HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 16 Aralık 2025

"Suriye devriminin asıl düşmanı Amerika’dır. Esed’in sizi katletmesine izin veren de, İran’ı, IŞİD’i ve Rusya’yı Suriye’ye sokan da Amerika’dır."

SURİYE’DE ABD ASKERLERİNİN HEDEF ALINMASI 

Gündem değerlendirme toplantımıza hoş geldiniz. Toplantımıza, Suriye’de işgalci ABD askerlerini hedef alan saldırı haberiyle başlamak istiyorum. Geçtiğimiz cumartesi günü, Suriye’nin Humus vilayeti kırsalında, Palmira şehri yakınlarında ABD askerlerine yönelik bir saldırı gerçekleşti. Suriye ordusunda görevli bir asker, ABD ile Suriye güvenlik yetkililerinin toplantı yaptığı esnada silahını ateşleyerek iki ABD askerini ve bir Amerikalı tercümanı öldürdü. Daha sonra bu asker, Suriye güvenlik güçleri tarafından vurularak hayatını kaybetti.

Bu saldırıyla ilgili birçok şey yazılıp konuşuldu. İlk etapta olay, devriye gezen Amerikan askeri konvoyunun hedef alındığı şeklinde medyaya yansıdı. Ardından ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, saldırının IŞİD tarafından düzenlenen bir terör eylemi olduğunu söyledi. Sonrasında yapılan açıklamalar da Barrack’ın söylemiyle uyumlu şekilde kamuoyuna servis edildi. Olayın detayları henüz netleşmemişken, Trump’ın da devreye girmesiyle saldırının sorumluluğu jet hızıyla IŞİD’e yüklendi.

Oysa Suriye sahasını yakından takip edenler bilir ki, IŞİD ne Suriye’de ne Irak’ta ne de faaliyet gösterdiği başka bir bölgede ABD askerlerini hedef almıştır. IŞİD’in hedefi hiçbir zaman ümmetin asli düşmanı olan batılı kâfir devletler olmadı. Aksine, kendilerine yüklenen misyon gereği çoğunlukla Müslümanları hedef alarak halkların devrimlerini ifsat ettiler. Ayrıca, IŞİD mensubu birinin kritik bir güvenlik toplantısında görevli bir asker olarak yer almasının, siyasi gerçeklikle açıklanması mümkün değildir. Şam yönetiminin neredeyse her askerî kararı ABD ile eşgüdüm içinde aldığı bir ortamda böyle bir şey nasıl olabilir? Dolayısıyla işin gerçeği, haberin manipüle edilmiş olmasıdır.

Nitekim Suriye İçişleri Bakanlığı Sözcüsü, olayın ardından Suriye devlet televizyonuna yaptığı ilk açıklamada, eylemin Suriye güvenlik güçlerine mensup bir kişi tarafından gerçekleştirildiğini söyledi ve açıklamasında IŞİD’den hiç bahsetmedi. Yani haberin doğru olan, ham hâli bu açıklamadır. Daha sonra ABD’nin yönlendirmesiyle gerçeğin üzeri örtülmüş ve saldırı IŞİD’e fatura edilmiştir. Peki neden? Kıymetli Müslümanlar, biz burada yaşanan olayın detaylı kriminal analizini yapacak değiliz. Ancak Müslümanlar olarak manipülasyondan korunmak için meselelere siyasi uyanıklık ve ferasetle bakmak zorundayız. Eğer vakıa tespitini doğru yapamazsak, varacağımız hüküm de doğru olmayacaktır. Bu da bizi, daha önce birçok kez yaşadığımız gibi, kâfirlerin tuzak ve istismarlarına maruz bırakacaktır.

ABD, bu eylemi IŞİD’e mal etti; çünkü güvenli olduğunu düşündüğü bir toplantıda askerleri aşağılayıcı bir şekilde öldürüldü. ABD, tam da Suriye’de işleri kendi yörüngesinde döndürmeye başladığı, Şam yönetiminin Haçlı koalisyonuna katılmak için imza attığı bir ortamda böyle bir saldırıya maruz kalmanın şokunu yaşadı. Suriye’nin tamamen kendi güdümlerinde olduğuna dair kibir ve küstahlıkla yaptıkları açıklamalara, küçük ama kayda değer bir cevap verilmiş oldu. Tıpkı ABD’nin Afganistan’da işgalci olduğu dönemde kukla Afgan hükümetinde görev yapan Afgan güvenlik güçlerinin ABD askerlerini öldürmeleri gibi. 

Belki de bu eylem sadece bir başlangıçtır. Belki de bu eylem, Suriye’de İslami devrim ruhunun asla ölmediğini; kâfirlerin tahakkümüne rıza göstermeyen nice adamların hâlâ var olduğunu göstermenin başlangıcıdır. Nitekim ABD askerlerinin öldürülmesinin ardından Suriye halkının kutlama yaptığı görüntülere şahit olduk. Allah’ın izniyle ABD ne yaparsa yapsın, Suriye halkı tarafından kabul görmeyecektir. İstedikleri kadar tehdit etsinler, istedikleri kadar Şara yönetiminin bu işten sorumlu olmadığını söyleyerek durumu toparlamaya çalışsınlar; işgalci ve sömürgeci muamelesi görmekten kurtulamayacaklardır. Ama bugün ama yarın, Bilâdüşşam toprakları kâfir ABD’ye mezar olacaktır.

Buradan ayrıca Trump’a taziye üstüne taziye gönderen, ABD ile aynı dili kullanarak kurbanların aileleriyle dayanışma içinde olduğunu söyleyen Şara yönetimine de seslenmek istiyorum. ABD ile askerî ortaklık kurarak büyük bir cürme imza attınız. Dahası, hiç utanıp sıkılmadan bunun İslam’a uygun olduğu yalanını söylediniz. Sizin yardımınızla Amerikan SİHA’ları Suriye’de mücahitlere suikastlar düzenledi. Şimdi bu olayı bahane ederek Müslümanlara yönelik saldırılarını daha da artıracak; hatta bir noktadan sonra bu işi sizin yapmanızı isteyecektir.

Hâlâ ibret almayacak mısınız? Gittiğiniz yolun karanlık ve çıkmaz bir yol olduğunu görmeyecek misiniz? Siz ne için cihat ettiniz? Yüz binlerce Müslüman ne uğruna canını verdi? Kâfirlerin ülkeye yerleşerek yönetime egemen olması için mi? Ekonomiden anayasaya, devletin isminden siyasi, askerî ve kültürel politikalara kadar her alanda Amerika’nın dediği olsun diye mi savaştınız? Şöyle etrafınıza bir bakın! “Biz kötülükleri defetmek ve fesadı önlemek için bunları yapıyoruz” bahanesiyle korumaya çalıştığınız şeyden geriye ne kaldı?

Şunu sakın unutmayın: Suriye devriminin asıl düşmanı Amerika’dır. Esed’in sizi katletmesine izin veren de, İran’ı, IŞİD’i ve Rusya’yı Suriye’ye sokan da Amerika’dır. Şimdi terörle mücadele maskesiyle samimi mücahitleri ortadan kaldırmayı planlayan, Suriye’yi yeniden uydusu ve bağımlısı hâline getirmeye çalışan da Amerika’dır. Dolayısıyla, eğer biraz akıl ve izanınız varsa Amerika’dan sakının. Dünyanızı ve ahiretinizi heba etmeyin? Son söz şudur: Amerika ile dost ve müttefik olduktan sonra, Müslümanlardan size itaat etmesini beklemeyin.

TÜRKİYE’DEKİ GEMİ SALDIRILARI VE ÇANKIRI’DA DÜŞÜRÜLEN İHA 

Türkiye’nin ABD’nin yönlendirmesiyle arabuluculuk girişimlerinde bulunmaya çalıştığı Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken savaşın kıvılcımları son zamanlarda Türkiye’ye sıçramaya başladı gibi görünüyor. Hatırlarsınız, geçen Kasım ayında Gürcistan’da düşen ve 20 Türk askerinin hayatını kaybettiği uçak kazası olayındaki şüpheler halen devam ediyor. Uçağın karakutusunun çözümlemesi bir ay geçmesine rağmen henüz tamamlanmadı. İlk bulgular dış müdahale veya füze izine rastlanmadığını ileri sürüyorsa da olayın görüntüleri uçağın havada parçalandığını gösteriyor ama henüz net bir resmi açıklama yapılmadı.

Uçak olayının ardından Aralık ayı başında da Karadeniz’de Türkiye’nin yetki sahasına yakın ticari gemilere bir saldırı dalgası yaşandı ve peş peşe üç gemi vuruldu. Geçtiğimiz hafta da Ukrayna’nın Odessa Limanı’nda bulunan bir Türk yük gemisi hedef alındı. Son olarak dün güya Karadeniz’de kontrolden çıktığı değerlendirilen bir insansız hava aracının Çankırı’da düşürüldüğü açıklandı. İlginçtir ki son bir ayda yaşanan bunca ciddi olayın failleri konusunda hiçbir açıklama yapılmadı. Kim bir Türk askeri uçağını hedef alabiliyor? Kim Türk gemilerini peş peşe bombalayabiliyor? Kim Çankırı’ya kadar İHA sokabiliyor? Nasıl oluyor da bu saldırılar önceden haber alınamıyor, engellenemiyor, üstelik failleri de bulunamıyor?

Bütün bunlar ciddi bir güvenlik ve istihbarat zaafiyeti değil de nedir? Yoksa üstü örtülmek istenen bir şeyler mi var? Bu pervasız saldırılar karşısında, Türk hükümetinin, Türk ordusunun ve Türk istihbaratının aldığı reaksiyon nedir? Biz söyleyelim: Türkiye ABD ile birlikte hareket ederek izlediği güya “aktif tarafsızlık” politikasının ceremesini çekiyor. Hem Rusya hem de Ukrayna ile aynı anda iyi ilişkiler kurmaya çalışıp arabuluculuk rolü oynamak istiyor. Saldırıların arkasında Rusya’nın olduğunu bildiği halde, üstlendiği bu rol ve misyonu bozmamak için üzerini örtmek, sineye çekmek ve yutkunmak zorunda kalıyor. Oysa Ekim ayında Trump “Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya ve Ukrayna liderlerini buluşturabilir” demiş, Moskova bu teklifi açıkça reddetmişti. Üstelik Putin, önceki hafta yaptığı açıklamada Ukrayna’nın denize erişimini kesme tehdidinde bulunmuştu. Türkiye’nin Ekim ayında ABD yönetimi ile vardığı anlaşmalar, Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmaya yönelik girişimler ve Ukrayna ile devam eden ilişkiler anlaşılan Rusya’nın haddini aşmasına neden olmuş görünüyor.

Türkiye, sahip olduğu bölgesel güç, stratejik avantaj, güçlü ordu ve gelişmiş savunma sanayi hamlelerine karşın Rusya’nın bu küstahlığına cevap verme iradesi gösteremiyor! Bunu bir savaş nedeni kabul edip gereken sert adımları atmaya yanaşamıyor! Türkiye ile Rusya arasında karşılıklı bir bağımlılık ilişkisi olduğu açık, fakat keşke bununla kalsaydı. Çünkü Türkiye adeta ABD fili ile Rus ayısı arasına sıkıştırılmış bir durumda, pasif ve çekingen bir pozisyona mahkum edilmiş halde. Burada mesele, ABD’nin dayatmaları veya hegemonik gücü, Rusya’nın büyüklüğü veya enerji hakimiyeti değil, bunlara karşı koyabilecek güç ve potansiyeli kullanacak iradenin yokluğu meselesidir.

İzzet, kuvvet, irade ve cesaret ancak bir güç ile olabilir. Bu güç ya maddi yahut manevi olur. Yalnızca maddi güce dayanırsanız, ülkenizi diğer devletlerle karşılaştırıp kendinizi güçsüz, zayıf, aciz ve bağımlı görüp boyun bükmek, savunmasız kalmak ve teslim olmak zorunda hissedersiniz. Müslümanlar tarih boyunca düşmanlarından daha büyük güce sahip olmadılar, daha kalabalık ordularla kafirlere karşı savaşmadılar. Çünkü maddi gücünüz başkalarına göre yetersiz olduğu halde manevi bir gücünüz de varsa işte o zaman size karşı koyacak hiçbir devlet olamaz. Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de “izzet, güç ve şeref ancak Allah’tandır” buyurmasının nedeni işte budur, “Kafirlerle dost olmayın, onlar birbirlerinin dostudurlar, onların yanında sakın izzet ve güç aramayın” buyurmasının nedeni işte budur, “Zafer Allah’ın katındandır, O’nun yardımı ve desteği sayesindedir” buyurmasının nedeni işte budur! Biz Rabbimiz ile olan bağımızı kopardığımız, İslam ile yönetimi terk ettiğimiz, ümmetin gücünü arkamıza almadığımız sürece, zelil, zayıf ve bağımlı olmaktan asla kurtulamayacağız!

GENÇLİĞİ NASIL KORUYACAĞIZ?

Dış politikada yaşanan gelişmeleri değerlendirdikten sonra şimdi de geçen bir hafta içinde Türkiye iç politikasında neler yaşandı, bunları hatırlatmak ve toplumsal manada bizim için önemli olan bir konuyu “gençliğin durumunu” özellikle değerlendirmek istiyorum. 

Malum yılsonu geliyor, bir taraftan asgari ücretin belirlenmesi için çalışmalar yapılıyor, diğer taraftan işçi ve memur emekli maaşlarına yapılacak zamlar merakla bekleniyor. Bu ücretlerin belirlenmesinde dikkate alınan enflasyon oranındaki düşüş ise manidar gözüküyor. Bu konuyu enine boyuna önümüzdeki günlerde yapacağımız toplantılarda ele alıp değerlendireceğiz. Bir diğer konu, Türkiye halkının ve özellikle de gençliğin içine düşürüldüğü kumar bataklığı, özellikle düşürüldüğü diyorum, çünkü sanal kumar ve bahis oyunları devletin kontrolünde ve vergisi alınarak oynatılıyor. Bu konu haftalardır konuşuluyor ama maalesef sadece “yasadışı bahis” başlığı altında ya da “mesleki etik kurallarını ihlal eden futbolcular” üzerinden ele alınıyor. Hâlbuki milyonlarca gencin içine düştüğü pis ve dipsiz bir kuyu var ama kimse o kuyuyu kurutma derdinde değil. Bu konuyu yani kumar bataklığını da bir başka toplantıda etraflıca değerlendireceğiz. 

Kıymetli Müslümanlar, biraz önce de ifade ettiğim üzere toplumsal manada bizim için çok önemli olan, geleceğimiz yani gençliğimizin durumunu bu hafta ele alalım konuşalım istiyorum. Ama öncesinde gençlerin geleceği, halkın yaşamı ve toplumun maslahatı üzerinde söz ve yetki sahibi olan yöneticiler bu mesele hakkında ne konuşuyorlar ona bakalım. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Haydarpaşa Kampüsü'nde düzenlenen "AK Parti Gençlik Buluşmaları Kampüs Programı" kapsamında gençlerle bir araya geldi. Burada geçlere konuştu ve onlardan gelen soruları cevapladı. 

Türkiye’de gençlerin en çok teveccüh gösterdiği siyasi hareketin Ak Parti olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı, “Köklerinden güç alan, gözünü ufka diken, dünyanın dönüşümünü okuyabilen iddialı, şuurlu, ahlaklı ve nitelikli bir gençlik aradıklarını ve bunu da Ak Gençlik te bulduklarını” ifade etti ve AK Gençliğin işte böyle bir sorumluluğu omuzlarında taşıdığını söyledi. 

Gençlik buluşmasına katılan üniversite öğrencilerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’da yönelttikleri soruları ve verilen cevapları izlediğimde meselenin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği gibi olmadığını gördüm. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de gençliğin çok daha büyük sorunları varken, eğitim, iş hayatı, evlilik ve aile yapısı ile ilgili sorunlar, yine kumar, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi her geçen gün büyüyen daha büyük sorunlar varken ülkenin Cumhurbaşkanı’na farklı farklı üniversitelerden gelen gençler bakın hangi soruları soruyorlar? 

Belediye başkanı olduğu dönemde cezaevine girmesine sebep olan şiir ile ilgili soru soran öğrenci, 28 yıl önce okuduğunuz şiiri bize tekrar okuyabilir misiniz diyor. Bir başka öğrenci, eski NATO genel sekreteri Stoltenberg’in yazdığı bir kitapta kendisine ikram edilen mısır ve kestaneden bahsetmiş, bu anınızı bize anlatır mısınız diye soruyor. Diğer bir soru, kıyafet seçimlerinizi kendiniz mi yapıyorsunuz yoksa eşiniz de yardımcı oluyor mu? Cumhurbaşkanı da bu sorulara cevap verdi ve bu toplantı canlı olarak tüm TV kanallarından yayınlandı maalesef… 

Neyse ki Gazze ile ilgili de bir soru soruldu; "İsrail ile Gazze arasındaki ateşkesin devam edip edemeyeceğine" ilişkin düşünceleriniz nedir, İsrail ateşkeste samimi mi? diye soruldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kendilerine düşen görevin esbaba tevessül olduğunu söyledi, gerisinin Allah'a kaldığını dile getirdi. Her türlü adımı attıklarını, BM Genel Kurulunda konuştuklarını, Trump ile görüştüklerini ve süreci ateşkese götürdüklerinin ifade etti. Peşinden de kimsenden korkumuz yok, korkaklarla savaşa gidilmez, biz korkak değiliz dedi. 

Gazze iki yıldan fazla bir zamandır işgal ve soykırım altındayken, on binlerce Müslüman katledilirken, çocuklar, yaşlılar ve kadınlar açlıktan ölürken esbaba tevessül (sebeplere sarılmak) BM Genel Kurulunda konuşmak mıdır Allah aşkına? Bir şehir topyekûn en ağır bombalar ile yok edilirken, Yahudi varlığına her türlü desteği veren ABD Başkanı Trump ile oturmak mıdır sebeplere sarılmak Allah aşkına! 

Köklerinden güç alan, gözünü ufka diken, dünyayı okuyabilen iddialı gençlik nerede? Bu gençlerden biri, bu öğrencilerden biri de çıkıp şu soruyu neden sormuyor? Sayın Cumhurbaşkanı! Gazze halkı bizim kardeşlerimiz değil mi? Filistin Osmanlı bakiyesi İslam toprağı değil mi? Neden onları işgal ve soykırımdan kurtarmak için Allah’ın size farz kıldığı başka bir sebebe sarılmıyorsunuz? Neden işgalci varlığa savaş ilan etmiyorsunuz? 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın övündüğü şuurlu, ahlaklı ve nitelikli gençlik nerede? Neden bu gençlerden biri çıkıp Sayın Cumhurbaşkanı gençliği, alkol ve kumar bataklığından çıkarmak için ne yapıyorsunuz, geleceğimizi zehirleyen uyuşturucu bağımlılığından gençliği kurtarmak için hangi adımları atıyorsunuz diye sormuyor?  

Bu ülkede uyuşturucudan suça sürüklenen genç oranı yüzde 8.2, uyuşturucuya başlama yaşı 10 ila 12 yaş arası olmuş. Lise öğrencilerinde alkol kullanımı yüzde 7.6, kumar oynama yaşı 10 ila 12 yaş, gençlerin yüzde 80’i sanal kumara maruz kalıyor. Sadece 2024’te çocukların karıştığı vaka sayısı 612.651, her gün 18 yaş altı 555 genç suç işliyor. Bütün bunları değil de Cumhurbaşkanı’nın kılık kıyafetini, okuduğu şiiri, söylediği şarkıları konuşan gençlik nasıl iddialı ve ideal gençlik olacak söyler misiniz? Bu sorunlar konuşulmadan çözüme kavuşabilir mi? Peki bu sorunlar neden konuşulmuyor? Çünkü sorunların kaynağı olan bu laik düzenin kötülüğü, bozukluğu ifşa olmuş olacak. 

Cumhurbaşkanı ve çok övündüğü AK Gençlik bu sorunları konuşmuyor olabilir ama biz konuşuyoruz ve konuşacağız. Gençlik Kollarımız tarafından Kasım ayında başlatılan “Gençliğini ve Neslini İslam ile Koru” Kampanyası çerçevesinde Türkiye’nin bütün bölgelerinde kardeşlerimiz stantlar kurdular, panel ve seminerler gerçekleştirdiler, sokak röportajları yaptılar, broşürler dağıttılar, makaleler yazdılar, ziyaretler gerçekleştirdiler ve bütün bu faaliyetlerde gençliği ve geleceğimizi konuştular. Sorunları tespit ettiler ve çözümün ne olduğunu da ortaya koydular. Tam da bu sebeple laik çevre ve Kemalist medya tarafından hedefe kondular. Ne yaparlarsa yapsınlar, bize karşı ne tür karalama ve baskı uygularlarsa uygulasınlar bu gençliği zehirleyenin laik düzen olduğunu, toplumu yozlaştıran sistemin bu tağuti sistem olduğunu, İslami kimliği yok eden ve ahlaksızlığı yayan nizamın bu batıl nizam olduğunu söyleyeceğiz. Çözümün de İslam Nizamı ve onun devleti olan Raşid-i Hilafet’ten başkası olmadığını haykıracağız.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

16 Aralık 2025

 

 

 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.