HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

AYM’YE RAĞMEN HİZB-UT TAHRİR’E YÖNELİK DEVAM EDEN HUKUKSUZLUĞA TEPKİ YAĞDI

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut Kar, gündeme ilişkin açıklamalarda bulunuyor. -HİZB-UT TAHRİR’E YÖNELİK DEVAM EDEN HUKUKSUZLUĞA TEPKİ YAĞDI -5 ARALIK DÜNYA KADIN HAKLARI GÜNÜ KUTLAMALARI -CUMHURBAŞKANLIĞI SENFONİ ORKESTRA BİNASI AÇILDI -DİYANET’İN CUMA NAMAZI FETVASI

AYM’YE RAĞMEN HİZB-UT TAHRİR’E YÖNELİK DEVAM EDEN HUKUKSUZLUĞA TEPKİ YAĞDI

Geçtiğimiz hafta malum Hizb-ut Tahrir ile ilgili yargılamalarda kamuoyunun tepkisine neden olan bazı gelişmeler yaşanmıştı. Bu hafta yine bu konu ile toplantımıza başlamak istiyorum. 2017 yılında Köklü Değişim Medya tarafından İstanbul’da yapılması planlanan “Dünya Hilafete Neden Muhtaç” isimli konferansımız iptal edilmişti. Ve şahsım dâhil konferansta konuşmacı olacak 4 arkadaşım hakkında dosya açıldı. İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden yargılamada savcılık mütalaası verildi ve İstanbul Cumhuriyet Savcısı dört kişi hakkında toplam 52.5 yıl istedi. Peşinden Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı verdiği Yılmaz ÇELİK ile ilgili dosyada yeniden yargılamayı yapan Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi yine eski cezayı, yani 7,5 yıl cezayı yeniden verdi. Hem de AYM’nin kararı hakkında hiçbir izahat yapmadan ve yeni somut bir gerekçe ortaya koymadan bu cezayı verdi.

Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararlara rağmen devam eden bu hukuksuzluğu kamuoyu ve birçok kesim tepki ile karşıladı. Öncelikle Mazlum-der ve Özgür-der, Hak İnisiyatifi başta olmak üzere İnsan Hakları Dernek Temsilcileri kararlara tepki verdiler ve açıklamalar yayınladılar. Gazeteci ve yazarlar konu le ilgili makaleler yazdılar, yaşanan hukuksuzluk birçok medya kuruluşu tarafından haberleştirildi. Siyasi partilerden temsilciler arayıp konu hakkında bilgi aldılar ve geçmiş olsun temennilerini ilettiler. Sosyal medyadan birçok hukukçu, avukat ve kanaat önderi bu hukuksuzluğa tepki gösterdiler. AYM kararlarına rağmen Hizb-ut Tahrir’e yönelik yürüyen bu hukuksuzluğa karşı tepkisini ortaya koyan tüm kuruluşlara, STK temsilcilerine, gazeteciler ve medya mensuplarına siyasi parti temsilcilerine duyarlılıklarından dolayı teşekkür ediyoruz. Sağ olsunlar, hakkın, hukukun ve mağdurun yanında oldukları için Allah kendilerinden razı olsun.

Kıymetli Müslümanlar!

Bununla beraber bu açık hukuksuzluğu görmeyen, aksine ideolojik bakışlarının esiri olan laik Kemalist bir kısım çevre, her dönemde olduğu gibi yine İslam’a ve Müslümanlara olan kinlerini ve öfkelerini ortaya döktüler. Zihinlerini ortaçağ Avrupa’sına teslim etmiş bu zavallılar, bu köhnemiş kafalılar her fırsatta Hizb-ut Tahrir’e ve Hilafete olan düşmanlıklarını açığa vuruyorlar. Bu kez de boş durmadılar. Hukukçu kimliklerini bir kenara bıraktılar, laik Kemalist kimliklerini barizleştirerek özelde Hizb-ut Tahrir’i genelde Hilafet isteyen Müslümanları hedef gösterdiler. Eski YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve Cumhuriyet Gazetesi, sanki mal bulmuş mağribi misali hemen Hizb-ut Tahrir hakkında karalama kampanyası başlattılar. İraptan mahalli olmayan sözde hukukçu Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun hezeyanlarına ortak olan Cumhuriyet Gazetesi ‘’Ankara’da Hilafet Sessizliği’’ başlığı ile yaptığı haberini yalan ve iftiralarla süsleyerek servis etti. Bu bize bir dönem Hizb-ut Tahrir hakkında yalan ve karalama haberleri ile meşhur olan Gülen medyasını hatırlattı, Samanyolu TV ve Zaman Gazetesini hatırlattı. Ne zaman Türkiye’de kaos ve gergin bir gündem olsa bu mahfiller Hilafet isteyen samimi Müslümanlara çamur atmak için harekete geçiyorlardı. Şimdi de bu laik Cumhuriyetçiler de aynı şeyi yapmaya çalışıyorlar. Hâlbuki hem Eminağaoğlu hem de Cumhuriyet Gazetesi ve diğer sol medya organları Hizb-ut Tahrir hakkında AYM’nin hak ihlali kararlarının olduğunu biliyorlar. Bunu bildikleri halde mahkemeler ve resmi kurumlar üzerinde baskı kurmaya ve kamuoyunda algı oluşturmaya çalışıyorlar. 2016 yılında gerçekleşen, bırakın bir insanın elinin çizilmesini herhangi bir sandalyenin dahi çizilmediği Hilafet Konferansı hakkında soruşturma istiyorlar.

Bunlara diyoruz ki bizim yaptığımız organizasyonlarımıza değil de kendi yaptıklarınıza bir bakın, asıl kargaşa, kavga, dövüş ve terörü orada görürsünüz. Ama biz biliyoruz ki bu kesimlerin Müslümanlarla derdi var ve bunu 100 yıllık bir düşmanlıkla sürdürüyorlar. Bunlar kendileri gibi laik Kemalist ideolojik düşünceye sahip olanlara bir hukuksuzluk söz konusu olduğunda hak ve adaletten konuşurlar. Ama Müslümanlara yönelik bir hukuksuzluk olunca kin ve nefretlerini kusarlar. Tüm medya güçleriyle İslam’a ve Müslümanlara saldırırlar. Çamur at izi kalsın mantığıyla bir karalama operasyonu içerisine girerler. Bunların en büyük fobileri Hilafet ve İslam, bu fobiyi 100 yıldır üzerlerinden atamadılar. Bunlardaki Hilafetfobia kalıcı…

Buradan İslam ve Hilafet fobisi olan bu zevata sesleniyorum! Biz sizin İslam’a karşı kininizi de biliyoruz, Hizb-ut Tahrir’e ve Hilafete karşı olan düşmanlığınızı biliyoruz. Biz sizin hukuka ve adalete nasıl baktığınızı dedelerinizin mahkemelerinden biliyoruz. İstiklal mahkemelerinde zorba kanunlarınız ile Müslümanları yargılayıp, sonra da onlara neler yaptığınızı çok iyi biliyoruz. Unutanlar olmuş olabilir ama biz sizin bu eşkıyalıklarınızı hiç unutmadık. Fakat şunu bilin ki artık sizin miadınız dolmuştur. Yakında tarihin karanlık çöplüğünde yer almaya mahkûm olacaksınız. Bu ümmet siz ve sizin gibilere artık pabuç bırakmayacaktır. 

 Kıymetli Müslümanlar! Bu Kemalist çevrelerin açıkça gösterdikleri düşmanlık, kin ve nefret İslam’a ve Müslümanlara… Kalplerinde gizledikleri ise daha büyük...

‘’…Kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmaktadır. Kalplerinde gizledikleri düşmanlıkları ise, daha büyüktür…’’  (Ali-İmran-118)

Elbette onlar işini yapıyor bizde işimizi yapacağız. Onlar bu saldırı ve hezeyanları devam ettirecekler. Ama onların tüm bu kara propagandalarına ve saldırılarına rağmen Hizb-ut Tahrir’in izzetli yürüyüşünü devam ettirecek ve yolundan bir milim dahi sapmayacaktır. Hizb-ut Tahrir’in yolu Allah Rasul’ünün yoludur, bu yolun sonu ise Allah’ın izniyle 2. Raşid-i Hilafet Devletidir.

5 ARALIK DÜNYA KADIN HAKLARI GÜNÜ KUTLAMALARI

Kapitalist Batı’nın Dünya Kadın Hakları Günü olarak ilan ettiği 5 Aralık günü Türkiye’de de iktidar ve muhalefet partileri, feminist örgütler ve kadın dernekleri tarafından bir dizi etkinlik yapıldı. Kadın Hakları savunan, kanının koruyan bu sözde kadın hakkı savunucuları 5 Aralık gününü kutladılar. Sözde diyorum, çünkü zira kapitalist Batı, kadını hiçbir zaman korumamıştır. Türkiye’de Batı’yı taklit eden bu parti, kurum ve kişiler kadını ve hakkını asla düşünmemektedirler. Eğer bunlar gerçekten kadını düşünselerdi onun ticari bir obje olarak kullanılmasına müsaade etmezlerdi. Kapitalist Batı’nın tek derdi menfaat ve çıkardır, onun tek kutsalı paradır. Bu günlerde kadının seçme ve seçilme hakkını savunmak için kamuoyuna medyaya konuşan kadınlar bile kapitalist Batı için dekoratif bir malzeme görevi görmektedir.

Kıymetli Müslümanlar! Kadın Hakları günü nasıl ortaya çıkmıştır biliyor musunuz? Orta çağ Avrupa’sında kadınlara atlardan, çitlik hayvanlarından daha az kıymet veriliyordu.  18. yüzyılın sonlarına kadar cadı avlarında kilise ve kralların zulmüne maruz kalan kadınların toplumda hiçbir kıymeti yoktu. Sanayii devrimi ile fabrikalarda kölelere dönüştürülen kadınlar ve çocukların maruz kaldığı bu zulüm sosyalist ideolojinin Avrupa’da yayılması ile gevşetildi. Sosyalizm karşısında bekasını koruyabilmek için “işçi sınıfına” bazı haklar tanıyan kapitalizm aynı sebeple kadınlara da birtakım haklar tanıdı. 20. Yüzyılın başlarında kadına seçme ve seçilme hakkı verdiğini söyledi. Sırf varlığını koruyabilmek için kadını hatırladı.

Oysa İslam bundan ta 1400 yıl önce kadını korunması gereken bir değer olarak, evinde sultan, pazarda tüccar, eşinin başında taç olarak tanımladı.  “Cennet annelerin ayakları altındadır.” diyerek kadının gerçek yerini ve değerini beyan etti. Hem kadının hem de erkeğin hakkı İslam Nizamının bir hukuk normudur. Kadına seçme hakkını ta 7. yüzyılda ilk tanıyan İslam’dır. Kadına seçme ve seçilme hakkını daha 19. Yüzyılda veren Batılılar Akâbe tepesinde Rasulullah’a beat veren Müslüman kadınlardan bihaber miydi sanıyorsunuz? Hak din olan İslam, "sizin en hayırlınız kadınlarınıza karşı en hayırlı olanınızdır" diyerek erkeğin hayrını, kadının hakkını teslim etmesine bağlamıştır! İslami yönetim döneminde tek bir kadının feryadı için ordular seferber edilirken, bugün yüzbinlerce kadının feryadına kulak tıkanıyor, tecavüz edilmesine göz yumuluyor. Böyle mi kadın haklarından bahsediyorlar. Kadını özgürlük sloganları ile köleleştiren, bedenini ticari bir meta olarak pazarlayanlar, anneliği kariyerin ardına itenler mi kadın haklarında bahsediyorlar? Kimse Batı'nın kadına değer verdiğini söylemesin! 

Peki ya kadını bu düştüğü köhne düzenden kim kurtaracak! Siz mi Sayın Erdoğan! Bundan tam 30 küsur yıl önce 1989 yerel seçimlerinde Refah Partisi Beyoğlu Belediye Başkan Adayı olarak oy toplamak için Beyoğlu’ndaki otelleri gezerken hayat kadınları ile karşılaşmış ve onlarla geçen anınızı yıllar sonra anlatmıştınız. O otelde bulunan 25 kadar hayat kadını size “buraya niye geldiniz” diye sorduklarında ne cevap verdiniz? “Sizi düştüğünüz bu karanlıktan çıkarmak için geldik, oyunuzu gönlünüzü ve desteğinizi istiyoruz” dediniz. Belediye başkanı oldunuz, Başbakan oldunuz, Cumhurbaşkanı oldunuz... Ne oldu? Size oy verdiler mi verdiler, peki siz onları kurtarabildiniz mi, o kadınları düştükleri karanlık çukurdan çıkarabildiniz? Hayır! Bırakın onları düştükleri çukurdan çıkarmayı sayın başkan, sizin 18 yıldır iktidar olduğunuz bu ülkede hala genelevleri açık? 18 yıldır her seçim döneminde Partinizin Kadın Kollarındaki Müslüman kadınları ev ev dolaştırıp çalıştırdınız, sonra o Kadın Kollarınız çıktı Aileyi kökünden yıkan yasaları, İstanbul Sözleşmesini savunur hale geldi. 

Hangi kanın haklarından bahsediyorsunuz, hangi kadını kurtarmaktan bahsediyorsunuz, siz ailenin en kıymetlisini, anneyi evin direğine, kocasına asi kılmak için kanunlar yasalar çıkardınız. Sonra o direk yıkıldı ve aile yıkıldı. Beyoğlu’ndaki o hayat kadınının dediği gibi Sayın Başkan! Siz kadınları kurtaramadınız, daha da büyük bir felaket çukuruna sürüklediniz. Bugün laf cambazı gibi konuşan partinizin Kadın Kolları’ndaki feminist vekiller “bizim zamanımızda kadınlar özgürlüğüne ve haklarına kavuştu” diyerek aslında sizin ne yaptığınızı anlatıyorlar. Binlerce aileyi genç yaşta evlendi diye dağıttınız. Zinayı 2004 yılında serbest bıraktınız, flörtü, gayrı meşru ilişkiyi özendiren İstanbul Sözleşmesi’ni onaylayıp uyguladınız. Ne için kadın hakları için mi? Babaları tecavüzcülerin koğuşuna kapattınız. Çocukları babasız, kadınları eşsiz bıraktınız. Sonra çıkıp güçlü kadın sloganları attınız. Bu mu kadın hakları?

Aslında sizin derdiniz kadın haklarını korumak falan değil, siz ve partinizin Kadın Kolları’na bağlı KADEM gibi derneklerin derdi, verdiği fonlar karşılığında ödevlerinizi tamamlayıp Avrupa’dan yıldızlı pekiyi alabilmek. Size hala faydası olacaksa, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’in şu sözü ile nasihat ediyoruz: “Sizler karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yolunu izleyeceksiniz/onların inançları ve yaşayışlarını ölçü edineceksiniz. İnsanın giremeyeceği küçük bir kertenkele deliğine girecek olsalar, siz de onları takib edeceksiniz.” Bunun üzerine sahabeler sordu: "Ya Rasûlullah! Yahûdiler ve Hristiyanlar mı?" Rasulullah şöyle buyurdu: “Ya başka kimler olacaktı?”

İŞÇİSİNİN MAAŞINI ÖDEMEKTE ZORLANAN ESNAF MI SENFONİ DİNLEYECEK?

Temeli 1997’de atılan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yeni binası 23 yıl sonra bitirilerek açıldı. 23 yıl boyunca hatta projesini de hesaba katarsak 27 yıl boyunca bu binaya toplamda ne kadar para harcandığını bilmiyoruz. Bu binanın tamamlanması için 2017 yılında yeniden ihale açıldı ve 328 milyon liraya bir inşaat firmasına ihale edildi. Yani sadece son 3 yılda harcanan para 328 milyon lira. Ekonomik krizin halkın belini büktüğü şu günlerde opera binası açmak, bunu övgülerle süslemek aslında iktidarın kime hizmet ettiğinin de bir göstergesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, açılış töreninde yaptığı konuşmada, salgının tüm dünyada vahim boyutlara ulaştığına dikkat çekerek, “Ankara ve Türkiye’nin kültür ve sanat hayatı için son derece önemli bir eser olduğu için konser salonunun açılışını ertelemek yerine hemen gerçekleştirmeyi istedik” dedi.

Allah aşkına söyleyin! Milyonlarca lira harcanan bu binaya opera dinlemeye kim gidecek? Memurlar mı? Sağlık çalışanları mı? Siteler’de, Ostim’de, Şaşmaz’da çalışan işçiler mi? İşçisinin maaşlarını ödemekte zorlanan esnaf mı? Ay sonunu getiremediği için çalışmak zorunda kalan emekliler mi? Kim? Kim gidecek? Bayburt Bayburt olalı böyle zülüm görmedi diyen Müslüman halk mı? Elbette onlar gitmeyecek. Senfoni dinlediğinde kendini kalkınmış gören, kültürle donanmış kabul eden bir avuç laik jakoben azınlık bu konser salonunu kullanacak.

Açılışta gazetecilerin sorularını cevaplayan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy ise orkestranın Türkiye’nin kültürel mirasının bir parçası olduğunu söyledi. Yapımında eşsiz teknolojilerin kullanıldığı ve özel akustik sistemin oluşturulduğunu söyleyen Bakan Ersoy, binayı “çocuklarımızın geleceğinin temeli” olarak nitelendirdi.

Kıymetli Müslümanlar!

Biz musiki dinlenmesine elbette karşı değiliz. Ancak biz İslam’ın temelini oluşturduğu Anadolu kültürünün yok sayılıp batı kültürüyle genç nesillerin yetiştirilmesine karşıyız. Biz, hayat pahalılığı zirve yapmışken, geçim sıkıntısı had safhaya ulaşmışken, halkımız ekonomik dar boğaz içinde çırpınırken milyonlarca lira harcanarak opera binası yapılmasına karşıyız. Biz evine ekmek götürme derdinde olan halktan toplanan vergilerle bir avuç azınlığa opera binası yapılmasına karşıyız! Bizim itirazımız, tepkimiz, eleştirimiz işte bu zihniyetedir.

DİYANET’İN CUMA NAMAZI FETVASI

Geçtiğimiz hafta Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Cuma namazına ilişkin bir fetva yayınladı. Yayınlanan fetvada; hastalık, şiddetli yağış, aşırı sıcak ve soğuk gibi salgın hastalığın da cuma namazının farziyetini düşüren mazeretler kapsamında olduğu belirtildi. Buna göre Camide mesafe şartını sağlayacak şekilde yer bulamayanların içeriye girmelerinin doğru olmadığı ve cumayı terk edip öğle namazını kılmaları gerektiği söylendi. Öncelikle Diyanetin İslam’ın Cuma ve cemaat namazı ve de salgın hastalıkla ilgili hükümleriyle bağdaşmayan bu fetvayı neden yayınladığını sormamız gerekiyor. Zira diyanet bunu ilk defa yapmıyor.

Daha pandemi sürecinin en başında camilerin kapatılması için fetva vermişti. Bu kapanma sebebiyle Müslümanlar aylarca Cuma ve cemaat namazlarından mahrum kaldılar. Hatırlarsanız Karantina günlerinde en önce camiler kapatıldı, normalleşme başladığında ise en son camiler açıldı. Biz o zaman Anıtkabir serbest cami yasak başlığı adı altında camilerin kapalı kalmasına itiraz etmiştik. Bugünde Müslümanları vebal altında bırakan bu fetvaya itiraz ediyoruz.

Ayrıca buradan soruyoruz! İnsanların manevi olarak camilere en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde sürekli tedirginlik havası estirip toplumu camiden soğutmak kimin düşüncesidir? Abdest alınarak girilen Allah’ın tertemiz evlerine virüsün dolaştığı yer muamelesi yapmak hangi aklın ürünüdür? Deniliyor ki, “vakıa sayıları artış gösteriyor bu yüzden camilerde tedbir alınması lazım” Kim söylüyor bunu? Her fırsatta İslam’a olan kinini dışa vuran Kemalist medya söylüyor. Başka kim söylüyor? Metro ve Metrobüsler’de sefer sayısını azaltarak insanlara tıka basa yolculuk yaptırdığı halde pişkin bir şekilde İstanbul müftüsüne ve İstanbul valisine camilerde önlem alması çağrısı yapan CHP’li Ekrem İmamoğlu söylüyor. Diyanet’te onların tahriklerine kapılarak Cuma namazının farziyetini kaldıran fetva yayınlıyor. Yeter ki Pandemiyi istismar eden Kemalistler kızmasın. Yeter ki iktidar daha fazla zor durumda kalıp oy kaybı yaşamasın!

Allahtan korkun Ey Diyanet Mensupları! Bu ülkeyi İmamoğlu ve Kemalist zihniyet mi yönetiyor? Eğer gerçekten İnsanların sağlığını ve ümmetin selametini düşünüyorsanız her şeyi en iyi bilen Allah’ın şeriata uygun hareket edin. Önce Korona virüsün nesili ve ekini ifsat eden kapitalist zulüm sisteminin sebeb olduğu bir bela olduğunu söyleyin. Çözümün ise âlemlere rahmet olarak gönderilen İslam dininin bir bütün olarak tatbik edilmesi olduğunu söyleyin. İslam’da din ile devlet işlerinin ayrılamayacağını, Demokrasinin küfür, Hilafetin farz olduğunu söyleyin. Virüsü bahane eden Kemalist zihniyetin asıl derdinin İslam’a duydukları nefret ve iktidar nimetlerinden mahrum kalmak olduğunu söyleyin. Sonra bir dediği öbür dediğini tutmayan yöneticilere Müslümanları aldatmanın haram olduğunu söyleyin.  Allah’ın yönettikleri hakkında yarın onlardan hesap soracağını söyleyin.

Kıymetli Müslümanlar! Son olarak diyoruz ki Müslüman ülkeler, benzeri birçok vaka yaşamışlardı. Örneğin H. 18. yılda Şam’da Romalılar ile şiddetli bir savaşa girdiklerinde, veba sınavına maruz kalmışlardı. Yine 6. yüzyılın ortalarında ümmet, moda tabirle şarbon adıyla bilinen “eş Şakafe” hastalığına maruz kalmış, bu hastalık, Şam’dan Mağribe kadar yayılmıştı. Müslümanlar yine 8. yüzyılın ortalarında Şam’da “Büyük Taun” olarak bilinen bir salgın ile denenmişlerdi. Bütün bu vakalarda camilere kilit vurulmamış, Cuma ve cemaat namazı durdurulmamış, insanlar evlerine kapatılmamıştı. Aksine hastalar izolasyon altına alınmış, sağlıklı kimseler cihat ve dünyanın imarı işleriyle meşgul olmuşlardı. Camilere gitmişler, omuz omuza namaz kılmışlar, salgının kötülüğünden korunmak için Allah’a dua etmişlerdi. Buna ek olarak sağlık tedavisi görmüşler, hasta bakımında bu yolu izlemişlerdi. İşte salgın ile doğru mücadele budur kıymetli Müslümanlar! Bunu buradan yöneticilere hatırlatıyoruz.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.