Siyasi Analiz
İranlı Nükleer Bilimci
Muhsin Fahrizade Suikastı
6 Aralık 2020’de
France 24’ün
bildirdiğine göre Devrim Muhafızları Komutan Yardımcısı Tuğgeneral Ali Fadavi
basına yaptığı açıklamada, “Nükleer
bilim insanı Muhsin Fahrizade’ye, uydudan kontrol edilen ve yapay zekâya sahip
bir silah ile 13 el ateş edildiğini” söyledi. Öncesinde 2 Aralık 2020’de İran Şura
Meclisi’ndeki (Parlamento) yasama çalışmalarını denetleyen Anayasayı Koruma
Konseyi, uranyum zenginleştirme oranının yüzde 20’ye çıkartılmasını öngören ve nükleer
bilim adamı Muhsin Fahrizade suikastı ışığında son günlerde kabul edilen yasa
tasarısını onayladı. Yasa, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani hükümeti ile dokuz
maddelik yasayı kabul eden İran Meclisi arasında tartışmaya yol açtı! Ruhani,
yasaya karşı çıktı ve “zararlı”
gördüklerini belirtti. Peki, nasıl anlaşmazlık yaşanabilir? Oysa İran’daki en popüler Müslüman nükleer
bilimciler suikastının arkasındakilere misilleme yapmak için aynı fikirde olmak
gerekmez mi? Özellikle de İran, suikastın arkasında Yahudi devletinin olduğunu
açıklamışken. Yoksa bu anlaşmazlık, tıpkı İran rejiminin Kasım Süleymani
sayfasını kapattığı gibi nükleer bilimcinin sayfasını kapatmak için mi?
Konunun
açıklığa kavuşması için aşağıdaki hususlara bir göz atacağız:
Birincisi: 27 Kasım 2020’de Savunma Bakanlığı yetkilisi ve
İranlı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade, yeri ve uygulanış biçimiyle İran
rejimine birden çok meydan okuma barındıran bir operasyonla suikasta uğradı.
Bu, Ocak 2020’de Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani suikastından daha az
önemli olmayan yüksek profilli bir suikasttır. Raporlara göre Fahrizade,
diplomatlar arasında “İran bombasının babası” olarak tanımlanıyordu.” [27.11.2020 BBC] Fahrizade, İran’ın nükleer ve füze
programlarının merkezinde yer alan önemli bir figürdü. Öte yandan suikast,
Kasım Süleymani suikastında olduğu gibi Irak’ta değil, İran’da daha doğrusu başkent
Tahran yakınlarında gerçekleşti. Ayrıca patlayıcı yüklü bir kamyonet ve makineli
silahlarla gerçekleşen suikastın şekli tüm standartlara göre İran’a büyük bir
meydan okumadır. İranlı bilimciler suikastı, ardı arkası kesilmeyen bir
silsiledir. İran, her zaman Yahudi varlığını suçladı. Uygun zaman ve yerde
misilleme yapma tehdidinde bulundu. Her zamanki gibi hiçbir misillemede
bulunmadı. Ancak bugün uluslararası konjonktür, özellikle ABD seçimlerinden
kaynaklanan koşullar ve peşi sıra yaşanan gerginlik ve ABD iç bölünmesindeki
artış, bu operasyona gölge düşürmektedir.
İkincisi:
İran’ın hemen Yahudi
varlığını suçladığı bu suikast operasyonu, Yahudi varlığının, İran’ın stratejik
nükleer ve füze yeteneklerini zayıflatma çabası olarak değerlendirilebilir.
Yahudi varlığı, olası misillemelerden kaçınmak için her zamanki gibi kendini gizleyebilir
ve inkâr edebilirdi, ancak bu sefer böyle yapmadı. Bu operasyonun uygulayıcısı
olduğuna dair net ifadelerle imada bulundu. Bu durum, Trump yönetiminden büyük
bir yeşil ışık olmadan gerçekleşemez. Daha doğrusu Trump yönetimi, Yahudi
varlığının gerçekleştirdiği bu suikast operasyonundan en azından memnundu!
Bunun kanıtı şudur:
1-
ABD Başkanı Donald Trump, Twitter hesabından suikast ile ilgili haberleri
paylaştı. “Trump,
Twitter’de Fahrizade suikastıyla ilgili New York Times gazetesinin bir haberini
paylaştı. Trump ayrıca İsrailli gazeteci Yossi Melman’ın “İran’ın gizli nükleer programının
başındaki isimdi ve Mossad tarafından yıllardır aranıyordu. Onun ölümü,
psikolojik ve mesleki açıdan İran için büyük bir darbedir.” şeklindeki tweetlerini de paylaştı.” [27.11.2020 Russia Today] Misillemede bulunması için sanki
İran’a meydan okuyor!
2-
28 Kasım 2020’de El Cezire
sitesi, Yahudi varlığı Başbakanı Netanyahu’nun ülkesinin alışılmadık bir
şekilde suikast operasyonundan sorumlu olduğunu ima ettiğini aktardı. “’İsrail’ Başbakanı Benjamin Netanyahu,
bir video yayınladı. Videoda geçen hafta gerçekleştirdiği başarılarını alışılmadık
şekilde sergiledi. Netanyahu’nun videoya, hepsini değil bazı başarılarını
sergileyeceğini, çünkü hepsini sergilemenin imkânsız olduğunu söyleyerek başlaması
dikkat çekici.” Yani Yahudi
varlığı suikastı gizlemedi ve inkâr etmedi, aksine sorumluluğunu kabul eder
gibi imada bulundu. Ayrıca dünyanın dört bir yanındaki elçiliklerde en yüksek düzeyde
alarm durumu ilan etti.
3-
ABD’nin 27 Kasım
2020’de yani suikast günü, uçak gemisi USS Nimitz’e, beraberindeki savaş
gemileri ile birlikte Körfez bölgesine dönme emri verdiğini açıklaması bir
tehdit ve gözdağıdır. ABD suikasttan hemen önce B-52H Stratofortress stratejik
bombardıman uçaklarını Körfez bölgesine yolladı. Suikasttan sonra Trump, yıkıcı
bir misilleme konusunda uyardı. Washington Post gazetesi, Başkan Donald
Trump’ın Irak’ta herhangi bir Amerikalının öldürülmesi durumunda derhal ve ezici
bir misilleme tehdidinde bulunduğunu ABD’li yetkililerden aktardı. Washington
Post’un servis ettiği bu tehdit, Cuma günü Tahran yakınlarında İranlı nükleer
bilimci Muhsin Fahrizade suikast ile çakışıyor. [28.11.2020 El Hurra]
Üçüncüsü: Bütün bunlar, Trump yönetimi ve
beraberinde Yahudi varlığının İran’ın ABD’de
iktidarın el değiştirme sürecinde etkili bir misillemede bulunmayacağının
farkında oldukları anlamına geliyor. Özellikle İran, “seçilmiş” ABD Başkanı Biden’ın yenilik
getireceğini umuyor! Oysa Trump ve Biden’ın sadece araç ve yöntemlerde
farklılık arz ettikleri biliniyor, her ikisine göre de Amerikan çıkarı, ajan ve
yörüngesinde dönen yandaşların üstündedir. Bunu irdeleyenler açıkça görürler.
Böylece İran, misilleme çevresinde dönüyor, dolaşıyor. Kamuoyunun zihnini
kitlelerin talep ettiği askeri misillemeden başka konulara yönlendirmek için
diğer konulara odaklanıyor:
1-
İran yaptığı açıklamada, nükleer ve füze programındaki en önemli bilim insanı
ve yetkiliye karşı düzenlenen suikastı, tasarlayanın kim olduğunu (Yahudi
varlığı) bilmesine rağmen bunu İran’ı “kaosa” sürükleme tuzağı olarak değerlendirdi.
Cumhurbaşkanı Ruhani yaptığı açıklamada, suikastı planlayıcı ve arkasındaki
Trump yönetiminin, “kaos
çıkarmayı hedeflediğini, ancak tuzaklarına düşmeyeceklerini ve sinsi
hedeflerine asla ulaşamayacaklarını...” söyledi. İran,
saldırganı biliyor. Bundan önce de aynı saldırgan, bilim adamlarına, Suriye ve
Irak’taki askerlerine saldırılar gerçekleştirdi. Şimdi de misilleme
yapmayacağını ve tuzağa düşmeyeceğini açıkladı. Biden’ın Amerikan Başkanlığı
görevine gelmesi için günleri sayıyor! “Büyük Şeytan” düşmanlığı ile
böbürlenen, “İsrail ve
Amerika’ya ölüm”
mottosunu dillendiren
İran işte budur. Trump yönetimi, İran’ın
bu Amerikan düşmanlığı hilekârlığını açıkça afişe etti. Trump yönetimi,
2020’nin başlarında Irak’ta İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım
Süleymani’ye ulu orta yerde büyük bir suikast düzenledi. Sonra El Kazimi’yi
Irak başbakanı yaptı. İran’ın bu konudaki isteksizliğini hiçe saydı. Suriye ve
Suriye dışında İran’ın Amerika’ya verdiği tüm hizmetleri görmezden geldi.
2-
İran’ın, zihinleri etkili bir askeri misillemeden uzaklaştırmak için üzerine
odaklandığı başka bir konu da zenginleştirme oranını yüzde 20’ye çıkarma
konusudur, tıpkı uranyum zenginleştirme oranını yüzde 3,67’ye düşürme
yükümlülüğü getiren nükleer anlaşmadan önce olduğu gibi. Bu artış mutlaka
olmalıdır, ancak insanların bakışlarını uygun askeri misillemeden uzaklaştırmak
için hükümet ile diğer konseyler arasında anlaşmazlık noktası haline
gelmemelidir. Çünkü Şura Konseyi bu artışı iyi olarak değerlendirirken,
hükümet, zararlı ve kötü olarak değerlendirdi! “İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani,
Çarşamba günü kabine toplantısındaki konuşmasında, ABD yaptırımlarıyla
yüzleşmek ve ünlü İranlı bilim adamı Muhsin Fahrizade suikastına misilleme
yapmak için muhafazakârların kontrolündeki İran Meclisi’nde Salı günü kabul edilen yasa
tasarısını veto ettiğini açıkladı. İran televizyonuna göre Ruhani,
parlamentonun kararını “zararlı” gördüklerini
söyledi. “Muhafazakâr” İran Meclisi’nde
kabul edilen kararların en önemlisi, uranyum zenginleştirme çalışmalarının
kapasitesini yüzde 20 oranında arttırmayı ve Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın Ek Protokolü’nü geçersiz kılmayı öngörüyor. Nükleer
anlaşma imzalanmadan önce İran’ın, yüzde 20 zenginleştirilmiş uranyum ürettiği biliniyordu.
Ancak anlaşma gereğince uranyum seviyesini yüzde 3,67’ye düşürme taahhüdünde bulundu...” [02.12
2020 el Arab el Cedid] Yine “Şura Konseyi’nin (İran Meclisi) çalışmalarını denetleyen Anayasayı
Koruma Konseyi, nükleer bilim insanı Muhsin Fahrizade suikastı ışığında son
günlerde kabul edilen uranyum zenginleştirme kapasitesinin artırılması yasa
tasarısını onayladı. Yasa, İran iktidar seçkinleri arasında tartışmaya yol
açtı. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani hükümeti, yasaya karşı çıktığını ifade etti...”
[02.12.2020 Russia Today]
Dördüncüsü: Tüm bunların, Trump yönetiminin
İran’la olan bağlarını kestiği anlamına gelmediği not edilmelidir. Aksine
İran’ı aşağılaması ve küçümsemesi daha da fazlalaştı. Amerika, İran’ın ayakta,
oturarak ve yatarak uşaklık etmesini, yani Amerikan çıkarları ve değişseler de ABD
yönetimlerinin isteklerine göre tamamen deveran olmasını istiyor. Kasım
Süleymani daha önce suikasta uğramış, İran, misilleme tehdidinde bulunmuştu.
Sonra sonuç olarak Irak’taki
Amerikan Ayn El Esed üssüne “hesaplı” ve
sanki “anlaşmalı” bir füze saldırısı gerçekleştirdi.
Akabinde tehdit sona erdi! İran’ın dış uzantıları, misilleme yeteneğine sahip
olmasına rağmen İran buna pek yanaşmıyor. 24 Kasım 2020’de El Kuds El Arabi
gazetesinin, İngiliz “Middle East Eye” sitesinden
aktardığına göre, İran, Irak’taki ABD çıkarlarının hedef alınmaması için
Irak’taki milislerine baskı yaptı. Gazete, “Kudüs Gücü Komutanı General İsmail Kani’nin,
ABD’nin Bağdat
Büyükelçiliği binasının bulunduğu Yeşil Bölge’ye geçen hafta düzenlenen roketli
saldırıdan 24 saat sonra Irak’a
bir ziyaret gerçekleştirdiğini, Iraklı grupların liderlerine ABD mevkilerine
saldırmama emri verdiğini söyledi.”
Beşincisi:
Yahudi devletinin saldırganlığını, Amerika’nın onayını ve beraberinde ortamın
gerilmesini inceleyen biri, durumun aşağıdaki gibi olduğunu görür:
1-
Başkan Trump’ın Yahudi
varlığı ile yakınlaşma eylemlerinden sonra, ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımak,
Yahudi varlığının işgali altındaki Suriye toprağı olan Golan Tepeleri’nin ilhakını tanımak, yüzyılın
anlaşmasına start vermek ve içeriğiyle Yahudi varlığını tatmin etmek gibi,
Trump yönetimi, İran’ın
nükleer programının Yahudi varlığına tehdit oluşturduğu, yok edilmesi ya da
sınırlandırılması gerektiği kanaatine vardı. Bu yüzden önceki yönetimlerden
daha hızlı hareket etti. Cumhuriyetçi Parti tabanının bir parçasını oluşturan
Beyaz Amerikalı “Muhafazakâr
Evanjelik” geniş halk
tabanının, ABD’nin, Yahudi varlığının
maksimum düzeyde güvenliğini sağlama politikasını desteklediği kayda değerdir.
Hatta bunu siyaset üstü “dini” bir düşünce olarak görüyorlar.
2-
ABD’deki toplumsal
bölünmüşlüğün artmasından ve ciddi boyutlara ulaşmasından sonra Trump yönetimi,
İran ile ortamın gerilmesiyle Ortadoğu’da
Seçilmiş Demokrat Başkan Biden önündeki engelleri artırmak İstiyor. Yine Amerikan
politikasında etkisini arttıran ABD silah şirketleri ile petrol ve enerji
şirketlerinin sahip olduğu stratejik bakış açısından dolayı Biden’ı ABD’de
başkanlık görevini devraldığında petrol bölgeleri çevresindeki çatışmalara
güçlü bir şekilde angaje etmeye zorlamak istiyor.
3- Henüz kesinleşmemiş olsa da ABD
seçimleri sonucunda Trump’ın
seçim kampanyasının arkasında duran ABD silah şirketleri ile petrol ve enerji
şirketleri:
-
Öyle görünüyor ki Amerika’da içsel olarak kaybeden konumdalar. Zira ABD’yi ağır kayba uğratan Paris İklim
Anlaşması’na geri dönülmesi
bekleniyor. Bu, 2021’in sonuna kadar uzaması beklenen Korona döneminde özellikle
petrol fiyatları açısından bu şirketleri etkileyebilir. Buna, seçilmiş Başkan
Biden’ın bir şekilde İran nükleer anlaşmasına geri dönme olasılığı ve bu
şirketlerin bundan etkilenmesi de eklenebilir.
-
Tüm bu endişeler ışığında bu şirketler, özellikle de ABD eyaletlerindeki
mahkemelerin Trump’ın seçimlere hile karıştığı iddialarını reddetmesi nedeniyle
Trump yönetiminin kalan süresinden yararlanmak arzusundalar. Trump’ın seçim sonuçlarını geçersiz kılma
şansı sanki azalmış gibi görünüyor. Dolayısıyla bu şirketler, Körfez’deki
durumu gerginleştirmek için Trump yönetimini iteliyorlar.
Altıncısı: Körfez’deki gerginlik konumu,
misilleme pusulasını Yahudi varlığı yönünden Suudi Arabistan ve BAE gibi başka
yöne de çevirebilir. Bunun için gerekçeler kolay olabilir. Çünkü bu ülkeler,
açık veya gizli Yahudi varlığı ile normalleşiyorlar. İran, suikasta misilleme
olarak Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn gibi “ikiyüzlülerden” söz ediyor. Yahudi
varlığı, netliğe yakın ifadelerle sorumluluğunu ima etse bile İran, Tahran yakınlarındaki
saldırıyı gerçekleştirenlerin Suudiler olduğunu kolayca ileri sürebilir. Ve
Suudi istihbaratının, İran’daki bu “Yahudi operasyonunu” Suudi fonuyla koordine ettiğini
söyleyebilir. Kaldı ki Yahudi varlığı başbakanı, 23 Kasım 2020’de Suudi Arabistan’a gizlice bir ziyaret gerçekleştirdi,
Muhammed b. Selman ve ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ile görüştü. Tüm bunlar,
Suudi Arabistan’ı suikast operasyonu ile ilişkilendirmeyi kolaylaştırıyor,
yeğliyor. Bu misilleme BAE’ye doğru da yönelebilir. El Cezire sitesinin, 1
Aralık 2020’de İngiliz
“Middle East Eye” sitesinden
aktardığına göre, İran “Fahrizade suikastına misilleme olarak BAE’ye doğrudan
askeri operasyon düzenleme tehdidinde bulundu. İngiliz site, -isimsiz BAE’li bir kaynağa atıfta bulunarak-
Tahran’ın, Abu Dabi
Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed ile doğrudan temasa geçtiğini, Fahrizade suikastına
misilleme olarak ülkesine bir saldırı gerçekleştireceğini söyledi.” İran ayrıca Husilere sağladığı daha
kaliteli füzeler ve insansız hava araçları ile Suudi petrol hedeflerine
misillemede bulunabilir. Bu zaten gerçekleşiyor. Artış, çok fazla sorumluluğa
mal olmaz. İran, eğer bu yöne eğilirse, etrafında dolaşılmasını değil,
suikastın gerçek failine misillemede bulunulmasını isteyen halkını aldatmış
olacaktır!
Yedincisi: Böylece Müslüman bilginler, özellikle
İran’daki nükleer bilimciler birbiri ardına öldürülüyor. Bu, tekrarlandığı
halde hiçbir icraatta bulunulmuyor! Eylemsizlik, mübarek toprak Filistin işgali
üzerine kurulu hilkat garibesi devleti yüreklendirdi, yüreklendiriyor. İranlı
Müslüman bilginlere yönelik suikastı tekrarlaması için cesaretlendiriyor! Ne
acı vericidir ki, Müslüman ülkelerdeki yöneticiler, zilleti izzetle satın
alıyorlar. Sömürgeci kâfirlerin ajanları oluyorlar ya da yörüngelerinde
dönüyorlar. Saldırıya uğruyorlar, sesleri çıkmıyor, kutsalları ihlal ediliyor,
itiraz etmiyorlar. İşte Hilafetin yıkılışından sonra durum budur. Müslümanlar,
Ruveybida yöneticiler belasına duçar kaldılar, dokunanın dokunuşuna yanıt
vermediler! Müslümanlar yalnızca Hilafetin geri dönüşüyle izzete
kavuşacaklardır. Halife, Romalının aşağıladığı bir kadının yardımına koşmak
için ordulara önderlik edecek, Romalıyı öldürüp memleketini fethedecektir.
Böylece Müslümanlar izzetlerini yeniden elde edeceklerdir. Dünya ve lezzetlerini
küçümseyen, Aziz ve Kaviyy Allah katındakilere özlem duyan erkekler, bu
yöneticileri ortadan kaldıracak, sadece izleri ve anılarını bırakacaklardır.
Sonra bu ceberut saltanat son bulacak ve bu erkekler, ümmeti mümin kullarının
yardımcısı olan Allah’ın
inayetiyle izzet, şan ve haysiyet devleti İkinci Hilafet Devletine götüreceklerdir.
Bu devlet, Yahudi varlığını ortadan kaldıracak, Amerika ve diğer sömürgeci
kâfirlerin Müslüman bölgeden ellerini çektirecek, din gününe kadar oraları
haram kılacaktır. Sonra camilerin minarelerinden defalarca Allah Subhânehu ve Teâlâ’nın şu sözleri yankılanacaktır:
وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ
الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً “Yine de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp
gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.” [İsra 81]
وَيَقُولُونَ
مَتَى هُوَ قُلْ عَسَى أَنْ يَكُونَ قَرِيباً “Ne
zamanmış o?” diyecekler.
De ki: “Yakın
olsa gerek!” [İsra
51]
H.22 Rabiu’s Sânî 1442
M.07 Aralık 2020