HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Şeyh Said ve Arkadaşlarının Şehadetlerinin 96. Yıldönümü

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Sayın Muhammed Emin Yıldırım gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. - ŞEYH SAİD VE ARKADAŞLARININ ŞEHADETLERİNİN 96. YILDÖNÜMÜ - KANAL İSTANBUL NE İÇİN YAPILIYOR?

                                                Haftalık Değerlendirme Toplantısı


ŞEYH SAİD VE ARKADAŞLARININ ŞEHADETLERİNİN 96. YILDÖNÜMÜ
Kıymetli Müslümanlar; bazı değerler insan için her şeyden daha önemlidir. Eşten, evlattan, işten ve yaşamaktan bile… İnsan bu değerleri korumak adına hiç düşünmeden her şeyini feda eder. Çünkü bilir ki, o değer olmadan yaşamın bir anlamı olmayacak. Çünkü bilir ki, o değeri kaybederse ahiretini de kaybedecek. İşte bu bilinçle hareket eden Şeyh Said ve arkadaşları tam 96 yıl önce bugün 29 Haziran 1925 de Diyarbakır Dağ Kapı meydanında asılarak idam edildiler. Onlar Yusuf Aleyhisselam gibi “Muhakkak ki zindan, onların benden istediği şeyden daha hayırlıdır.” Demişlerdi. Şeyh Said ve arkadaşları kısa bir süre zindanda tutuldular ve hızlı bir şekilde yargılanarak şehadete uğurlandılar. Allah onlardan razı olsun ve şehadetlerini kabul buyursun… Amin.


Şeyh Said ve arkadaşları, şeriatın yok sayıldığını ve Hilafetin kaldırılıp yerine laikliğin ve demokrasinin getirildiğini duyduklarında şeri hüküm gereğince hiç beklemeden kıyam ettiler. Zira İslam hayatta olmayacaksa, din birilerinin dediği gibi lağvedilmişse ve 14 asırlık Hilafet Devleti ilga edilmişse buna sessiz kalmak ölümden daha beterdi. Yapılması gereken belliydi ve Şeyh ile arkadaşları belki de şehit edileceklerini bildikleri halde tereddüt etmediler ve kıyamdan vazgeçmediler. Evet, her insan gibi onlarda ecelleri geldiği için öldüler. Şeyhi yalnız bırakıp üzerlerine vacip olanı terk edenler ise biraz daha yaşadılar. Ama şimdi onlardan hiçbirisi hatırlanmıyor. Adları unutuldu… Ancak Şeyh Said öyle bir kıyam ateşi yaktı ki bu ateş aradan geçen 96 yıla rağmen halen devam ediyor. Hem de ihanetlere, kandırmacalara ve manipülasyonlara rağmen… Sırf Şeyh Said’in başlattığı bu kıyamdan ötürü Müslüman Kürt halkı Kemalist rejim tarafından yıllarca düşman göründü. 


Çanakkale’yi, Yemen’i, Sarıkamış’ı unutan ve her bir Müslümanı düşman kabul eden Kemalist rejimin Şeyh Said öfkesi dinmek bilmedi. Öfkeyle hareket edince de hata üstüne hata, zulüm üstüne zulüm etti bu laik rejim… İşte bu hataları fırsat gören sömürgeciler, Şeyh Said gibi İslam için Hilafet için kıyama kalkan Müslümanların topraklarından komünist ve ateist mirasçılar devşirdiler. Böylece 40 yıldır süregelen bir terör sorunu ve bir türlü çözülemeyen bir Kürt meselemiz oldu. Bugün milyonlarca Müslüman şehadetinin sene-i devriyesinde halen daha Şeyh Said ve arkadaşlarını hayırla yad ederken, Müslümanların arasına fitne sokan, İslam’ın emirleri yerine Batılı devletlerin nizamlarını tesis eden hainler lanetle anılıyor. Hz Ömer’in dediği gibi, “Sizin ölüleriniz cehennemde bizim ölülerimiz ise cennettedir. İşte uğrunda hayatlarımızı feda ettiğimiz fark budur!” 


Kıymetli Müslümanlar! Tekraren şehadetlerinin 96. Yıldönümünde Şeyh Said ve arkadaşlarını rahmetle anıyoruz. Onların yıkılışını engelleyemedikleri Hilafetin yeniden kurulması için yıllardır çalışıyoruz, zafer bize ulaşana kadar da çalışmaya devam edeceğiz. Evet, Şeyh Said ve arkadaşlarının şehadetlerinin yıldönümü ve “Kürt Meselesine Çözüm Arayışları” çalışmaları çerçevesinde son bir haftada yine bazı etkinlikler gerçekleştirdik. Geçen hafta Akdeniz bölgesindeki illere ziyaretler gerçekleştiren Abdullah İmamoğlu ve beraberindeki heyet bu defa Bitlis/Tatvan ve Van’a ziyaret gerçekleştirdi. STK temsilcilerinin, kanaat önderlerinin ve Müslümanların yoğun katılımı ile “Müslümanların birliği ve Hilafet konusunda alimlerin rolü” başlıklı bir panelde konuşma yaptı. Yine Van’da Kürt Meselesi ve Çözüm Arayışları” başlığı altında STK’nın, yazarların, ve kanaat önderlerinin katılımı ile yapılan kahvaltı programına katıldı.  Tatvan’da yapılan bir toplantıda kanaat önderleri ve STK temsilcileri ile bir araya geldi. Bu toplantı da Şeyh Said’in uğrunda canını verdiği Hilafetin ümmet için önemi, tekrar ikamesinin gerekliliği konuları ele alındı. Katılımcıların karşılıklı fikir alışverişiyle bereketli  ve bir o kadar da verimli geçen bu programların hayırlara vesile olmasını niyaz ediyoruz.


Yine son olarak dün İstanbul ofisimizde “Kürt Meselesi ve Çözüm Arayışları” başlıklı bir panel gerçekleştirdik. Kürt meselesini enine boyuna bu panelde masaya yatırdık, meseleyi ortaya çıkaran faktörleri, çözüm önerilerini ve köklü çözümün ne olduğunu konuştuk. Panele eski Diyarbakır Milletvekili, Altan TAN, gazeteci yazar Kenan ALPAY, Mazlumder Genel Başkan Yardımcısı Avukat Nesip YILDIRIM’ın yanında, Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut KAR ve Köklü Değişim Dergisi yazarı Musa BAYOĞLU sunumlar yaptılar. Panel’de Kürt Meselesi’nin köklü çözümünün ancak İslam ile olacağı vurgulandı. Seküler ve demokratik çözüm önerilerinin meseleyi daha da çözümsüzlüğe sürüklediği özellikle vurgulandı. Tüm bu çalışmaların, Müslümanların kardeşliğini pekiştirmeye, ümmet olmalarına ve İslam esasları üzerine Raşidi Hilafet çatısı altında birleşmelerine vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum. 


KANAL İSTANBUL PROJESİ NE İÇİN YAPILIYOR?
Kıymetli Müslümanlar! Geçtiğimiz hafta Kanal İstanbul’un köprülerinden ilkinin temeli atıldı biliyorsunuz. Bu vesileyle iktidar Kanal İstanbul için asrın projesi, çılgın proje gibi isimlendirmeler yaparak Türkiye’nin geleceği için çok büyük bir adım atıldığını söyledi. Muhalefet ise ne gereği var, ekolojik olarak Marmara denizini öldürecek, yeşil alanlar heder edilecek, ağaçlar kesilecek gibi karşıt söylemlerle Kanal İstanbul’a ısrarla karşı çıkmakta.


Kıymetli Müslümanlar ve Sayın Basın Mensupları! Özellikle vurgulamak isterim ki, Kanal İstanbul meselesi Türkiye’nin iç meselesi olmaktan öte uluslararası bir meseledir. Bu meselenin bir tarafında Amerika diğer tarafında Rusya bulunmaktadır. Kanal İstanbul, boğazlardan geçen gemilerden para alamıyoruz Kanal İstanbul’dan geçen gemilerden para kazanacağız düşüncesinden ibaret bir proje değildir. Her ne kadar iktidar ve yandaşları meseleyi bu seviyeye çekmeye çalışsa da mesele bundan ibaret değildir. Eğer öyle olsaydı bunu yapmanın farklı yolları aranırdı. Mesela Karadeniz’e kıyısı dahi olmayan sömürgeci İngiltere’nin dayattığı Montrö anlaşmasının geçerli olamayacağı, Türkiye’nin kendi toprakları üzerinde sadece kendisinin karar verici olduğu dünyaya ilan edilirdi. Boğazlarla ilgili Türkiye’nin güvenlik sorununu ve ekonomik kazancını önceleyen yeni bir anlaşma hazırlanırdı. Bundan böyle hiç kimsenin boğazları yol geçen hanı gibi bedava olarak kullanamayacağı söylenirdi. Egemen ve bağımsız bir devlet bunu yapar ve başta komşu ülkeler olmak üzere tüm dünyaya bu kararı kabul ettirirdi. 


Dünyanın neresinde görülmüştür? Bir devlet başka devletlerin kendisi üzerine egemen olmasını kabul ederek acziyet sergiliyor, bu acziyetini de topraklarında yeni bir deniz yolu kanalı açmak suretiyle gidereceğini söylüyor. Adına da  “çılgın proje” deniyor. Buna olsa olsa Amerikan projesi denir. Evet. Kanal İstanbul Projesi ABD’nin sık sık vurguladığı “ulusal çıkarlarından bir çıkardır.” Dolayısıyla ABD’nin Rusya’ya karşı izlemiş olduğu devlet politikası için önemli bir projedir. Montrö Boğazlar Sözleşmesine göre barış zamanlarında Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler, Türkiye’ye bildirimde bulunmak şartıyla savaş gemilerini belirli güvenlik şartlarına bağlı olarak boğazlardan geçirme hakkına sahip iken, Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkeler, 15 bin ton ağırlık sınırı ve 21 gün süre sınırına bağlı olarak geçiş hakkına sahip olacaklardır. Mesela ABD, Rusya’ya karşı Ukrayna’nın yanında olduğunu fiili olarak göstermek istese ve savaş gemilerini Karadeniz’e gönderse 15 bin ton ağırlık sınırı ve 21 gün süreye takılmaktadır ki bu durum ABD’nin etkin bir siyaset izlemesinin önünde duran bir engeldir. 


Nitekim Kanal İstanbul Projesi masada dahi değilken ABD Senatosu’na 2006 yılında verilen bir yasa taslağında; “İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ilgilendiren Montrö Antlaşması’nın, ömrünü doldurduğu, bu anlaşmanın günün koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerektiği” söylendi. Bu girişimden kısa bir süre sonra, ABD Türkiye Büyükelçisi Ross Wilson, 3 Mart 2006’da Ankara’da bir açıklama yaptı ve  “Montrö Antlaşması oldukça açık. Ve biz Karadeniz’in uluslararası sularda bulunmasından kaynaklanan haklarımızdan yararlanmak istiyoruz. Yani gerektiğinde gemilerimiz buraya girebilir” dedi. Bu açıklamalar da gösteriyor ki ABD Montrö’deki kısıtlamalardan rahatsız ve bir şekilde bu sözleşmeyi bypas etmek, Karadeniz’e sınırsız ve kontrolsüz bir şekilde yerleşmek ve Rusya’nın bu bölgede istediği gibi hareket etmesinin önüne geçmek istiyor. Kanal İstanbul Projesinin rant kısmı elbette vardır ama meselenin özü bundan ibarettir. 


Kıymetli Müslümanlar! Ne hazindir ki asırlarca Müslümanların kontrolünde kalmış, Müslümanların toprakları üzerinde bulunan, Müslümanlar için stratejik öneme sahip bu boğazlar, işbirlikçi yöneticiler tarafından kâfirlerin sözleşmelerine ve düzenlemelerine mahkûm edilmiş, peş peşe gelen iktidarlar bu zillete bir türlü son verememiş, daha da kötüsü bu yönde atılan adımlar hiçbir zaman İslâm’ın ve Müslümanların maslahatına değil, sömürgeci kâfir devletlerin planlarına ve çıkarlarına hizmet edecek şekilde olmuştur. Sadece Çanakkale ve İstanbul boğazları değil, İslâm toprakları üzerinde diğer tüm stratejik boğazlar, kanallar, geçiş yolları ümmete aittir ve yalnızca Allah’ın izniyle Râşidî Hilâfet Devleti tarafından tam hakimiyet altına alınabilir. Zira Râşidî Hilâfet, bu topraklarda sömürgeci kâfirlerin varlığına ve dayatmalarına son verecek yegâne güçtür. 

 


 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.