HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

İzmir Depremi ve Yaşadıklarımız

Hizb-ut Tahrir Türkiye medya bürosu başkanı Mahmut Kar, Türkiye ve dünya gündemine ilişkin açıklamalarda bulundu.

Haftalık Değerlendirme Toplantısı

İZMİR DEPREMİ VE YAŞADIKLARIMIZ

Bu hafta hepimizi üzen, acısı daha hala taptaze bir gündem ile başlıyoruz toplantımıza. Geçen hafta cuma günü İzmir’de yaşadığımız depremin acısını hala yaşıyoruz çünkü hala daha enkaz altında insanlarımız var. En son yapılan resmî açıklamaya göre şu ana kadar 102 kişi yaşamını yitirdi, 994 kişi yaralandı, Yaralılardan 847’si taburcu edildi, 147 kişinin tedavisi hala devam ediyor.

Öncelikle depremde hayatını kaybeden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, yaralı olanlara acil şifalar diliyoruz. Ailelerini, sevdiklerini ve yakınlarını kaybedenlere Rabbimizden sabır niyaz ediyoruz. Başta İzmir olmak üzere tüm Türkiye’ye geçmiş olsun diyoruz. Rabbimiz depremi yaşayan, evleri yıkılan, şu an yurtsuz ve yuvasız kalan kardeşlerimizin yardımcısı olsun inşallah… Allah Subhanehu ve Teala bu tür afet ve musibetlerden bizi korusun, bu tür ağır imtihanlardan sabır ve metanet ile çıkan kullarından eylesin hepimizi…

Ayrıca bu tür afet ve felaketlerde onları hatırlamadan, anmadan olmaz, onların ismi, onların varlığı unutulmaz! Deprem sonrası Türkiye’nin birçok şehrinden İzmir’e koşan, AFAD, İtfaiye ekipleri, Jandarma Arama Kurtarma, İHH Arama Kurtarma Ekipleri ve daha ismini sayamadığım kurum ve kuruluşlar; gece gündüz canla başla mücadele ederek enkaz altından bir ses, bir inilti daha duymak için uykusuz kaldılar, yoruldular, ama umutsuz hiç kalmadılar. Hepsine canı gönülden teşekkür ediyoruz, Allah sizlerden razı olsun. Gerçekten büyük özveri ve fedakarlıklarla çalıştılar, kadın-erkek, çoluk çocuk, yaşlı-genç canlı olan, kalbi hala atan her cana nefes oldular.  Birçok kişinin hayata tutunmasına vesile oldular. Özellikle depremden 65 saat sonra enkaz altından sağ çıkarılan 3 yaşındaki küçük Elif’in kendisine uzanan elin baş parmağını sıkıca tutması hepimizi çok duygulandırdı. Sonra bu sabah depremden tam 91 saat sonra enkazdan kurtarılan Ayla’nın gülümsemesi tüm Türkiye’yi sevince boğdu. Bir kez daha anladık ki Allah’tan umut kesilmez, her şey onun elinde, onun takdir ettiği süre bitmeden hiçbir şey bitmiş sayılmaz. Onun için Ayla’nın kurtarılmasına sevinen arama kurtarma gönüllüleri gibi bizde Allahu Ekber diye haykırıyoruz, Allah büyüktür diyoruz. Acıyı veren de o, sevince boğan da o, yaşatanda o öldürende O… Biz sadece bu hayatta ona kulluk için varız, Allah’a kulluk insanı yaşatmayı gerektiriyor.

Kıymetli Müslümanlar!

Evet, depremler Rabbimizin kudretinde olan doğal afetlerdir. Allah’ın kudretinin önüne geçecek, deprem afetini durduracak hiçbir güç ve kuvvet yok bunu bilmeliyiz, biliyoruz elhamdülillah. Tabi ki bununla beraber deprem gibi afetlerle ilgili gerekli tedbirleri almamız gerektiğini de unutmamalıyız. Dolayısıyla aslında bu yönüyle İzmir depremi bize iki şeyi gösterdi: Birincisi İnsanı yaşatmanın önemi ve kıymeti… Allah’ın kudretinden ümidini kesmeden bir canı daha kurtarmak için göçükleri tırnakları ile kazıp tükenmiş umutlara hayat olan kurtarma ekipleri bize bunu gösterdiler. İkincisi ise sırf daha çok kazanmak için insanların hayatını hiçe sayanların insafsızlığı ve açgözlülüğüdür. Bunu da gördük. Hayat bir imtihan ve biz aciz kullarız, Rabbimizin “ol” dediği şey karşısında tüm güçler aciz kalıyor ve biz buna şahit oluyoruz. Bu sebeple deprem gibi afet ve felaketler Rabbimize yönelmemiz için bize ibret vesilesi olmalı. Rabbim bizleri her türlü doğal afetlerden, bulaşıcı hastalıklardan muhafaza etsin. Koronavirüs salgınının yaygın olduğu bu günlerde hem hastalıklardan hem de başımıza gelen bu tür deprem ve afetlerden kendimiz için ders çıkaralım. Bu imtihanlardan kazançlı çıkmak için kendimizi muhasebe etmeyi ve birimize nasihatçi olmayı asla ihmal etmeyelim. Zira dünya hayatı geçici ve biz bu hayatta Allah’a kulluk için varız, ölüm herkes için çok yakın ve unutmayalım ki ebedi kalacağımız asıl yurt ahiret yurdudur. Rabbimiz ahiret yurdu cennet olanlardan eylesin.

Son olarak depremde mağdur olan insanların mağduriyetlerini giderilmesini ve tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını yöneticilerden talep ediyoruz. Zira yöneticilerin görevi halkın mutlu, huzurlu ve güven içerisinde yaşamasını sağlamaktır. Bugüne kadar kim geldiyse hep rant ve çıkar odaklı bir siyaset izlediler. Yaşadığımız onca depremden ibret almadılar. Kentsel dönüşüm diye başlatılan projeler deprem hasar riskini azaltmadı. Çünkü zemini sağlam bölgeler yerine emlak değeri ve rantı yüksek olan bölgelere yoğunlaştılar. Deprem için hazırlık yapmak, eğitim vermek, korunma alanları oluşturmak, binaları depreme dayanıklı olacak şekilde inşa etmek yerine seçim kazanmak için imar affı çıkardılar. Nasıl yapıldığı belli olmayan yüzbinlerce hatta milyonlarca yapıya ruhsat verdiler. Adına da imar barışı dediler. Şimdi utanmadan birde kalkmış fazla para verip iyi binalarda otursaydınız diyorlar.

3 milyon 780 bin kişi bu imar affından yararlandı Kıymetli Müslümanlar! Allah korusun yeni başka bir deprem yaşarsak bu binaların akıbetinin ne olacağı belli değil. Halkının maslahatını değil, sermayedarların, müteahhitlerin, kredi veren bankaların maslahatını, en önemlisi de kendi siyasi geleceklerini önceleyen zihniyet depremde yıkılan binalar gibi yıkılmaya mahkûmdur. İnsana değil sadece betona yatırım yaparak ayakta kalmaya çalışan zihniyet uzun süre yaşayamaz. Çünkü toplumları kalkındıran şey yüksek binalar değildir, yüksek fikirlerdir. O yüksek fikir ise İslam’dır, âlemlerin Rabbinden gelen İslâm’ın nizamıdır. O nizamı tatbik edecek olan ise Râşid-î Hilâfet Devleti’dir. İşte halkımız ancak onunla kendisini tam olarak güvende ve mutlu hissedebilir.

MÜSLÜMANLAR FRANSA’NIN KÜSTAHLIĞINA TEPKİSİZ KALMADI

Biliyorsunuz haftalardır Fransa’nın İslam ve Müslümanlara karşı saldırgan ve düşmanca tutumu ile karşı karşıyayız. Macron’un Rasulullah’a hakaret içeren karikatürlere destek vermesi dünyadaki tüm Müslümanları ayağı kaldırdı. Tüm dünyada Fransa’ya ve Macron’a karşı protesto gösterileri düzenlendi. Malezya’dan Afganistan’a, Endonezya’dan Pakistan’a, Bangladeş’ten Kırgızistan ve Filistin’e tün İslam beldelerinde yürüyüşler ve gösteriler yapıldı. Hizb-ut Tahrir bu yürüyüş ve gösterilerden birçoğuna öncülük etti.

Hizb-ut Tahrir Fransa’nın etkisinin her köşe başında hissedildiği Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta büyük bir gösteri düzenledi. Fransa’nın Beyrut Büyükelçiliği önünde binlerce Müslüman toplandı ve Fransa’yı protesto ettiler. Aynı şekilde Filistin’in her bir şehrinde Kudüs’te, El Halil’de, Nablus’ta ve Ramallah’ta Hizb-ut Tahrir öncülüğünde on binler toplandı ve yürüyüşler yapıldı. Suriye, Malezya, Kırgızistan, Bangladeş ve Endonezya’da Hizb-ut Tahrir öncülüğünde büyük çapta gösteriler düzenlendi. Ülke yönetimlerinin engellemelerine, yolları kapatmalarına, Fransa’nın elçilik binalarının etrafını koruma duvarı ile örmelerine rağmen bu ameller yapıldı.

Kuşkusuz Allah için yapılan her bir amelin kıymeti vardır. Ancak en sevgilimiz Peygamberimiz için yapılan bu amellerin kıymeti takdire şayandır. Hele de Müslümanların başındaki yöneticilerin sessizlik içerisinde koltuklarını koruma derdine düştüğü bu zamanda ayağa kalkmak çok daha önemlidir. Zira bu protesto yürüyüşleri bir uyanışın göstergesidir. İşbirlikçi yöneticilere rağmen İslam ümmetinin ölmediğinin dünyaya ilanıdır. İslam ümmetini halen dip diri ve canlı olduğunun resmidir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem Müslümanlar için canlardan ve mallardan çok daha önceliklidir. Hiçbir Müslüman, Rasûlullah’a dil uzatılmasına razı olamaz, sessiz kalamaz, tepkisiz duramaz. Bütün alimler, Allah Rasulü’ne dil uzatanların cezalandırılması hususunda ittifak etmişlerdir. Bu suçu işleyen biri kafir ise öldürülür. Eğer Müslüman ise mürted kabul edilir, tövbesi istenmez, etse bile cezası düşmez.

Fakat bugün görüyoruz ki bireysel hakaretler ve saldırıların ötesinde devletler düzeyinde bile Peygamberimize pervasızca dil uzatılıyor. Arkasında devlet desteği olan dergiler ve gazeteler karikatürler yayınlıyorlar. Batılı ülkelerin Devlet başkanları resmi ağızdan bu cürme ortak oluyorlar. Bütün bunların sebebi, bilhassa Macron’un siyasi saiklerle İslam’a ve Rasulullah’a saldırmasının sebebi İslam’ı, Rasulullah’ı ve Müslümanları koruyacak bir devletin, bir halifenin olmamasıdır.

Onlar bundan cesaret buluyorlar. Onlar bizim başımızdaki yöneticilerden cesaret alarak “İslami terör” iftirası ile Müslümanlara saldırıyorlar. Dün Paris olaylarında yaptılar bugün Viyana’da yapıyorlar. Halbuki gerçek terörist kendileri ama bunu gizliyorlar. Çünkü Müslümanların başındaki yöneticiler zaten onların işbirlikçisi, müttefiki ve dostu durumundalar. Aralarında çıkar ilişkileri var, ekonomik ilişkiler var, siyasi ve askeri ittifaklar var. Bu yöneticiler çıkarları pahasına dinlerinden, peygamberlerinden, vatanlarından ve milletlerinden vazgeçmişler. Müslümanların başındaki yöneticilerden somut adım atan birini gördünüz mü? Hangi Fransız elçiliği kapatılmış? Hangi Fransız projesi iptal edilmiş? Hangi Fransız firması kovulmuş? Boykotmuş, hangi boykot, en ülkeni Fransızlara her türlü açacaksın sonra da halkı boykota çağıracaksın! Çıkar temelli, ilkesiz, omurgasız politikaların vahim sonucu işte budur!

Kıymetli Müslümanlar!

Batılı kafirlerin, bireysel, kurumsal ve devlet düzeyinde yürüttükleri bu sistematik saldırı karşısında Müslümanların bireysel ve kitlesel tepkileri önemlidir. Ancak bununla yetinmemek lazım bir seçenek daha var, gelin bu Batılı düzeni, laikliği ve demokrasiyi boykot edelim. İslami hayatı yeniden başlatacak, Allah’ın Rasulü’nü ve kullarını koruyacak, ümmeti izzetli günlerine yeniden kavuşturacak Râşidî Hilafet Devleti’nin ikamesi için çalışalım. Unutmayalım ki başka çaremiz ve kurtuluşumuz yok, elimizdeki tek seçeneğimiz budur.

 

28 ŞUBAT KARARLARININ UYGULAYICI BAŞBAKANIYDI

Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Başbakanlarından Mesut Yılmaz geçtiğimiz günlerde kanser tedavisi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Pazar günü İstanbul’da yapılan resmi cenaze töreni sonrasında ise Yılmaz defnedildi. Peki Mesut Yılmaz’ı nasıl bilirdiniz diye sorsak kendimize aklımıza ne geliyor onunla ilgili, Başbakanlık yaptığı dönem ile ilgili? 28 Şubat sürecinde post modern darbe ile iktidardan indirilen Refahyol Hükümetinden sonra hakkı olmamasına rağmen Demirel tarafından hükümet kurma görevi kendisine verilen kişidir Mesut Yılmaz… 1997’de 2 bin 956, 1998’de ise 4 bin 420 kişinin “irticai faaliyetlere katıldıkları” gerekçesiyle gözaltına alındığı, tutuklandığı dönemin başbakanıydı Mesut Yılmaz… Başı örtülü, tesettürlü Müslüman bacılarımızın okul önlerinde bekletildiği, yerlerde sürüklendiği, örtülerine el uzatıldığı 28 Şubat uygulamalarının yürütücü Başbakanıydı Yılmaz... “İmam Hatip Okullarının orta kısmının kapatılması ve Kur’an Kurslarının kaynağının kurutulması, aydınlık geleceğimizin reform projesidir.” demişti. Bu projeye hayır diyenler ise, aydınlıktan korkan yarasalardır. Siyasi hayatıma da mal olsa ben bunları söylemeyi sürdüreceğim” diyen bir başbakandı Mesut Yılmaz! Bugün sadece siyasi hayatı değil dünya hayatı da son buldu ve hesap vermeye gitti… Ahiret yurdundaki hayatı nasıl olur onu biz bilemeyiz Allah bilir…

Buhari’de geçen bir hadisi şerifte Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular: “Allah’ın kendisine bir toplumun yöneticiliğini nasip ettiği kimse, halkına hıyanet ederek ölürse, Allah ona cenneti haram kılar!”

Mesut Yılmaz’ın TSK ve diğer vesayet güçleri ile birlikte sürdürdüğü baskı politikaları, AK Parti’nin doğuşuna zemin hazırlamıştı hatırlarsanız… Ak Parti lideri Erdoğan Mesut Yılmaz’ın cenazesinde konuştu. Cumhurbaşkanı konuşmasında “Muhakkak her nefis ölümü tadacaktır, bizler için de aynı akıbet şüphesiz ki gerçekleşecektir.” dedi ve “Rabbim bizleri bu musallaya hazırlıklı olarak gelmeyi nasip etsin.” diye de ekledi. Kuşkusuz ölüm, ibret alanlar için söze hacet bırakmayan en büyük nasihattir. Hele ki, yöneticilik gibi ateşten bir gömleği giyenler için ölüm, nasihatlerin en kıymetlisidir. Mesut Yılmaz’ın ve ondan önce ölenlerin amel defterleri kapandı ve onlar için hesap verme zamanı geldi. Ama hayatta olanlar için hala daha vakit var! Laiklik ve demokrasi gibi küfür nizamlarını terk etmek için vakit var. Sömürgeci ülkelerle yaptığınız anlaşmalardan vazgeçmek için vakit var. Batılı kafir yöneticilerle kurduğunuz ve koruduğunuz dostluğu bozmak ve tarafınızı seçmek için hala vakit var. Kurtuluş İslam’ın tarafındadır, İslam’ı bir hayat nizamı olarak kabul etmeniz için hala vakit var. İslam’ın hayata hâkim olması ve Hilafetin ikamesi için vakit var. Tabi eğer adım atarsanız, eğer fırsatı değerlendirirseniz Rasulullah’ın şu sözüne mazhar olursunuz: “Adil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.” Yok, ölümden nasihat almayıp aynı yol üzere, batıl olan küfür yolunda devam ederseniz Rasulullah’ın şu sözünü size hatırlatırız: “Siz yönetici olmaya düşkünsünüz. Hâlbuki hakkını gözetenler hariç, yöneticilik, kıyamette pişmanlıktır.”

29 EKİM CUMHURİYET KUTLAMALARI

Cumhuriyet’in 97. yıldönümü münasebetiyle, başta Ankara ve İstanbul olmak üzere birçok şehirde 29 Ekim’de çeşitli resmi etkinlikler düzenlendi, kutlamalar yapıldı. Bildiğiniz üzere Cumhuriyet, 29 Ekim 1923'te ilan edilmişti, o günden beri her yıl bu tür kutlamalar yapılıyor. Her sene olduğu gibi bu sene de kutlamalara Ankara’da Anıtkabir’de anma ve tazim törenleri ile başlanıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 29 Ekim kutlamaları kapsamında Anıtkabir Özel Defteri'ni imzaladı ve Mustafa Kemal’e hitaben Aziz Atatürk diyerek başladı sözlerine ve “Cumhuriyetimizin 97'inci yıldönümüne kavuşmanın mutluluğunu yaşadığımız şu özel günde bir kez daha huzurundayız” dedi. “Bize emanetiniz olan Cumhuriyeti ileriye taşımak hedefleri ve hayalleri ile buluşturmak için var gücümüzle çalışıyoruz.” diye ekledi. Sonra da “Türkiye bugün demokrasiden özgürlüklere savunmadan ekonomiye kadar her alanda başarıdan başarıya koşuyor.” dedi. 

Aynı Cumhurbaşkanı tam 10 gün önce 19 Ekim tarihinde İbn. Haldun Üniversitesi Külliyesi açılış töreninde bir konuşma yapmıştı hatırlarsanız… Ne demişti Sayın Cumhurbaşkanı; Batı dünyasının tıptan sosyolojiye kadar pek çok alanda ilhamını bizim köklerimizden aldığını söylemişti. “Buna karşılık biz, kendi köklerimizi tamamen unutarak veya dışlayarak iki asırdır kendimize yol ve yön bulmaya çalışıyoruz.” dedi ve o can alıcı itirafı yaptı: “Fikri bir buhranın içinde çırpınıyoruz, siyasi bağımsızlığın da ekonomik bağımsızlığın da temelinde fikri bağımsızlık yatar.” dedi.

Şimdi Kıymetli Müslümanlar!

Allah için siz söyleyin bu yöneticilere samimi değilsiniz demekle biz haklı değil miyiz? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 19 Ekim’de İbn Haldun Üniversitesi’ndeki konuşmasıyla, 29 Ekim’de Anıtkabir’de söyledikleri arasında ne kadar büyük, bariz bir çelişki var! Bir taraftan “Köklerimizi dışlayarak 2 asırdır kendimize yol ve yön bulmaya çalışıyoruz” diye yakınacaksınız. Diğer taraftan Batı’dan, Fransa’dan ihraç cumhuriyeti, laikliği ve demokrasiyi daha ileriye taşımak için var gücünüzle çalışıyoruz diyeceksiniz. Bu ne yaman çelişki!

29 Ekim’de ne kutlanıyor biliyor musunuz? 1300 yıllık İslami geçmişi yok sayan, 600 yıllık Osmanlı tarihine söven, tarihine, kültürüne düşman, Batı hayranı ve İngiliz artığı İttihat Terakki zihniyetinin kurduğu Batı menşeli Cumhuriyet kutlanıyor.  Cumhuriyet ilan edileli tam 97 yıl oldu ve İslâm ümmeti o günden beri İslâm’ın aydınlığından, İslam’ın izzetinden mahrum… Sayın Erdoğan, sizin ileriye taşımak için var gücünüzle çalıştığınız Cumhuriyet rejimi, laiklik ve demokrasi toplumsal sorunları daha da artırıyor ve ekonomik yük her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Cumhuriyeti, laiklik ve demokrasiyi hedeflerine ulaştırarak içinde çırpındığınız buhrandan çıkamazsınız. Bu hedef sizi daha çok zifiri karanlığa götürür. Bir kez daha hatırlatıyoruz, İslam ile kandırmayın, İslam ile aldatmayın, eğer aydınlığa kavuşmak istiyorsanız ona İslam’a sarılın. Bugün heder olmuş gençlik, dağılmış aileler, umudu kaybolmuş geleceğimiz ve uyuşturulmuş nesiller, bütün bunların hepsi sizin bayram diye kutladığınız Cumhuriyet’in eseri… Siz ümmetin arasına sınırlar çizen, Türk-Kürt-Arap diyerek Müslümanları birbirine düşman eden bir düzenin, bir rejimin kuruluşu için bayram yapıyorsunuz. Allah’ın ayetlerine, Kur’an-ı Kerim’e “gökten indiği sanılan dogmalar” diyen bir düşünceyi bir kafayı kutsuyorsunuz.

Gerçek bayram Müslümanların bu köhne düzenlerden kurtulup İslam’ın esenliği ve adaletine sığındıkları gün kutlanacak inşallah…İşte o gün İkinci Raşid-i Hilafetin ilan edileceği gündür, o gün çok yakındır ama siz onu gerçekleştirme arzusundan fersah fersah uzaksınız Sayın Erdoğan! Çünkü siz bütün nasihat ve uyarılarımıza rağmen buhran içinde çırpınmayı tercih ediyorsunuz maalesef…

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.