28.11.2016’da Küba
lideri Fidel Castro’nun ölümü münasebetiyle 1967’de Bolivya‘da Che Guevara’ın
tutuklanması ve öldürülmesinde rol oynayan eski CIA ajanı Felix Rodriguez‘in
Baltkom Radyosuna verdiği demeçlerini haber ajansları 30.11.2016’da
yayınladılar.
Bu ajan şöyle dedi: “Başta
Castro’ya suikast teşebbüsleri vardı, ondan sonra ABD’nin Castro’yu
desteklemeye başladığına inanıyorum. Gerçek olan; Castro Sovyetler Birliği için
ağır bir yük oldu. Çünkü Küba ayakta durabilmek için çok harcamalar yapmaya
mecbur kaldı. Bu nedenle ABD için Castro’dan kurtulmak önemsenmez oldu”. Küba,
direkt ABD’nin desteğiyle “Fulgencio Batista” tarafından yönetiliyordu. ABD’nin
ajanları Küba ordusunda yayılıyordu. 80 kişiyle birlikte Fidel Castro, kardeşi
Raul ve Che Guevara bir vapurla ABD’nin gözleri önünde 2.12.1956’da Küba
kıyısına vararak Batista’nın rejimine karşı devrimi başlattılar. ABD hiçbir
şeyi harekete geçirmedi. Böylece ABD’nin ajanı olan Batista’ya karşı devrimi
başlattılar. ABD bu devrimi dolaylı olarak destekleyerek Küba’ya silah
sevkiyatına ambargo koydu! Bu durum kendi ajanı olan Batista’yı zaafa uğrattı.
Ona sanki destekliyor gibi numara yaparken diğer yandan destek vermekten geri
adım attı. Castro’nun liderliği ile devrimcilerin ilerlemesini sağladı ve sanki
Sovyetler Birliğinden çekiniyor gibi göstererek kendi ajanı olan Batista’yı
bilerek düşmeye terk etti. Ona yardım ettiğini gösterirken onu yardımsız
bıraktı. Bu nedenle Batista, ABD'nin kendi ayağı altından halıyı çekip
kendisinden tamamen vazgeçtiğini görünce 1.1.1959’da Portekiz’e kaçtı.
8.1.1959’da Castro’nun güçleri Küba’nın Başkenti olan Havana’ya girdi ve 8.2.1959’da
Castro, Küba’nın Başbakanı olarak ilan edildi.
ABD, ünlü "domuzlar
körfezi" operasyonu gibi, Castro’yu düşürmek ve suikast düzenlemek için
ciddi olmayan ve yapay hareketlerde bulundu. Bu hareketlerle Castro’nun
liderliğini parlattı ve onun devrimini sanki gerçekmiş gibi göstererek
Sovyetler Birliğini kandırmayı hedef edindi. Böylece Sovyetler Birliği kandı v
e oraya koşarak domuzların pisliğine battı. ABD sinsiliğini göstererek buna
karşı sustu; ta ki Sovyetler Birliği orada nükleer başlıklı füzelerini dikerek
ve buna karşılık ABD'nin savaşla tehditini görünceye kadar ABD’nin tuzağına
düştüğünü fark edemedi. Sovyetler Birliği, ABD ile bir savaşa girmekten çekindi
ve zor duruma düştü. Füzelerini oradan çekerse rezil olacak, dünyada itibarı
düşecek ve komünistler nezdinde güveni sarsılacaktı.
Bu nedenle iki taraf
arasında gizli temaslar başladı. Bunun akabinde ABD Başkanı John Kennedy ile
Sovyetler Birliği lideri Nikita Kruşçev 1961 senesinin Haziran ayının başında
bir toplantı düzenledi. Bu toplantı neticesinde Sovyetler Birliği, özellikle
Amerika’ya karşı komünist ideolojisinden vazgeçti ve kendi ideolojisine göre
barışması hiç mümkün olmayan kapitalizmle komünizmi barıştırdı; iki taraf
arasında uyum ve ittifak siyaseti başladı; “barış içerisinde yaşamak” siyaseti
izledi. Britanya ve Fransa başta olmak üzere dünya çapındaki Avrupa
sömürgeciliğini temizlemek için anlaştılar. Özellikle Britanya ve Fransa en
fazla sömürgeye sahip oldukları ve büyük devlet olduklarından dolayı bu iki
devleti sömürgelerinden çıkarmak, devletlerarası sahasından uzaklaştırmak ve
devletlerarası durumdaki etkilerine son vermek maksadıyla anlaştılar. Böylece
büyük devlet olma itibarlarını düşürmeyi hedef edindiler.
İşte bu şekilde, ABD
Küba meselesiyle Sovyetler Birliği için bir tuzak kurdu ki; sahip olduğu
ideolojisinden vazgeçsin, kapitalist dünyanın lideri sömürgecilerin başı olması
itibarıyla kendisiyle barışsın, Batı dünyasında ve Amerikan nüfuz bölgesindeki
faaliyetini sınırlandırsın.
Şimdi ise ABD oyunu
tekrarlıyor ve Suriye Devrimi için tuzak kuruyor. ABD, bu devrimi destekler
gibi ortaya çıkarken ona silah vermeye ambargo koyuyor, terörist ve aşırılarla
savaşmak bahanesiyle samimi devrimcileri bombalıyor. Suriye’deki durum ise
Küba’dakine terstir. ABD Suriye rejimi arkasında dururken ve onun düşmesini
engellemeye çalışırken devrimcileri kandırmak ve başarısızlığa uğratmak için o
rejime karşı olduğunu göstermeye çalışıyor. Oysa laik rejimin düşmesine ve onun
yerine İslam yönetiminin kurulmasına karşı olduğunu açıkça söylüyor. Yalnız,
laik rejimle görüşmeye hazır olup da bozuk ve cani kurum ve kuruluşlarının
bekasına razı olan ılımlı muhalefeti desteklediğini de söylüyor. Buna rağmen bu
muhalefeti rezil ediyor, onları teslim olmaya ve kendi ajanı olan Beşar Esat’la
görüşmeye zorluyor.
Yine ABD, Suudi
Arabistan ve Türkiye gibi ajan olan devletler vasıtasıyla devrimcileri
aldatmaya çalışıyor. Bu ajan devletler devrimcilerle beraber olduğunu
göstermeye çalışırken rejime karşı hareketlerini frenliyor. Bu nedenle bunları
kendi tesirleri altında bırakmak ve rejimi düşürmeyi önlemek maksadıyla onlara
zehirli paralarını dağıtıyor. Böylece bu zehiri alan ancak o ajan devletlerin
izniyle hareket etmeye başlıyor, yoksa para kendisinden kesiliyor. Bu şekilde o
ajan devletler; zehiri içen devrimcilerin Şam’daki tağutun sarayına girmelerini
engelledikleri gibi zalim rejimin ve müttefiklerinin muhasarası ve kuşatılması
altında kalan kardeşlerine yardım etmelerini engelliyorlar. Oysa onlar tağutun
sarayından bir kaç kilometre uzak mesafede duruyorlar. Halep’e yardım etmeye
yönelik hareketlerini durdurdular. Erdoğan Türkiye'si ABD’nin hesabına sinsi
bir rol oynuyor. ABD Halep’ten devrimcileri çıkarmakla ilgili hedefini
gerçekleştirmek üzere Türkiye’yi Suriye’ye soktu. Türk ordusu da Daeş örgütüne karşı
savaşmaya çağırarak Halep’ten devrimcileri çıkarmaya çalıştı. Nitekim ABD,
ajanı olan BM’in temsilcisi De Mistura vasıtasıyla Halep’ten devrimcilerin
çekilmesine çağırdı. Bu şekilde ABD, Halep’i tekrar rejimin eline geçirmesini
sağladı. ABD Daeş Örgütüne bir tuzak kurdu; örgütün 2014’de Musul’a ve
Ramadi’ye girmesini sağladı. Kendisine bağlı olan Irak ordusunun oralardan
çekilerek o örgütün önünden kaçmasını istedi. İki seneden sonra ABD belli
siyasi hedefleri gerçekleştirmek üzere bu yerleri o örgütün ellerinden çıkarmak
için tekrar Irak ordusunu oraya sevk etti. Zira bu örgüt fikri ve siyasi
uyanıklıktan yoksundur. Bunun gibi, ABD kendi ajanı olan PYD ve YPG’nin Daeş
örgütü karşısında Kobani ve köylerinden çekilmesini istedi. Böylece bu örgüt bu
bölgeye direnişsiz girdi. Ondan sonra kendi ajanları imdat çığlıkları atmaya
başladı. Böylece ABD ilk defa Suriye’ye müdahale imkânı buldu. Bu şekilde
devrimi düşürmek ve samimi devrimcileri vurmak için fırsat kolladı. Bu örgütle,
terörle ve aşırılarla savaşma sloganı ortaya attı. ABD kendi uydusunda yürüyen
İran’a karşı olduğunu göstermeye çalışır. Oysa ona ve Lübnan’daki partisi ve
diğer milislerine dokunmuyor. Kendisine bağlı olan Irak ve Lübnan’daki
rejimlerden kendi topraklarından bunların Suriye’ye geçip Müslümanlara karşı
savaşmasını istedi. ABD, İran ve Lübnan’daki partisi ve diğer milislerinin
sahip oldukları kör taassup ve besledikleri kini istismar ederek kendi ajanı
olan Beşar Esat ve laik sistemine karşı baş kaldıran Suriye’nin Müslüman
halkını ezmek için onları kullanıyor. Bu da İran ve ona tabi olanlar için
ABD’nin kurduğu tuzaktır. Böylece bunlar ABD’nin Suriye ve bölgedeki nüfuzunu
korumak için bir yakıt oluyorlar. Yine 29.9.2015’te Obama Putin’le görüştükten
sonra ABD Rusya’nın rejimi korumak uğrunda Suriye’ye müdahale etmesine direktif
verdi. Ertesi gün hemen Rusya Suriye’nin Müslüman halkına saldırısını başlattı.
İşte ABD kendisine bağlı olan tağut Beşar Esad’ı ve nüfuzunu korumak için
Rusya’nın İslam’a ve Müslümanlara karşı beslediği kin, düşmanlık ve tekrar
süper devlet olma kompleksini istismar ederek Rusya’yı saldırttı. Bu da ABD’nin
Rusya için kurduğu bir tuzak sayılır. Rusya bu şekilde bir kere daha
aptallığını ispatladı. Rusya Suriye’de herhangi bir nüfuza sahip olmadığı halde
orada nüfuz sahibi olan Amerika onu kullanıyor. Rusya Sovyetler Birliği
dönemindeki gibi süper devlet olma kompleksi içindedir, ayrıca Ukrayna ve
bölgedeki egemenliğine ABD’nin dokunmayacağını ve kendisini orada rahat
bırakacağını zannediyor.
İşte siyasi uyanıklık sömürgeci
devletlerin kurdukları tuzakları hemen fark ederek içine düşmemeyi
gerektiriyor. Bu tuzaklara ancak uyanıklığı kaybeden kimse veya yanlış
hesaplara sahip olan kimse düşer. Bu kimse sömürgeci devleti aldatarak,
kendisine zarar dokunmadan bundan pay alacağını zanneder. Oysa doğru yol; o
tuzakları keşfederek teşhir etmek ve insanları içine düşmekten uyarmak; o
sömürgeci devletle yüz yüze gelmek; korkmadan ve çekinmeden onun sinsi
üsluplarını açığa çıkartmak, ona karşı direnmek, daha doğrusu ona karşı saldırı
üslubu kullanmak; onu düşürmek için onun aleyhine kamuoyu oluşturmak; güçleri
ve imkanları toplayıp pekiştirmek ve elinden yuları çekip dünyaya liderlik
etmeye çalışmaktır.
Bu durum şunu
gerektirir; İnsanlara liderliğimizi kabul ettirmek, doğru olduğumuza
inandırmak, 60 seneden fazla hep doğru siyasi analiz yaptığımızı ve doğru
siyasi görüş ortaya koyduğumuzu hatırlatmak, onların liderliğini alabilmek için
kendimizi onlara güvendirmektir. Kendilerine hep nasihat veren ve samimiyet
gösterenin bizler olduğumuzu pratik şekilde göstermektir. Dinimize ihlâs sahibi
olduğumuzu ve Resulullah ﷺ’in doğru yolunda
gittiğimizi ispatlamaktır. Nitekim Allah ve Resulü ﷺ işleri ehline teslim etmeyi, Kitap’a ve Sünnete bağlı
olan, samimi, ihlaslı, takvalı ve siyaseten uyanık olan liderleri insanların
aramalarını emretti. Nitekim Resulullah ﷺ şöyle
buyurdu: “Mümin akıllı, fetanet sahibi, tedbirli ve uyanıktır”. (Şehab) Şöyle
de buyurdu: “Mümin aynı delikten iki defa ısırılmaz” (Müslim) Oysa müminler
sömürgeci devletler tarafından bir çok defa ısırıldı. Bu ise fikri ve siyasi
uyanıklılığın zaaflığından kaynaklıyor. Allah Subhanehu ve Teala onlarca
ayetlerde kafirlerin gaddarlığını, müminlere tuzak kurmaya çalıştıklarını,
kendilerine galip ve egemen olmayı hedeflediklerini ve kafirlerin çok hilekar
oldukları konusunda müminleri uyardı. Şöyle buyurdu: وَإِن كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ“Halbuki onların
(kafirlerin) hileleriyle neredeyse dağlar zail olacaktı”. (İbrahim 46) Ve
şöyle buyurdu:وَلْيَأْخُذُوا حِذْرَهُمْ
وَأَسْلِحَتَهُمْ ۗ وَدَّ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْ تَغْفُلُونَ عَنْ
أَسْلِحَتِكُمْ وَأَمْتِعَتِكُمْ فَيَمِيلُونَ عَلَيْكُمْ مَيْلَةً وَاحِدَةً ۚ
وَلَا جُنَاحَ عَلَيْكُمْ إِنْ كَانَ بِكُمْ أَذًى مِنْ مَطَرٍ أَوْ كُنْتُمْ
مَرْضَىٰ أَنْ تَضَعُوا أَسْلِحَتَكُمْ ۖ وَخُذُوا حِذْرَكُمْ ۗ إِنَّ اللَّهَ
أَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُهِينًا“(Müminler) tedbirli
olup silahlarını yanlarına alsınlar. Kafirler silah ve eşyalarınıza dikkat
etmeyerek bırakmanızı, gafil bulunmanızı ve size ansızın baskın yapmayı arzu
ederler, yine de tedbirli olun. Allah kafirlere aşağılayıcı bir azap
hazırlamıştır” (Nisâ 102)
Allah Subhanehu ve
Teala, Müminlerin kafirlere uymamaları, yollarında yürümemeleri, planlarına
göre hareket etmemeleri, tuzaklarına düşmemeleri, onları dost edinmemeleri ve
onlara güvenmemeleri hususunda uyardı. Onlar asla Müminlerden razı olmazlar.
Onların, Müminleri dinlerinden döndürünceye ve hüsrana uğratıncaya kadar
çalışacaklarını hatırlattı. Şöyle buyurdu:يا
أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِنْ تُطِيعُوا الَّذِينَ كَفَرُوا يَرُدُّوكُمْ
عَلَى أَعْقَابِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرِينَ، بَلِ اللَّهُ مَوْلاكُمْ وَهُوَ
خَيْرُ النَّاصِرِينَ“Ey iman edenler! Kafirlere itaat
ederseniz, uyarsanız sizi gerisin geri döndürürler de hüsrana uğrayanlardan olursunuz.
Halbuki sizin dostunuz ve yardımcınız Allah’tır. Yardımcıların en hayırlısı da
Kendisidir”. (Âli İmran 149-150)
Allah Subhanehu ve
Teala, Müminleri münafıklar noktasında uyardı. Onların adıyla bir sure tahsis
ettiği gibi, birçok surede de onların yaptıklarından bahsetti. Ajanların
zümresi bunların cinsindendir. Kendilerini Müslüman olarak gösterirler, fakat
kâfirleri ve onların sömürgeci devletlerini dost edinirler. Kâfirlere ait batıl
ve fasit laiklik, demokrasi, genel hürriyetler, insan ve kadın hakları,
insanları fakirliğe götüren ve memleketlerin servetlerini sömürgeci devletlerin
şirketlerine teslim eden ekonomik sistemlerini ve çözümleri uygularlar ve
bunlar için propaganda yaparlar.يَا قَوْمَنَا
أَجِيبُوا دَاعِيَ اللَّهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُم مِّن ذُنُوبِكُمْ
وَيُجِرْكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ، وَمَن لَّا يُجِبْ دَاعِيَ اللَّهِ فَلَيْسَ
بِمُعْجِزٍ فِي الْأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِن دُونِهِ أَوْلِيَاءُ ۚ أُولَٰئِكَ فِي
ضَلَالٍ مُّبِينٍ“Ey kavmimiz! Allaha davet edenlere icabet edin, ona iman edin
ki günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun. Kim Allah'a davet
edenlere icabet etmezse yeryüzünde kaçıp sığınacağı bir yer yoktur. Onun
Allah'tan başka bir dostu ve yardımcısı yoktur. İcabet etmeyenler apaçık bir
sapıklık içindedirler”. (Ahkâf 31-32)
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi Adına
Esad Mansur