3 Yaşındaki Müslüme'nin Katledilmesi
Kendi halkının değerlerine savaş açarak bugünlere gelen bu sistem artık kendi aile fertlerine kasteden mahluklar yetiştiriyor. Allah’a uzak bir eğitim sisteminin öğüttüğü bir nesle Allah’a uzak bir kültürün ifsat ettiği bir topluma şahit oluyoruz!
3 YAŞINDAKİ MÜSLÜME’NİN KATLEDİLMESİ
Geçtiğimiz hafta insanlığın yüz karası bir duruma şahit olduk biliyorsunuz. Kelimeler boğazımızda düğümlendi, konuşmaya çekindik, anlatmaya utandık. Biz dinledikçe, izledikçe haya ettik, kızardık. 3 yaşındaki Yörük kızı Müslüme 10 gündür kayıptı. Müslüme, ailesiyle birlikte Karaman’dan kış mevsimini geçirmek için Mersin’e gelmişti. Hayvanlarını otlattıkları dağlık arazide kaybolan 3 yaşındaki evladımız biri veya birileri tarafından ölüme terkedilmişti. Adli Tıp Kurumunun raporuna göre 10 derece soğukta ve 50 km hızla esen rüzgâra maruz kalan 3 yaşındaki bir çocuk 2 gün bile yaşayamazdı fakat 10 gün bulunamadı. Bu kadar süre bulunamaması üzücü bir durumdu fakat bulunduktan sonra edinilen bilgiler utanç vericiydi. Üstelik bütün süreci yakından izleyip sonuçlandırması gereken devletin ilgili kurumları olması gerekirken bir TV programının bunu üstlenmesi ve sonuca bağlaması ayrıca düşündürücü oldu. Bugün burada kaybolma nedenleri, ölümün üzerindeki sır perdesi, geç bulunması gibi konular üzerinde durmayacağım. Zira üzerinde durulması gereken çok daha ciddi bir konu var ki onu ıskalamak büyük hata olur.
Müslüme’nin dedesi aslında onun babasıydı. O da yetmezmiş gibi 14 yaşındaki ablasının da babasıydı. Ya Rabbi bu nasıl bir zillet. Yıllarca saklanmış bir ihanet düşünün hem öz baba hem de eşi tarafından. İnsan olan herkes bu zilletle yüzleşmeye üzerinde konuşmaya haya ediyor.
Kıymetli Müslümanlar! İşte bu yaşananlar topluma dayatılan Batı menşeli sözleşmelerin, Avrupa Birliği uyum paketi kapsamında yapılan anlaşmaların sonucudur. Dikkatinizi çekerim 70 yaşındaki ahlaksız adamın tutuklanma sebebi geliniyle işlediği cürümden dolayı değil, Müslüme’nin ölümünde payı olma şüphesiyledir. Çünkü öldürmek suç; yuva yıkmak, aldatmak, zina yapmak serbest. Her gün TV kanallarında milyonlarca liralık reklamlar alan merkez medya ortaya çıkardığı sapkın ensest ilişkiler ile övünedursun. Her gün onlarca kişiye yaptıkları DNA testlerini ifşa etsin. Kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlatadursun. Diğer taraftan toplum yozlaşmış, aileler ifsat olmuş, çocuklar istismar edilmiş kimin umurunda. Mesela, Aile Bakanlığının umurunda değil. Çünkü Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yaptığı açıklamada ailenin 18 yaş altı çocuklarını devlet koruması altına aldığını açıkladı. Annenin de konuk evinde ağırlanacağını ifade etti. İşte devlet yetkililerinin istismar edilen çocuklar ve yaşanan utanç verici süreç için ortaya koyduğu çözüm: ‘‘diğer kardeşleri koruma altına almak’’…
Şimdi sormak gerekmez mi? Dağlık arazide ölüme terkedilen kız çocuğu Yörük bir ailenin değil de kodaman bir ailenin veya bir milletvekilinin, bürokratın ya da bir zengin ailenin kızı olsaydı nasıl bir çözüm ortaya koyacaktınız? Ne gibi tedbirler alacak, neler söyleyecektiniz? Yoksa Müslüme sizin de evladınız değil mi? Kaldı ki, mesele sadece Müslüme ile de sınırlı değil. Neredeyse her gün bir istismar bir cinayet bir suç işlenmesine şahit oluyoruz. Müslüme’nin acısı henüz soğumadan bugün Gaziantep’te cani bir babanın 3 aylık evladını öldüresiye dövdüğü görüntüler düştü sosyal medyaya. Bebek şu an hastanede yaşam mücadelesi veriyor. Aşağılık baba ise gözaltına alındı. Kim bilir yarın başka nasıl vahşetlere ne tür iğrençliklere şahit olacağız. Biz İslam’dan uzaklaştıkça İslam’da bizden uzaklaşıyor ve insanlık her geçen gün yok oluyor.
Kuşkusuz yaşan bu ahlaksızlığın güvensizliğin yegane müsebbibi ve çözümün önündeki engel mevcut laik demokratik sistemdir. Bu sistem özgürlük adı altında şeytanı insanlar üzerinde hükümran kıldı. Bu sistem etrafında kimse olmadığı halde onu kötülük yapmaktan alıkoyan Allah’ı hayattan uzaklaştırdı unutturdu. Caydırıcılık esasına dayalı Allah’ın koyduğu ceza sistemini kaldırdı.
Kendi halkının değerlerine savaş açarak bugünlere gelen bu sistem artık kendi aile fertlerine kasteden mahluklar yetiştiriyor. Allah’a uzak bir eğitim sisteminin öğüttüğü bir nesle Allah’a uzak bir kültürün ifsat ettiği bir topluma şahit oluyoruz! İnsanlar bu gördüğü manzaraya o kadar alıştırıldılar ki ahlaksızlık adeta sıradanlaştı. İlişkilerin meşruluğu sorgulanmaz hale geldi. Dahası birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmesi gereken Müslümanlar ötekine saygı sloganıyla aldatılarak ne kadar çarpık ve sapkın olursa olsun gördüklerine, duyduklarına karşı duyarsızlaştırıldılar.
Fakat diğer yandan her cinayet sonrası, her cinsel istismar olayının akabinde toplumda idam ve kısas talepleri şeriat ve hilafet söylemleri gün yüzüne çıkıyor. Müslümanlar ailenin, neslin ve toplumun ancak İslam ile korunacağının farkında. Allah’ın hükümlerinin, beşerî kanunlar gibi eksik, hatalı ve işe yaramaz olmadığını, aksine ona uyulduğunda hayat verecek bir nizam olduğunu biliyorlar hissediyorlar ve talep ediyorlar. Keşke iktidar ve güç sahipleri de bu talebe icabet edip gereğini yapsalar. İşte o zaman ahlaksızlığın yerini iffet, barbarlığın yerini merhamet bozgunculuğun yerini emniyet, zulmün yerini adalet alacaktır. Rabbimizden o günleri çabuklaştırmasını niyaz ediyorum.
ANAYASA MAHKEMESİNİNİN HİZBUTTAHRİR KARARI
Anayasa Mahkemesi, Hizb-ut Tahrir yargılamalarıyla ilgili yeni bir "hak ihlali" kararı daha verdi. 2005 yılında İstanbul Fatih Camii’nde Hizb-ut Tahrir tarafından gerçekleştirilen basın açıklamasına yönelik yargılanan Yılmaz Çelik hakkında hak ihlali yapıldığı karar verdi ve Fatih Camii’nde yapılan gösterinin terör eylemi olmadığı sonucuna vardı. Yine aynı şekilde ilk derece mahkemesinin Hizb-ut Tahrir’i terör örgütü olarak nitelemesini hukuka aykırı buldu.
Anayasa mahkemesinin bu hak ihlali kararı ilk defa hak verilmiş bir karar değil. AYM daha öncede biri genel kurul, 7’si daire olmak üzere toplam 8 ayrı hak ihlali kararı verdi. Anayasa Mahkemesi daha önce vermiş olduğu kararları teyit ederek derece mahkemelerinin kararlarında Hizb-ut Tahrir'in bir “terör örgütü” olarak kabul edilmesine ilişkin yeterli bir değerlendirme yapılmadığını ifade etti.
Anayasa Mahkemesi’nin Hizb-ut Tahrir yargılamalarına ilişkin hak ihlali kararlarına rağmen ilk derece mahkemeleri hukuku ayaklar altına alarak Hizb-ut Tahrir’e yönelik yargı zulmüne devam ediyorlar. Hizb-ut Tahrir’i terör ile ilişkilendirecek maddi ve hukuki hiçbir delil ortaya koyamadan ezber ve şablon cümlelerle ceza yağdırıyorlar.
Halbuki Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, AYM ‘nin verdiği kararların mahkemeler tarafından uygulanması gerektiğini ve bu kararların uygulanmak için var olduğunu ve ‘Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun' açıklamalarında bulunmuştu. Yine geçtiğimiz aylarda AYM Başkanı Zühtü Arslan ise bu konuda bir mahkemenin verdiği karar uygulanmıyorsa orada yargılama yapmanın da mahkemenin karar vermesinin de bir anlamın kalmayacağını belirtmiş ve "Anayasa Mahkemesi kararlarının ülkede bulunan tüm kuruluşları bağladığını” ifade etmişti.
Fakat tüm bu açıklamalara rağmen yerel mahkemelerin AYM kararlarını hiçe sayarak Müslümanlara yönelik keyfi uygulamaları bir türlü bitmek bilmiyor. Söz konusu yerel mahkemeler “Düşman ceza hukuku” prensibi ile düşüncesine muhalif gördüğü tüm kesimleri uydurma ve sahte deliller ile cezaevlerine mahkûm ediyorlar. Hizb-ut Tahrir mensupları hem Kemalist yargıçların hem de "FETÖ" olarak isimlendirilen yapıya mensup yargıçların zulmüne uğradı. Mahkemelerin verdiği bu haksız kararlar sonucu yüzlerce Müslüman yargı zulmüne maruz kaldı. Müslümanlar hukuksuz bir şekilde yıllarca cezaevinde yattı. Hukuksuz kararlar, ailelerin, çocukların mağduriyetine yol açtı.
Türkiye’de Müslümanlara yönelik bu uygulama ve cezalar tamamen haksız ve adaletsizdir. Kendi kanunlarına bile aykırıdır. Düşünce özgürlüğü kapsamında uygulanan kanunlara, aynı zamanda Anayasa Mahkemesinin almış olduğu hak ihlallerine de aykırı bir ceza istemidir. Hizb-ut Tahrir davalarından yargılanan müslümanlar cebir, şiddet ve silah olmadığı halde ideolojik ve siyasi saiklerle hareket eden yargıçlar tarafından terörle suçlanıyorlar. Bunun adı hukuksuzluktur bunun adı apaçık zulümdür.
Defaaten söyledik yine söylüyoruz. Yerel mahkemeler artık gereğini yapmalı ve sorumlu oldukları hukuka uygun hareket etmelidir. Hizb-ut Tahrir’e yönelik bu yargı zulmüne artık bir son verilmelidir. Son olarak bilinmelidir ki; zulümle abad olunmaz.
BAE-TÜRKİYE YAKINLAŞMASI
Şimdi size geçtiğimiz hafta ortasında Cumhurbaşkanlığı Külliyesine yapılan bir ziyaretten bahsetmek istiyorum. Ziyarete gelen kişi, Türk silahlı Kuvvetlerinin atlı birliklerinin refakatinde, 21 pare top atışı eşliğinde, mavi halılar üzerinde en üst düzey protokol ile karşılandı.
Bu kişi kimdi biliyor musunuz? Türkiye’nin “gardaşım” dediği Azerbaycan’ın Cumhurbaşkanı değil, tarihten gelen güçlü bağlar nedeniyle Türkiye’nin kardeş ülke gördüğü Pakistan’ın devlet başkanı değil, veyahut Türkiye ile yakın dostluk ilişkileri olan ülkelerin devlet başkanları da değil. Evet söz konusu devlet başkanları Müslümanların gerçek dostları olmasalar da ziyarete gelenler onlar değil.
Bilakis bu kişi, iktidarın 15 Temmuz darbesinin finansörü ve destekçisi olmakla suçladığı, PKK/PYD gibi terör örgütlerine destek vermekle itham ettiği, Libya, Mısır, Suriye ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşı safında yer alan bir kişi. Bu kişi aynı zamanda Yahudi varlığı İsrail’le sırıtarak normalleşme anlaşması imzalayan, sömürgeci efendilerine uşaklıkta sınır tanımayan ve de İslam beldelerindeki müfsit politikaları nedeniyle Arap beldelerinde şeytanın kardeşi lakabıyla ünlenen bir kişi. Evet bu kişi Birleşik Arap Emirlikleri’nin Abu Dabi Veliaht Prensi Zayed. Namı diğer karanlıklar prensi.
İşte o prens geçtiğimiz hafta beraberinde bir heyet ve ajandasında 10 milyar dolarlık yatırım anlaşmasıyla Türkiye’ye geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmişte yaşananlar hiç önemli değilmiş gibi Abu Dabi prensini taltif ederek en üst düzey protokol ile ağırladı. İktidar medyası da bu ziyareti daha önce yazdıklarından hiçbir mahcubiyet duymadan diplomatik başarı olarak lanse etti. Troller ise Türkiye’nin Birleşik Arap Emirlikleri’ne diz çöktürdüğü algısını işlemeye başladılar.
Bu ziyaret vesilesiyle insanı insan yapan ilke, erdem onur gibi ne kadar değer varsa reel politiğe kurban edildi yine. “Dün dündür bugün bugündür” anlayışı Müslümanların yüzüne bir tokat gibi çarptırıldı yine.
Kıymetli Müslümanlar, denilebilir ki, halkı Müslüman olan iki ülkenin birbiri ile yardımlaşması kötü bir şey midir? Düşman olarak kalmaları daha mı iyi?
Elbette ki Müslümanlar arasında yardımlaşmak dostane ilişkiler kurmak çok iyi bir şeydir çok hayırlı bir şeydir ve gereklidir de. Lakin ne yazık ki, meselenin aslı böyle değil. Bu ziyaret ve beraberinde yapılan anlaşma Müslümanlar arasında bir yardımlaşma değildir. Bilakis fırsatçılıktır ezikliktir. Batan geminin mallarını ucuza kapatmaktır. Türkiye’nin önemli şirketlerini varlık fonu üzerinden yok pahasına satmak ve satın almaktır. Eğer aksi olsaydı, bu yöneticiler Müslümanların maslahatlarını gerçekten düşünselerdi başından beri yardımlaşırlardı. Güçlerinin ve devletlerinin birleşmesi için azami gayret gösterirlerdi. Birbirlerinin kuyusunu kazmak yerine asıl düşman olan sömürgeci kafirleri kovmak için mücadele ederlerdi. Ümmetin servetlerini faiz lobilerine yerel ve uluslararası kapitalist şirketlere peşkeş çekmezlerdi. Ümmet sefalet içindeyken saraylarında lüks bir yaşam sürmezlerdi. Batılı efendilerine hizmet etmek için birbirleriyle yarışmazlardı. Dolayısıyla Birleşik Arap Emirlikleri ile Türkiye’nin işbirliği samimi bir yardımlaşma, zor günlerin dostu olma meselesi değildir. Kapitalizmin ideolojisinden kaynaklanan ucuz menfaat anlaşmasıdır. Kazan kazan siyasetidir. Aslında bu yakınlaşma sömürgeci batılı devletlerin bölgeye dönük siyasetiyle ilgilidir.
Bu anlaşma ABD başkanı Biden’ın Ortadoğu’da gerginlik istemeyen yeni siyaset stratejisi ile ilgilidir. Bu sebeple Türkiye bölgedeki tüm sözde düşmanlarıyla bir bir barışıp normalleşiyor. Bu süreç, Mısır’daki darbeci Sisi rejimi ile başladı. Şimdi İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri ile devam ediyor. Sıradaki normalleşmenin Suriye’deki zalim Esad rejimi ile olacağına neredeyse şüphe yok gibi. Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan dün akşam yaptığı açıklamada Abu Dabi’ye bir iade-i ziyaret yapacağını ve hemen ardından da İsrail ve Mısır ile diplomatik ilişkilerin düzelmesi yönünde adımlar atılacağını söyledi. Dolayısıyla kıymetli Müslümanlar, mesele Müslümanların maslahatı değildir. Mesele sömürgeci kafirlerin bölgedeki rejimlere yüklediği rollerin değişmesi meselesidir. Mesele, katillerin, şeytanların ve Allah düşmanı Yahudilerin işledikleri cürümlerin normalleşe adı altında maddi kazanç adı altında temize çıkarılması meselesidir.
Sayın Erdoğan, hani siz kazanınca Mısırlı Müslümanlar kazanıyordu. Hani siz kazanınca Filistinli mazlumlar kazanıyordu. Kudüs ve Aksa kazanıyordu. Hani siz kazanınca Suriye devrimi kazanıyordu. Arakan, Doğu Türkistan kazanıyordu. Hani siz kazanınca Türkiye kazanıyor ümmet kazanıyordu. Hani Yahudilerle normalleşenler hainlerdi, hani darbeci katillerle yan yana gelmek sizin kitabınızda yoktu. Hani Birleşik Arap Emirlikleri ekonomimize ve iktidarınıza yapılan saldırıları finanse ediyordu. Hani onların doları varsa bizim de Allah’ımız vardı. Öyleyse şimdi Allah’a sığınmak yerine neden onlara ve kirli dolarlarına sığınıyorsunuz. Neden yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz. Çünkü Allah’ı unuttunuz. Çünkü bir adı da samimiyet olan dine, İslam’ı sırtınızı döndünüz. Müslümanlara menfaatçiliği öğütlediniz. İzzeti İslam’da aramak yerine laiklik ve demokraside aradınız. Oysaki Allah’a dayansaydınız, Allah’ın nizamını tatbik etseydiniz güçlü ve izzetli olurdunuz. Yerin ve göğün bereket kapıları size açılırdı.
Son olarak bir nasihat olması için size şu hatırlatmayı yapmak istiyorum. Ekonomik krizden kurtulmanın tek yolu İslam iktisat nizamıdır. Kafirlerin tahakkümünden kurtulmanın tek yolu da Raşidi Hilafet devletidir. Bunun için gerekli olan tek şey ise samimi bir iman ve sağlam bir irade ortaya koymaktır.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
30 Kasım 2021
#hizbuttahrir#hizbuttahrir türkiye#islam#müslüman#hilafet#halk#türkiye#müslüme#çocuk#gaziantep#hak ihlali#anayasa mahkemesi#yılmaz çelik#2005#israil#bae#türkiye#azerbaycan#erdoğan
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!