Batı, Öldürüyor, Yok Ediyor, Sonra Mahkeme Açıyor!
Esad Mansur, Güney Afrika’nın Yahudi varlığının soykırım yaptığına dair açtığı davaya ilişkin Lahey’deki Uluslararası Mahkemenin verdiği karar hakkında bir makale ele aldı.
بسم الله الرحمن الرحيم
Sözde Uluslararası Adalet Divanı! Batı Hegemonyasını Onaylamış ve Yahudi Varlığının Lehine Bir Karar Vermiştir!
Lahey’deki Uluslararası Mahkeme, 26 Ocak 2024’te Güney Afrika’nın Yahudi varlığının soykırım yaptığına dair açtığı davaya ilişkin karar verdi ancak 75 yıldır soykırım uygulayan Filistin gaspçısı Yahudi varlığını, Gazze’de soykırım uygulama suçundan beraat ettirdi. Karar şöyle diyor: ““İsrail”, Soykırım Sözleşmesinin ikinci maddesi kapsamındaki tüm eylemlerin işlenmesini önlemek için kendi yetkisi dahilindeki tüm önlemleri almalıdır.” Karar şunu da ekledi: ““İsrail”, Gazze sakinlerinin öldürülmesinden, onlara saldırmaktan ve yok etmekten kaçınmak ve Gazze Şeridi’ndeki acil insani ihtiyaçların derhal karşılanmasını sağlamak da dahil olmak üzere altı ara tedbiri taahhüt etmelidir.” Hatta Yahudi varlığından saldırganlığını durdurmasını dahi talep etmedi, saldırganlığına devam etmesini onayladı, dahası yaptıklarını onayladığı gibi onun Gazze’de işlediği iğrenç soykırım eylemlerinden dolayı kınamadı!
1948 Soykırım Sözleşmesi şunu söylüyor: “Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen şu fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur: Gruba mensup olanların öldürülmesi;grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi; grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek.” Peki bu söz, suçlu Yahudilerin büyük bir kinle yaptıkları ve Gazze’de yaklaşık 4 ay boyunca kindar bir şekilde on binlerce çocuk, kadın ve erkeği öldürmesi, oradaki evleri, okulları, üniversiteleri ve hastaneleri yıkması, onları silip süpürmesi, canlı insanları diri diri gömmesi ve onları yiyecek, su, ilaç, elektrik, yakıt ve her türlü yaşam nedenlerinden mahrum bırakması için geçerli değil midir?!
Buna rağmen Yahudi varlığı karardan hoşnut olmadı; çünkü o, kendisini insanlardan üstün görüyor. Nitekim Yahudi varlığının başbakanı şöyle demişti: “Sadece davayı düşünmek yüz kızartıcı bir durum olup sadece ordunun ne yaptığı konusunu tartışmak ise nesiller boyu silinmeyecek olan bir utançtır!” Dolayısıyla bu, kibir ve böbürlenmenin ötesinde bir kibir ve böbürlenmedir! Zira Yahudiler kendilerini insan olarak görüyorlar, dahası kendilerini diğer insanlardan üstün görüyorlar; kibirli yetkililerinin söyledikleri göre kendileri dışındakiler insan görünümlü hayvanlardır ya da diğerlerinin söylediklerine göre de yarı insandır. Bu küçümseyici bakış açısı, Batı dünyasının Yahudilerle aynı safta yer alması, İslam dünyasındaki rejimlerin sessiz kalması, dahası bu rejimlerden bir kısmının Yahudi varlığını desteklemesi ve onunla ticari ve diplomatik ilişkilerini kesmemesi; evet tüm bunlar, Yahudilerin soykırımı işlemeye devam etmesini sağlamaktadır.
Sisi’li Mısır Gazze’deki ilmiği öylesine sıkılaştırıyor ki Mısır Devlet Enformasyon Servisi (SIS) Başkanı Diaa Rashwan, 24/01/2024 günü şöyle demiştir: “Mısır, Mısır Refah kapısından Gazze ile olan sınıra kadar 5 kilometre genişliğinde bir tampon bölge kurdu, 1500’den fazla tüneli yok etti, Gazze Şeridi ile olan sınır duvarlarını yerin üstünden 6 metre yükselterek ve yerin altına da 6 metre indirerek beton duvarlarla güçlendirdi; artık Sina ve Filistin Refah kapısı arasında 3 kontrol noktası bulunmakta olup bu da gerek yer üstünden gerekse yer altından herhangi bir kaçakçılık operasyonunu imkansız hale getirmektedir!” Dolayısıyla tıpkı aptal Cumhurbaşkanı Sisi gibi bu aptal yetkili de, Yahudi varlığının yaptığı gibi Gazze’de Yahudi varlığının duvarlarına benzer duvarlar örerek, bariyerler dikerek ve tünelleri yıkarak Gazze halkına yönelik kuşatmayı sıkılaştırmak yoluyla gerek kendisinin, gerek Cumhurbaşkanının, gerekse rejiminin Yahudi varlığının işlediği soykırıma fiili olarak ortak olduklarını ifşa ediyor.
Türkiye Ulaştırma Bakanı Abdülkadir Uraloğlu‘nun 11/1/2024 tarihli itiraflarına göre, Yahudi varlığını desteklemek için 7 Ekim-31 Aralık 2023 tarihleri arasında Türk limanlarından “İsrail’e” yaklaşık 701 gemi sefer yapmakta, yani günde ortalama yaklaşık 8 gemi gitmektedir. (El-Cezire, 11/1/2024). Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise, özrü kabahatinden büyük bir şekilde Türkiye’nin zayıf tutumunu savunarak, 19/11/2023 tarihinde el-Cezire kanalı kendisine: Neden işgalciyle “İsrail” ilişkileri kesmiyorsunuz? diye sorduğunda şöyle demişti: “İlişkileri kesme kararı kolektif olmalı ve tüm İslam dünyası ve Latin Amerika ülkeleri de ortak olmalıdır.”, “kararların daha etkili olması için tüm ülkeler açısından birleşik ve kolektif olması gerekiyor… Bu yüzden bu ve benzeri konular konuşulurken bunların kolektif olmasına karar verdik”, “Bölge düzeyinde, Arap ve İslam dünyası düzeyinde hareketlenmeler olmaksızın Türkiye’nin tek başına hareket etmemesi gerekir; zira önemli olan (kararın) etkili olmasıdır.” Kanal kendisine böyle bir kolektif kararın olamayacağını hatırlatınca! Şu sözünü tekrarladı: “Türkiye kolektif bir karar olmadıkça “İsrail” ile ilişkilerini kesmeyecektir.” Dolayısıyla bu, Türkiye rejiminin, Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın ve yetkililerinin, içine düştükleri ihanetin ve alçaklığın boyutunu gösteriyor. Sanki kendisi açıkgöz ve zeki bir adammış gibi davranıyor ama yaptığı bu açıklamalar, bu rejimin ve onu yönetenlerin hakikatini ifşa eden bir rezillikten ve utançtan başka bir şey olmadığını gösteriyor. Oysa Türkiye rejimi, Azerbaycan'ı desteklemek için kolektif bir kararı beklemediği gibi, Beşar Esad rejimini ve Libya‘yı desteklemek ve Suriye‘ye müdahale etmek için de kolektif bir kararı beklememişti... Bilakis bunların hepsi Amerika‘nın emirleri olup şayet Amerika‘dan Yahudi varlığıyla ilişkinin kesilmesi yönünde bir emir gelseydi, derhal ilişkiyi keserdi!
BAE, Ürdün, Fas ve Bahreyn de Yahudi varlığına olan desteklerini sürdürüyorlar ve Yahudi varlığıyla ilişkilerini kesmiyorlar.
Erdoğan ve Arap ve İslam dünyasındaki tüm rejimler uluslararası mahkemenin kararını memnuniyetle karşıladılar; bunu da sorumluluktan kurtulmak için yaptılar ve yalan ve iftirayla, mahkemenin Gazze halkına adil davrandığını, sorunun çözüldüğünü ve üzerlerine düşen tek şeyin mahkemenin kararlarının uygulanması olduğunu söylediler! Oysa bunlar, adil olmayan kararlardır.
Bu mahkeme adalet divanı değil adaletsiz bir mahkeme olup Batı tarafından kendi suçlarını örtbas etmek ve kararlarına hukuki bir nitelik kazandırmak için kurulmuştur ve tüm kararları siyasallaştırılmış olup Batı’nın çıkarlarına hizmet etmektedir; böylece dünya üzerindeki hegemonyasını pekiştirmek için ülkelerin kendisine boyun eğmesini sağlamaktadır. Dolayısıyla Batı, hem lider, ham katil, hem de hakemdir; zira Batılı ülkeler, Birleşmiş Milletler güçleri adına Müslüman savaşçılara koruma sağlayacakları gerekçesiyle 1995 yılında Bosna’nın Srebrenitsa kentindeki Müslüman savaşçılardan silahlarını geri çektiği gibi Hıristiyan Sırpların yaklaşık 10.000 Müslümana soykırım yapmasına izin vermiş ve ayrıca diğer katliamlara ve on binlerce Müslüman kadına tecavüz edilmesine destek vermişlerdir. Daha sonra Sırp güçlerinin komutanı Mladiç’i günah keçisi yaparak suçlarını örtbas etmek için bu mahkemede yargılamaya getirmişlerdir! Aynı şeyi 1994 yılında Ruanda’da da yaptılar; zira uluslararası, Fransız ve Amerikan güçleri, Hutu kabilesinin Tutsi kabilesine yönelik soykırımını izlemişler, böylece yaklaşık 800 bin kişi öldürülmüş, yani Hutular, yüzbinlerce tecavüz vakasına ek olarak Tutsilerin yaklaşık %75’ini 100 gün içinde yok etmişlerdir; daha sonra yine başka bir günah keçisi olması ve kendi suçlarını örtbas etmek için Hutu kabilesinin başkanı ve Ruanda valisi Paul Akayesu’ya karşı 1998 yılında Uluslararası Mahkeme’de dava açılmıştır.
Yani Batı bu şekilde öldürüyor, yok ediyor, sonra mahkeme açıyor, şayet devlet güçlüyse belki tutmaz diye dava açmıyor; nitekim bu mahkeme, Irak ve Afganistan’da soykırım işleyen Amerika’ya karşı dava açmadı veya Yahudi varlığını ve onun suçlu liderlerini suçlamadı ve onlara dava da açmadı.
Sözde Uluslararası Adalet Divanı’na dava açılması bile Batı’nın dünya üzerindeki hegemonyasının tanınması anlamına geliyor; zira bu mahkemeyi kuran da dünyanın ona başvurmasını talep eden de Batı’dır. Dolayısıyla işlediği suçlardan, Yahudi varlığını destekleme suçlarından, sömürge döneminde zayıf ülkelere karşı işlediği suçlardan, Cezayir’de yaptığı gibi soykırım uygulamalarından dolayı işlediği suçlardan, sömürgeleştirdiği bu ülkelerin servetlerini yağmalamasından ve on milyonlarcasını öldürerek Kızılderili halkına yaptıklarından dolayı ilk yargılanması gereken Batı’dır.
Allah’ın adil dini hak olan İslam dışında adalet yoktur; zira mazlumlara adaletli davranmak ve zalimleri cezalandırmak için İslam’ın mahkemesinin yeryüzünde ikame edileceği hak olduğu gibi İslam’ın devleti Nübüvvet Minhacı üzere Raşidi Hilafetin kurulacağı da bir haktır.
Hizb-ut Tahrir Merkezi Medya Ofisi İçin Yazan
Esad Mansur
#Esad Mansur#Makale#Yayınlar#Uluslararası Adalet Divanı#Güney Amerika#Lahey#İsrail#Filistin
Allah razı olsun hocam.