İslam’a göre haram olan milliyetçilik temelinde inşa edilmiş bir ülkenin Cumhurbaşkanı olduğunu unutmuş olabilir mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan; laiklik sebebiyle İslam’ın devletten, milliyetçilik sebebiyle Müslümanların birbirinden ayrıldığını, bunlar var olduğu sürece ümmetin birliğinin sağlanamayacağını biliyor mu acaba? Kur’an’dan ayet okuyan ve Sünnet’ten örnekler veren bir kişinin bunları bilmemesi elbette düşünülemez.

O halde ortada büyük bir samimiyetsizlik var demektir Sayın Cumhurbaşkanı. Zira lafa gelince müminler kardeştir, bölünüp parçalanmayalım diyorsunuz, icraata gelince tam tersi bir istikamet izliyorsunuz. Müslümanlarla birlik olmayı istemek yerine geleceğimizi Avrupa birliğinde görmek istediğinizi söylüyorsunuz. Küfrün elebaşı Amerika ile dost ve müttefik olduğunuzu söyleyip sömürge ve zulüm politikalarında ona yardım ediyorsunuz. Dahası İslam ümmetinin fikri ve siyasi birliğini sağlayacak olan Hilafete davet eden Müslümanları kendi iktidarınızda onlarca yıl hapse mahkûm ediyorsunuz.

Sayın Erdoğan! Sizin Müslümanlara olan sevginiz bu mu? Müslümanlara sevginizi onlar üzerinde baskı kurarak, tutuklatarak, hapse attırarak mı gösteriyorsunuz? Sizin, Müslümanlığın ortak paydası dediğiniz şey nedir? Demokrasi mi, laiklik mi, başkanlık mı nedir söyleyin? 13 asır boyunca Müslümanları bir arada tutan şey Hilafet değil miydi? Evet! Ama şimdi siz Hilafete cephe alıyorsunuz, şimdi siz Hilafet konuşulmasın diyorsunuz? Sayın Erdoğan! “harim-i ismetimiz”, namusumuz ve gözbebeğimiz dediğiniz Kudüs davası sizin için ne anlam ifade ediyor? Sadece İslami cemiyetlerde, seçim dönemi meydanlarda edebiyatını yapıp sonra da o çok eleştirdiğiniz BM’ye havale ettiğiniz dava mı Kudüs davası? Sizin Suriye’ye Libya’ya ve diğer İslami beldelere bakışınız ne anlam ifade ediyor? Müslümanlara sadece insani yardım yaparak, kâfirlere ise her türlü siyasi ve askeri yardımı yaparak mı ortak paydada buluşacağız? Bu nasıl olacak?

Eğer gerçekten Allah rızası diye bir derdiniz varsa okuduğunuz ayetlerin gereğini yapın! Eğer gerçekten İslam’ı dert ediniyorsanız O’nu tatbik edin! Eğer gerçekten ümmetin derdiyle dertleniyorsanız Kudüs’ü gasıp Yahudi varlığından temizleyin. Ordularınızı NATO ve Amerika için değil İslam ümmetinin çiğnenen kutsalları için harekete geçirin. Eğer bundan acizseniz İslam düşmanı kâfir devletlerle tüm ilişkilerinizi kesin yeter! Allah’ın dini hâkim olsun, Raşidi Hilafet yeniden kurulsun diye çalışan Müslümanların karşısında durmayın, gölge etmeyin yeter ki!

Kıymetli Müslümanlar!

Son olarak Dış işleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Nijer’de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında yaptığı konuşma hakkında bir değerlendirme yapıp toplantımızı bitirmek istiyorum. Çavuşoğlu burada yaptığı konuşmada İslamofobinin hiç olmadığı kadar yükselişte olduğunu ve normalleşme çabalarının, İsrail'i ve acımasız uygulamalarını cesaretlendirdiğini açıkladı. Aslında Çavuşoğlu CB Erdoğan’ın sözlerinden farklı bir şey söylemedi. Müslümanların yaşadığı sorunlardan bahsetti ancak çözüm için kayda değer hiçbir şey ortaya koymadı. Bol laf, sıfır icraat retoriğini tekrarladı. Tıpkı ümmetin başına musallat edilen laik rejimler gibi İslam İşbirliği teşkilatının da hiçbir işe yaramadığını ispatladı.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.