HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 10 Eylül 2024

Mahmut Kar, "Unuttuğumuz değerlerin, namusun, ahlakın, edebin, güvenin, kardeşliğin katili bu laik kapitalist nizamdır."

NARİN VE KAYIP ÇOCUKLARIMIZ 

Bu hafta toplantımıza Türkiye’nin konuştuğu Narin kızımız ile başlayacağım. Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde 19 gündür kayıp olan Narin dün yapılan aramalarda köydeki dere yatağında bir çuval içinde ölü bulundu. Türkiyae kamuoyu günlerdir kayıp Narin’i konuşuyordu, şimdi son iki gündür Narin’i kim öldürdü o konuşuluyor. Neredeyse bütün televizyonlarda sabahtan akşama kadar bu cinayetin adli ve hukuki detaylarına inilerek değerlendirmeler yapılıyor. Cinayet ile ilgili kaç kişi tutuklanmış, kaç kişi gözaltına alınmış, kim hangi itirafı yapmış, amcası, ağabeyi annesi ne demiş, köylü 19 gün neden susmuş, otopsi raporlarından neler çıkmış… Ne olacak bu hukuk düzeni içinde Narin ve Narin gibi çocukların katillerinin hesabı mı sorulacak? Yok hayır, yaptıkları yanlarına kar kalacak. Birkaç sene hapis yattıktan sonra ellerini kollarını sallayarak çıkacaklar, potansiyel bir katil olarak başka Narinler için tehdit teşkil edecekler bu caniler. 

Bütün bunları bildikleri halde yaşanan bu elim hadiseyi sanki bir film senaryosuymuş gibi tüm topluma izletiyorlar. Gündemin bu şekilde yürümesinden memnun olanlar var elbette, Narin ve Narin gibi küçük yaşta öldürülen, istismar edilen çocukların asıl katillerinin kim olduğunun konuşulmasını istemeyenler var. Hatta TV’ler için reyting malzemesi olarak kullanılan bu gündemin hayat pahalılığını, ekonomik krizi unutturduğunu düşünenler ve bu sebeple bu yayınların devam etmesinden memnun olanlar var.  Peki, başka Narinler ölmesin diye ne yapıyorlar bunlar, ne tür önlemler alıyorlar? Bu hiç konuşulmuyor. Sosyal medyada idam geri gelsin diye etiketler açılıyor ve kampanyalar yürütülüyor. Hatta hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan yine böyle idam çağrılarının yapıldığı bir dönemde “İdam cezası Meclis’ten geçer önüme gelirse imzalarım” demişti. Oldu mu böyle bir şey, Meclis böyle bir konuyu gündemine aldı mı, siyasi partiler meclise böyle bir gündem sundular mı? Hayır! Neden çünkü Avrupa Birliği uyum yasaların aykırı, hoş zinayı da bu sebeple suç olmaktan çıkarmıştı bu meclis… 

Kaldı ki asıl fail olan, asıl katil olan bu laik kapitalist sistem var olduğu müddetçe idam geri gelse ne olacak? İhmal edilen, birçoğunun konuşmaya dahası sormaya cesaret edemediği asıl soru nedir biliyor musunuz? Çocuk yaşta katledilen, hayatları ellerinden alınan bu Narinlerin asıl katili kim? Bu katillerin azmettiricileri kim? Başka Narinlerin, başka canların ölmemesi için ekranlarda konuşulması ve cevaplanması gereken asıl konu bu. Unuttuğumuz değerlerin, namusun, ahlakın, edebin, güvenin, kardeşliğin cellâdı, katili bu laik kapitalist nizamdır. Bu nizam bizi ve değerlerimizi günbegün bitiriyor. Laiklik ve demokrasinin acı meyvelerinden olan özgürlük ve çağdaşlık yalanı ile bunu yapıyor. 

Günlerdir Narin’in ölümü üzerinden İslam ve Müslümanlara kin ve düşmanlıklarını kusanlar 100 yıldır bu topraklarda ahlaksızlığı ve kötülüğü yayan bu katil sistemi niçin konuşmuyorlar? Buradan sesleniyoruz eğer samimi iseniz çıkın asıl katili konuşun, asıl azmettiriciyi konuşun. O ortada haydi çıkın onu da tevkif edin bakalım görelim. Haydin cesaretiniz varsa Narin’in ve binlerce on binlerce çocuğun ölümüne sebep olan laikliği, ifsat edici Batı kültürünü kelepçeleyin, onu da yargılayın ve mahkûm edin bakalım. Evet, ben mahkûm ediyorum, sorun laik kapitalist nizamın bizatihi kendisidir. Katil ve azmettirici ortadadır. Çocuklarımızı ve bütün değerlerimizi bu katillerden koruyacak olan İslâm Nizamı’dır. İşte bundan dolayı toplumsal huzuru yeniden tesis edecek, can ve mal güvenliğimizi sağlayacak ve göz bebeği yavrularımızı koruyacak olan İslam Nizamı’nı tatbik edecek Raşidi Hilafet’tir.

TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ 

Narin’in cesedinin bulunduğu gün yani dün onun yaşındaki milyonlarca çocuk okula başladılar. 2024-2025 Eğitim Öğretim Yılı 20 milyon öğrenci ve 1 milyon 200 bin öğretmen ile başladı. Her yıl alışık olduğumuz okulun ilk gününe dair TV yayınları dün yoktu, çünkü dün bütün ekranlar Narin cinayetine odaklanmıştı. Yeni eğitim öğretim yılında uygulamaya konulacak “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” de dün hiç konuşulmadı. Çünkü okulların açıldığı daha ilk gün, 100 yıllık Cumhuriyet’in eline bir karne verildi. Kapkara o karnede kan vardı. Narin’in ve onun gibi öldürülen, katledilen, istismar edilen milyonlarca çocuğun kanı… 

Elinde böyle simsiyah kanlı bir karne olan Cumhuriyet “Maarif Modeli”ni konuşabilir mi? Konuşamaz tabi, çünkü 100 yıllık karnesi ile kendisi ile yüzleşti. Cumhuriyetin kurulduğu ilk günden bu yana adeta bir yap-boz tahtasına dönmüş laik eğitim sisteminden ne bekleyebilirsiniz? Eğitim süreç işi olduğu için istikrar ve devamlılık ister, ama gel gör ki Türkiye Cumhuriyeti’nde durum tam tersi; istikrarsızlığın/değişkenliğin en fazla olduğu alan eğitim politikaları… Her gelen yeni bakan sistem ve müfredat değişikliği yapıyor. Herhalde bugüne kadar hiçbir öğrenci aynı tek bir müfredatla eğitim sürecini tamamlayamamıştır. Sadece AK Parti’nin 22 yıllık iktidar sürecinde bile eğitim sisteminde neredeyse 20 defa değişiklik yapılmış. Yapılan onca değişikliğe rağmen eğitimdeki kötü karne hiş değişmemiş.  Her yeni değişiklik bir devrim niteliğinde sunuluyor ama sonuç hep aynı… Bu kötü tabloyu maddi, fiziki, teknolojik iyileştirmeler de değiştirmeye yetmiyor.

Eğitim ve öğretimde köklü bir revizyon olarak gösterilen “Maarif Modeli”ne bakalım sistemde ne değişmiş. Mesela 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’ndaki eğitim ve öğretim sistemi ve oluşturulan müfredatların temel amacı değiştirilmiş mi? Hayır! Halen yürürlükte olan kanun ne diyor biliyor musunuz; “Milli eğitiminin temel amacı Türk Milletinin bütün fertlerini Atatürk inkılâp ve ilkelerine, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik bireyler haline getirmektir.” 1924’ten 2024’e kadar oluşturulan, revize dilen bütün müfredatlarda İslam’a göre küfür olan “laiklik” eğitim ve öğretim için esas kabul ediliyor. Böylece Batı kültürü eğitimde temel referans olarak kabul ediliyor. Yani eğitimin dini yok, dinsiz bir eğitim. Düşünebiliyor musunuz; “İnsan hakları”, “vatandaşlık” ve “demokrasi” derslerini kendi dönemlerinde ilkokul çağındaki çocuklara okutmak için müfredata koyan iktidar şimdi “maarif modeli” diyor. 

Ne var peki “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli”nin içinde? Zamanın ruhuna uygun öğrenme stratejisi ve yöntemi konularında bazı ilerlemeler var. Ama bilginin kaynağı yine Batı kültürü… “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli Ortak Metni”nin dayandığı temel kaynak “K12 Beceriler Çerçevesi” metnidir. Bu “K12 Beceriler Çerçevesi Türkiye Bütüncül Modeli” UNICEF ile hazırlanan bir program. Yani mevcut küresel ekonomik sistemin dayandığı felsefeyi yansıtan bir program… Bu program, insanı, dinî ve ahlaki değerlerden uzak bir varlık gibi tasavvur edip ona belirli beceriler kazandırmayı amaçlayan bir içeriğe sahip. Bu kadar… Müfredat hazırlanırken bir yandan Batılı kriterler esas alınmış öte yandan ahlaki unsurlar araya serpiştirilmeye çalışılmıştır. Müfredata “Değerler Eğitimi” başlığıyla milli ve yerli unsurlar yerleştirilmeye çalışılmış ama seküler ve pozitivist düşünceden sapmadan tabi… Bu yeni modelde de demokratik, laik esaslar kırmızıçizgi kabul edilmiş ve “Kemalist dayatmalar” ile müfredatın içindeki bu kırmızıçizgi hassasiyetle korunmuş. 

Bu müfredat ile “dindar nesil” değil “ahlaklı ateist”, “muhafazakâr Kemalist”, “milliyetçi deist” gibi kimlik kargaşasına sahip aklı ve zihni dumura uğramış bireyler yetişir. Bu sebeple eğitimde köklü bir inkılâp yapılmadan, Batı kültüründen arındırılmış İslâmi kültürü esas alan bir eğitim modeline/müfredatına geçilmeden yapılan revizyon ve güncellemeler hiçbir işe yaramayacaktır. İslâmi temelde bir öğretim nizamı inşa edilmedikçe yapılan müfredatların sonu hep fiyasko olacaktır. Zira çürük temel üzerine sağlam bina inşa edilmez. 

ORTA VADELİ EKONOMİK PROGRAM 

5 Eylül Perşembe günü Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında Maliye ve Ticaret Bakanlarının da katılı mı ile Orta Vadeli Program kamuoyuna açıklandı. Bu tür orta ve uzun vadeli ekonomik programlar daha önceki yıllarda da açıklanmış ve uygulamaya konulmuştu. Peki, hükümetin ekonomiye yönelik 3 yıllık hedeflerini ve stratejilerini içeren bir yol haritası olan bu yeni programda neler var? 

2025- 2027 yıllarını kapsayan bu yılki programda; Büyüme, istihdam, fiyat istikrarı, ödemeler dengesi, finansal istikrar ve daha başka başlıklar ile ilgili planlar bulunuyor. Cevdet Yılmaz Orta Vadeli Program ile enflasyonu kademeli olarak tek haneli rakamlara düşürme hedeflerinin olduğunu söyledi. Fakat bizatihi bu toplantıda enflasyon hedefinde bir gerileme olduğu da itiraf edilmiş oldu. Geçen seneki programda 2024 yıl sonu enflasyon hedefi %33 olarak belirlenmiş, bu seneki programda hedef %41,5 olarak revize edilmiş. Benzer şekilde 2024 büyüme oranı hedefi yüzde 4'ten 3,5’e çekilmiş. 2025 büyüme oranı hedefi ise önceki plana göre yarım puan aşağı çekilerek yüzde 4 olmuş. Yani önümüzdeki yıllarda enflasyon önce yükseliş sonra düşüş trendine girecek. Bu demek oluyor ki vatandaşın alım gücünde zayıflama devam edecek. Fakat bu süreçte mali disiplinden taviz vermemek için hayat pahalılığı ve vergi yükü artmaya devam edecek. Krizin faturası yine bizim sırtımızda yani…

Özellikle orta gelirli esnaf ve çalışanlar önümüzdeki 3 yıl içinde düşük gelirli kategoriye gerileyebilir. Zira sırtlarına yeni vergi paketleri ve yüksek faturalar yüklenecek. İrili ufaklı birçok şirket yatırım yapmak yerine sermayelerini yüksek faiz getirisi ile bankada değerlendirme yolunu seçiyor. Bu yüzden 2024’te yüzde 9,3 olan işsizlik oranı 2025’te 9,6 olarak güncellendi. Aslında %50 faizin olduğu bir ortamda işsizliğin %20’lere çıkması daha gerçekçi gözüküyor. Bu süreçte devletin şirketlere yaptığı “en iyi yardım” ne biliyor musunuz, konkordato ilan etmenin yolunu açması. Maalesef bu yılki orta vadeli programda gösteriyor ki, şirketlerin bir kısmı iflas bayrağını açacak, çekler karşılıksız kalacak ve borç sarmalı bir girdap gibi KOBİ’leri içine çekecek. Piyasa daha da durağanlaşıp faizlerin düşmesini ve döviz kurunun makul bir yerlerde istikrar kazanmasını bekleyecek. Fakat bu beklenti bile Orta Vadeli Program'a göre ancak 2027’de karşılanabilir gözüküyor.

Şimdi buradan orta vadeli ekonomi programını hazırlayan ve kıymetli bir reçete gibi kamuoyuna sunan yetkililere sesleniyorum: Allah aşkına söyler misiniz, Mehmet Şimşek ile başlayan bu yeni rasyonel ekonomi modeli neyi düzeltti? Hangi derde çare buldu? Hangi açığı kapattı? Hangi soruna çözüm oldu? Uyguladığınız model kapitalist sistemin esaslarına dayanıyor. Kapitalizm, kendi iktisadi kriterlerini uygulayanlara sadece kriz vadeder. Bir yere yama yaparken birçok yerden sorun fışkırır. Kapitalizm sadece sömürgeci devletlere kalkınma fırsatı verir. Kalkınmak isteyen devletler ise günü kurtarma telaşına düşer. Defalarca söyledik, tekrar edelim. Bu liberal yöntemler Müslümanlar üzerinde eğreti duruyor. Bizden olmadığı artık aşikâr olmuş ekonomi yöntemlerinden vazgeçip İslam’ın ekonomi modelini tatbik etme zamanınız gelmedi mi? Uluslararası finans baronlarının, vahşi sermaye sahiplerinin sizleri aparatlar haline getirmesinden yorulmadınız mı? Dinimiz İslam bu toplumun refahı için çözümler sunmuşken öğrenip uygulamak için daha neyi bekliyorsunuz?

Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Sizi hayat verecek şeylere çağırdıklarında Allah ve Rasulü'nün çağrısına uyun.” (Enfal 24)

İZMİR’E DEMİRLEYEN AMERİKAN GEMİSİ

İşgalci Yahudi varlığının Gazze’de uyguladığı katliam ve zulüm hız kesmeden devam ediyor. Aynı şekilde İslam beldelerinin yöneticileri de bu necis ve lanetli kavmin katliamlarını hiçbir şey yapmadan öylece seyretmeye devam ediyor. Vallahi taş olsa erirdi ama bu yöneticilerin kalpleri erimedi. Bırakın sahip oldukları ordularla kardeşlerimizin yardımına koşmayı, açlıktan ölen yavrularımızı kurtarmak için Gazze’ye bir koli gıda dahi sokamadılar. Bir yudum suyu kardeşlerimize ulaştırmaktan dahi acizler. Fakat söz konusu gasıp varlığı beslemek olunca Ürdün, Türkiye, Mısır, BAE ve diğerleri adeta birbiriyle yarışıyor. Türkiye’de iktidar sözde ticareti kısıtlama kararı aldı ama gemiler farklı kanallar üzerinden Yahudi varlığına akın akın mal taşımaya devam ediyor. Azerbaycan rejiminin petrol şirketi SOCAR hiç gizleme gereği bile duymadan Netanyahu çetesine sağladığı petrolü hala Türkiye üzerinden gönderiyor. 

Tüm bu utançlar yetmezmiş gibi, şimdi bir de terör şebekesi “İsrail’e” destek olmak için yola çıkan gemilerin ikmal ve lojistiğini topraklarımızda bize yaptırıyorlar. Subhanallah. Bu nasıl bir zillet! Bu nasıl bir ihanet! Keşke yer yarılsaydı da içine girseydiniz. Evet, ABD’nin uçak gemisinden bahsediyorum. Yahudi varlığının en büyük destekçisi, finansörü, Gazze’ye yağdırdığı bombaların sahibi olan ABD’nin uçak gemisi İzmir’de, bizim limanlarımızda demirledi, ikmal ve lojistik desteğini bizim limanımızdan aldı. Biliyorsunuz her uçak gemisi bir görev tanımıyla yola çıkar. İşte ABD’ye ait bu uçak gemisinin de tanımlanmış bir görevi var. O görev aylardan beri kardeşlerimizi katleden Yahudi varlığını korumaktır. Bu koruma işini de Müslümanların başındaki korkak olan yöneticilere gözdağı vererek yerine getiriyor. Dolayısıyla bu uçak gemisinin bölgede olmasının bize hatırlattığı tek şey acziyettir! 57 sözde liderin acziyeti! Gazze’de süren katliam her gün yüzümüze çarpılan hakaretlerin en büyüğüydü. Şimdi bu hakaretlere bir de uçak gemisini ağırlamak eklendi! 

Şimdi buradan aylardır hamasi nutuklar çeken yöneticilere soruyoruz! Yahudi varlığını korumakla görevli ABD gemisine ikmal ve lojistik destek sağlamanın Yahudi varlığına destek sağlamaktan farkı nedir? İşgalci “İsrail” ile gemisini limanımıza demirlettiğiniz onun en büyük destekçisi Amerika arasında ne fark var? Bir yandan Gazze’de yaşanan insanlık dramına dur demek için elinizden geleni yaptığınızı söyleyeceksiniz, Gazze’nin yanında olmaya devam edeceğiz diyeceksiniz, İsrail için “sahibi tasmasını eline alsın” diyeceksiniz, diğer yandan Gazze’ye atılması için füzeler, bombalar tedarik eden ABD’nin uçak gemisini ağırlayacaksınız! Bu nasıl bir aldatmacadır! Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür. Bakınız yöneticiler olarak sizin yapmanız gereken şeyi Müslümanlar yaptı. İzmir’de limana indiler kardeşlerimiz ve Amerikalılara “sizler sadece eli kanlı katillersiniz, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk peşinde olan sömürgeci kâfirlersiniz, en büyük düşmanlarımızsınız.” Dediler. “Ne sizleri ne askerlerinizi, ne de gemilerinizi topraklarımızda istemiyoruz. Soykırım destekçisi gemilerinizi de askerlerinizi de alıp defolup gidin!” dediler. Ve siz tüm bu yaşananları zillet içinde izlediniz. Hiç utanmadan, hiç hayıflanmadan…

KATİL SİSİ’NİN TÜRKİYE’DE AĞIRLANMASI

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta içerisinde “kendisi ile asla bir araya gelmem, asla barışmam” dediği Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Sisi’yi Ankara’da ağırladı. Erdoğan ilişkilerin bozuk olduğu dönemde ağır sözlerle hitap ettiği Sisi’yi hiçbir şey olmamış gibi üst düzey törenle karşıladı. İlişkilerde o kadar keskin bir dönüş yaşandı ki, Erdoğan-Sisi görüşmesi “Yüksek Düzeyli İşbirliği Toplantısı” adı altında yapıldı. Yaşanan onca şeyden sonra Türkiye ile Mısır’ı hangi motivasyon bu kadar yakınlaştırdı diye sormadan edemiyor insan!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün katil ve zalim dediği Sisi ile bugün itibar vererek görüşmesine elbette şaşırmıyoruz. Zira siyasette atılacak adımları belirleyen ölçü menfaat olduğu müddetçe özellikle de dış politikada ABD’nin yörüngesinde dönüldüğü sürece bu tür ilkesizliklere daha çok şahit oluruz. 

Sayın Erdoğan! Siz siyaset anlayışınızı konjonktüre göre ha bire güncelleyip duruyorsunuz. Ümmetin onurunu incitmek, kafirleri ve zalimleri sevindirmek pahasına bunu yapıyorsunuz. Zalimleri kardeş, darbecileri dost ilan ediyorsunuz. Tarih sizi kardeşkanını reel politiğe kurban veren kişi olarak yazacak. Henüz ellerindeki Müslüman kanı kurumamış darbeciyle normalleşen, zalimlere meyleden kişi olarak yazacak. Refah sınır kapısını açmayarak Gazzeli kardeşlerimizi açlıktan ölmeye terk eden ceberutla iş birliği yapan kişi olarak yazacak. Evet, tarih sizi amelleri sözlerini doğrulamayan kişi olarak yazacak.

Sayın Erdoğan! Siz Sisi’ye ne derseniz deyin ne tür methiyeler dizerseniz dizin, kardeşim deyin, dostum deyin… Bu Sisi’nin zalim ve katil olduğu gerçeğini asla değiştirmez. Unuttuysanız hatırlatalım; binlerce Müslümanı Rabia meydanında acımasızca katleden katildir Sisi… Binlerce Müslümanı darağacında idam eden cellattır Sisi… Haksız yere binlerce Müslümanı zindanlarda hapseden zalim gardiyandır Sisi… Amerika’nın favori diktatörümüz dediği aşağılık adamdır Sisi… Ve siz bu katil ile el sıkıştınız, cürümlerine ortak oldunuz. 

Adına normalleşme denilen bu ihanet sürecinde “Devletin küslüğü olmaz”, “asıl olan devletin âli menfaatidir”, gibi sözler söyleyerek zillet tablosunu meşrulaştırmaya çalışanların varlığına da şahit olduk. Bunlar küçüldükçe küçülerek zalimi ve zulmünü aklamaya çalıştılar. Cumhurbaşkanı Erdoğan yıllar önce “Sisi bir zalimdir!” dediğinde alkışlamışlardı, aynı Erdoğan aynı zalim Sisi’ye iltifat edince bu kendini bilmezler yine alkış tutuyor. Neymiş efendim, söz konusu devletin menfaatleri olduğunda zalimler dost, darbeciler kardeş olabilirmiş. Bu nasıl bir devlet ki onun çıkarları hep halkın çıkarlarının aleyhine oluyor. Bu nasıl bir devlet ki halkından zalimi baş tacı etmesini istiyor. Bunlar nasıl yöneticidir ki, halk bir vadide bunlar bambaşka bir vadide geziniyor. Belli ki sizin birilerine olan öfkenizi ve sevginizi, siyasette esas aldığınız “menfaatleriniz” belirliyor… Belli ki sizin için bir devletle olan ilişkinizin nasıl olacağını, kiminle küsüp kiminle barışacağınızı, devletlerle olan münasebetinizin hangi düzeyde olacağını kendilerine göbekten bağlı olduğunuz efendileriniz belirliyor. Hâlbuki bir Müslüman için kimi sevip sevmeyeceğini belirleyen sadece İslam’dır. Hangi devletlerle hangi düzeyde ilişkiler kurulacağını ve kati surette kurulamayacağını belirleyen İslam’dır. Devletin âli menfaatleri; insanların hevasına değil, Allah’ın rızasına uygun olanıdır. Onun için Kur’an’ı ve Sünneti kendisine rehber edinen her Müslüman için; Sisi dün zalimdi bugün de zalimdir. Sisi dün katildi bugün de katildir. Sisi dün darbeciydi bugün de darbecidir.

Dolayısıyla biz -her şeye ve herkese rağmen- zalime “zalim”, günaha “günah”, Hakka “hak”, batıla “batıl” demeye devam edeceğiz. Bunları söylemekten asla vazgeçmeyeceğiz. Zalimi ve zalime meyledeni alkışlamadık ve alkışlamayacağız. Zulme sessiz kalmadık kalmayacağız… Allah bizim sözlerimize de sizin sözlerinize de, bizim yaptıklarımıza da sizin yaptıklarınıza da şahittir.  

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

10 Eylül 2024

 

 

 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.