HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 11 Mart 2025

"ABD Ortadoğu’da önce istikrar ve sükunet, arkasından “İsrail’le” normalleşme istiyor. Arap Baharı sonrası, özellikle de Gazze’de yaşanan soykırım ve sahipsizlikten sonra, İslam ümmetinin yeni bir devlet arayışının açığa çıkması, sömürgeci kafirleri yapay çözümler üretmeye itiyor."

SURİYE’DEKİ ÇATIŞMA ORTAMI

Toplantımıza, Suriye’de yeniden baş gösteren çatışma ortamı ve beraberinde yaşanan gelişmelerle başlamak istiyorum. 6 Mart Perşembe gecesi Suriye’nin Lazkiye kentinde, Esad rejimi kalıntıları yeni Suriye hükümetinin güvenlik güçlerine pusu kurarak 13 güvenlik görevlisini öldürdü. Daha sonra, yine Esad destekçisi Nusayri nüfusun yoğun olarak yaşadığı Lazkiye ve Tartus şehirlerinde, bu saldırıları başka saldırılar izledi. Suriye hükümetinin bölgeye takviye güç göndermesiyle çatışmalar şiddetlendi ve ölen kişi sayısı yüzlerle ifade edilmeye başlandı.

Devrik rejim kalıntısı subaylar, meseleyi ciddileştirmek ve dış güçlerden destek alabilmek umuduyla Suriye yönetimini devirmeyi amaçlayan bir askeri meclis kurduklarını ilan etti. Saldırıları organize ettiği belirtilen bu Esad artığı subayların hepsinin elinde Müslüman Suriye halkının kanı var. Hepsi, onlarca yıldır Suriye halkına karşı sayısız zulme imza attı. Ve suçlarından dolayı ne Suriye’de ne de uluslararası toplum nezdinde sorumlu tutuldular. Çünkü bu subayların görev yaptığı Esad hanedanlığı, bizzat ABD tarafından kuruldu ve desteklendi. Bu sebeple, kimyasal silah dahil, 13 yıl boyunca Suriye halkını en vahşi yöntemlerle katletmesine rağmen, ABD Esad rejimine dokunmadı.

Peki, neden dokunmadı, biliyor musunuz, kıymetli Müslümanlar? Çünkü Suriye devrimi, İslami ruha sahip bir devrimdi. Suriye halkı hilafet istiyordu. Esad ise buna karşılık, “Ben Ortadoğu’da laikliğin son kalesiyim” diyerek, ABD ve Batı’nın desteği ile Suriye halkını topluca katlediyordu. İşte, Suriye’de çatışmaların fitilini ateşleyenler yeniden bu kartı kullanmak istediler. Aynı zamanda, Suriye hükümetinin vereceği sert karşılıktan yeni bir provokasyon çıkarmayı hesap ettiler. Böylece Suriye’deki Alevi toplumunu ve Türkiye’deki destekçilerini hareketlendirerek mağdur rolü oynayacaklar Suriye’nin İslami bir yönetime evrilmemesi için azınlık meselesi üzerinden Suriye hükümetine baskı oluşturacaklardı. Zira saldırıların ardından yaşanan tüm gelişmeler bunu göstermektedir.

Önce, küfrün elebaşısı ABD’den Lazkiye açıklaması geldi: Alnında haç taşıyan Dışişleri Bakanı, İslam’ı terörle yan yana getirerek, ABD’nin son günlerde Suriye’nin batısında insanları katleden radikal İslamcıları ve yabancı cihatçıları kınadığını söyledi. Devamında ise yine sinsi bir dil kullanarak, Suriye’deki dini ve etnik azınlıkların, özellikle Hristiyan, Dürzi, Alevi ve Kürt topluluklarının yanında olduğunu vurguladı. Son olarak, Suriye geçici hükümetinden azınlıklara yönelik katliamları gerçekleştirenlerden hesap sorulmasını istedi.

Bu açıklama, ABD’nin demokratik ve sahte uzlaşılara dayalı yeni Ortadoğu politikası gereği Suriye’nin istikrarını istemekle birlikte azınlık kartını her zaman elinde tutacağını gösteriyor. Ahmet Şara’ya ise, içlerindeki radikal unsurları bir an önce arındırması ve kapsayıcılık maskesi altında Suriye’de laik bir anayasa ve laik bir devlet var edilmesi gerektiği mesajını veriyor. Nitekim Lazkiye’de yaşanan olaylar ve ABD’nin açıklamasından hemen sonra, SDG lideri Mazlum Abdi ile Suriye Cumhurbaşkanı Ahmet Şara’nın ABD arabuluculuğunda bir araya gelerek anlaşma imzalaması manidardır.

Burada, anlaşmanın maddelerine tek tek değinmeyeceğim, kıymetli Müslümanlar. Fakat şunun bilinmesi önemlidir: Bu anlaşma, ABD’nin arabuluculuğunda imzalanmıştır. Aslında, ABD’nin gözetiminde imzalanmış dememiz daha doğru olur; zira sömürgeci devletler, kendilerinin hazırlamadığı veyahut şartlarını dayatarak destek vermedikleri planların arabuluculuğunu yapmazlar. Görünen o ki, PYD Suriye hükümetine entegre edilecek fakat kendine münhasır bir güç olarak, arızi durumlarda harekete geçirilmek üzere ABD tarafından korunup kollanmaya devam edecek. Tıpkı, Suriye devriminin ilk yıllarında olduğu gibi, Suriye halkı ülke üzerinde uygulanmaya çalışılan yeni şer ve ifsat planlarına -özellikle de işgalci Yahudilerle barış zilletine razı olmayıp- harekete geçerse diye, PYD hazır tutulacaktır.

Diğer taraftan, Suriye’de yapılan bu anlaşmayı Türkiye’deki yeni çözüm süreci ve Öcalan’ın çağrısından bağımsız okumamak gerekir. Zira az önce de bahsettim, ABD Ortadoğu’da önce istikrar ve sükunet, arkasından “İsrail’le” normalleşme istiyor. Arap Baharı sonrası, özellikle de Gazze’de yaşanan soykırım ve sahipsizlikten sonra, İslam ümmetinin yeni bir devlet arayışının açığa çıkması, sömürgeci kafirleri yapay çözümler üretmeye itiyor. İşte, İslam’ı referans almayan, dahası İslam’a hiçbir şekilde atıf yapılmayan tüm bu çözüm adımları, anlaşmalar, anayasa ve yönetim sistemi çalışmaları ABD’nin razı olup destek verdiği işlerdendir. Tüm bunlar, Müslümanların kendi devleti olan birliğin, kardeşliğin, özgürlüğün ve bağımsızlığın sembolü müstakbel Raşidi Hilafet Devleti’ni engelleme çabalarıdır. Bir şeyin gerçeği gelmeden sahtesini üretme gayretleridir. Bunun içindir ki, Esad tiranının düşmesinden birkaç gün önce ABD’nin önceki Dışişleri Bakanı Blinken, “Suriye’de halifeliğin tekrar canlanmaması hayati önem taşıyor” dedi. Ve ne yazık ki, bölgedeki tüm aktörler ABD’nin terörle mücadele kılıfı altına gizlenmiş bu şerir politikalarının arkasında hizalanmış durumda.

İşte bakınız, Türkiye iktidarıyla ve ana muhalefetiyle adım adım ABD’nin izinden gidiyor. Daha dün, Türkiye’nin de aralarında olduğu Lübnan, Irak, Suriye ve Ürdün’ün dışişleri ve güvenlik yetkilileri Amman’da bir araya geldiler. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, toplantıdan sonra yapılan ortak basın toplantısında DAEŞ’e yönelik ortak bir operasyon ve istihbarat mekanizması kurulması konusunda anlaştıklarını söyledi. Ürdün Dışişleri Bakanı Safedi, “İsrail’in Suriye’de istikrasızlaştırıcı adımlarının, ülkede radikalizmin nemalanmasını sağlayacak şartların önünü açtığını” söyledi.

Şimdi buradan soruyorum: DAEŞ denilen örgütün artık Irak’ta ve Suriye’de etkin bir varlığının kalmadığı herkesçe malumdur. Öyleyse, bu operasyon merkezi ne içindir Sayın Fidan? Suriye’de Batılı kafirlerin tahakkümüne razı olmayanları DAEŞ olarak mı etiketleyeceksiniz? Bunun için mi 5 ülke bir araya geldiniz? Yoksa, şımarık ve küstah Netenyahu’nun Suriye’ye yönelik saldırılarının Müslümanlardaki cihat ruhunu alevlendireceğinden mi korkuyorsunuz? Lanetli Yahudi varlığını Müslümanlardan korumak ve bir an önce normalleşmelere devam etmek için mi toplanmayı kararlaştırdınız? Sizin Suriye’nin istikrarı dediğiniz şey, İslami ruhu sökülüp alınmış, demokratik köleliğe mahkûm edilmiş, işgalci Yahudilere boyun eğmiş bir ülke midir? Ne kötü hüküm veriyorsunuz. Lakin bu plan, kimin planı olursa olsun, Allah’ın izniyle başarılı olamayacaktır. Zira Biladüşşam, içindeki ve dışındaki tüm pislikleri fırlatıp atacak; temiz olanları ise daha da parıldatarak yeniden İslam’ın merkezi olacaktır.

Son olarak bir noktaya daha değinmek istiyorum. Suriye’de “Alevi katliamı var” diyerek ortalığı ayağa kaldıran İslam düşmanı laik kesime ve Türkiye’deki Alevi toplumunun desteğini almak için insancıl pozlar vermeye çalışan CHP zihniyetine birkaç şey söylemek istiyorum:

Ey İslam’ın düşmanları! Hiç boşuna bağırıp çağırmayın. Sizin yalanlarınıza, sizin gibilerden başka kimse inanmaz. Sizin derdinizin masum sivillerin öldürülmesi olmadığını çok iyi biliyoruz. Sizin asıl sıkıntınız, Müslümanların yönetime gelmesinden duyduğunuz rahatsızlıktır. Karnınızın ağrısı, o çok sevdiğiniz laik diktatör Esad’ın Suriye halkı tarafından alaşağı edilmesidir. Siz de zerre kadar onur ve insanlık olsaydı, Suriye’de Esad canisi gözünüzün önünde iki milyon insanı katlederken konuşurdunuz. Fakat sustunuz, çünkü öldürülenler Müslümandı. Hatta hadsizlikte o kadar ileri gittiniz ki, ölümden kaçarak Türkiye’ye sığınan insanlara öfke kustunuz. Kaçıp gelenlere “vatan haini,” kalıp savaşanlara “terörist” dediniz.

Siz İslam’a o kadar düşmansınız ki sırf Esad’ı destekliyor diye, Suriye meselesinde İran ile yan yana geldiniz. Dolayısıyla, Suriye devrimine dil uzatarak, Hatay’da mitingler yaparak ucuz insanlık şovunuza kimseyi inandıramazsınız. Gerçekten insan olmak ve insanca yaşamak istiyorsanız, İslam’ın bu coğrafyaya yeniden hâkim olacağı günlere kendinizi hazırlayın. Zira İslam, vakti gelen fikirdir ve Allah’ın izniyle hiçbir güç onun önünde duramayacaktır.

8 MART KADIN HAKLARI MESELESİ

Geçtiğimiz hafta cumartesi günü “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” gerekçe gösterilerek Türkiye’nin bazı şehirlerinde eylemler yapıldı. Normalde yasak olmasına rağmen Taksim’de de böyle bir eylem gerçekleştirildi. Taksim’de yürüyen kadınların attığı sloganlar ve taşıdığı dövizler “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” olarak bilinen tarihe atfedilenin ötesinde çok farklı anlamlar taşıyordu. Feminizm propagandası içerek söylemler, cinsiyet eşitliğini teşvik eden, kadına pozitif ayrımcılık isteyen ve erkeği yok sayan sloganlar havada uçuştu. Hatta eylemlere katılanların şirazesi öyle bir kaydı ki İslami değerlere karşı içlerindeki besledikleri düşmanlıklarını da ortaya çıkardılar. Sanki kadını alınıp satılan bir meta haline getiren batı değilmiş, sanki kadının iffetini pazara çıkaran bu laik düzen değilmiş gibi kinlerini İslam’a kustular. 

Peki, “kadınlar günü” olarak bu kutlamalar ilk ne için yapılmıştı şimdi hangi amaçla yapılıyor bunlara biraz değinelim istiyorum. 1921’de Moskova’da düzenlenen 3. Komünist Kadınlar Konferansı’nda “sınıfa karşı sınıf” politikalarının etkisiyle “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adında bir gün benimseniyor. Tarih olarak 8 Mart’ın seçilmesi ise farklı rivayetlere dayanıyor. Batılı kaynaklara göre; 8 Mart 1857 tarihinde New York’ta dokuma işçisi 40 bin kadın “eşit işe eşit ücret” doğum izni ve çalışma saatlerinin azaltılması talebiyle bir grev başlattı. Grev esnasında çıkan yangında fabrikaya kilitlenen 129 kadın işçi yanarak öldü. Ve işte bugün 8 Mart Dünya Kadınlar günü olarak bir anmaya dönüştü. 

Evet, ezilen kadınlara “hak” yerine yılda sadece özel bir gün verdiler. Kadın, komünist Rusya’da eşyadan farksız görülüyor, kapitalist Avrupa ve Amerika’da ucuz iş gücü, reklam malzemesi ve alınıp satılan bir meta olarak görülüyor. İslam ise kadını cennete layık bir anne, zarafeti ve iffeti korunması gereken bir kıymet olarak görüyor. Hal böyleyken batının zulmü altında ölmüş, öldürülmüş, sindirilmiş, kullanıp atılmış kadın algısını İslam’ın hükümleri üzerinden eleştirmek ya cahilliktir ya da İslam düşmanlığıdır. Evet, bütün bunlara rağmen kadının iffet ve namusunu yok sayan haklarını çiğneyen Batı’ya değil Müslümanlara kin kusmak İslam düşmanlığıdır. Ve maalesef hala daha bazı İslamcı yazarlar, yöneticiler ve idareciler bu İslam düşmanlarına şirin gözükmek için 8 Mart kutlaması yapıyorlar, mesajlar ile onları destekliyorlar. 

Ekini ve nesli yok eden kapitalist ideoloji, aile kurumunu yıkmıştır. Kadınları ekonomik pazarda kullanmak için her türlü iş kolunda çalıştırarak onu fıtratına aykırı bir hayata mahkûm etmiştir. Bu durum hakların eşitliği saçmalığından cinsiyet eşitliği gibi başka bir rezilliğe evirilmiştir. Feminist fikir önderlerinin ağına takılan kadınlar, kariyer ve ekonomik bağımsızlık için kocasına itaatten el çektirilmişlerdir. Bu sebeple ailelerde boşanma oranları artmış ve nikâhsız birliktelikler yaygınlaşmıştır. KONDA’nın yaptığı bir araştırmaya göre Türkiye’nin 15 büyük şehrinde yaşayan 30 yaş altı erkek ve kadınların %80’i bekâr. Bunun iki sebebi var; birincisi ekonomik kaygı ikincisi ve daha önemlisi ise aile kurumunun değerini yitirmesi ve çökmesi. Bunun sebebi ise bu bozuk nizamdır. 

Bakınız bu bozuk düzende küçük kız çocukları güvende değil, her gün yeni taciz ve istismar haberleri ile karşılaşıyoruz. Narin ve Sıla bebeklerin yürek yakan hikâyelerini unutmak mümkün değil. Cesedi parçalara ayrılarak satanist ayinlere kurban edilen kızların, çöp konteynerleri içinde bulunan kadın cesetlerinin vakıası çok da eski değil. Yaşanan her cinayetten sonra şeriat ve kısas talepleri yükseliyor, ortalık sakinleştiğinde beşerî hukuk normlarına dönülüyor. İslam’a dönülmezse bu şekilde sorunlar nasıl çözülebilir?

İslam kadınların haklarını, iffetlerini ve bedenlerini koruma altına almıştır. Onları sosyal hayatta ucuz birer meta değil, kıymetli birer anne ve eş olarak görmüştür. Kadını ailenin mürebbiyesi olarak vasıflandırmış, nesillerin ve toplumların inşasında kilit rol vermiştir. Çocukların yetişmesinde, ahlaki gelişimlerinde onlara rehberlik eden bir öğretmen olarak görmüştür. Sözde özgür Batı, çıkar ve sömürüye dayalı bu düzende hak ettiği değeri göremeyen kadınlara yılda sadece bir gün sloganlarla değer veriyor ve 8 Mart gününü anıyor. İslam ise onlara hak ettiği değeri bir gün değil bilakis ömürlerinin sonuna kadar veriyor. Vahyin ışığı ile sadece kadınların değil, erkeklerin, ailelerin, nesillerin ve tüm toplumun hayatını aydınlatıyor.

EĞİTİM SEN’İN ‘TOPLUMSAL CİNSİYET’ AÇIKLAMASI

Bu hafta başı Eğitim Sen bir açıklama yayınladı haberdar olmuşsunuzdur. Sendika açıklamasında 10 Mart Pazartesi günü okullarda “Toplumsal Cinsiyet Dersi” vereceklerini duyurdu. Normalde okul müfredatını Milli Eğitim Bakanlığı belirliyor ama uygulayan öğretmenler ve okul yönetimi tabi ki… Düşünün ki Eğitim Sen’e bağlı öğretmen ya da müdürler MEB’den bağımsız böyle bir karar alıyorlar. 

Neyse ki bu kabul edilemez girişime Milli Eğitim Bakanlığı engel oldu. MEB, “10 Mart’ta “Müfredat dışında herhangi bir konunun ders içeriği olarak belirlenmesi veya okutulması mümkün değildir. Toplumsal değerlere aykırı davranışlarda bulunarak sendikal faaliyetlerin özüne zarar veren kişi ve kurumların eylem ve açıklamalarına asla müsamaha gösterilmeyecek, gerekli adli ve idari süreçler yürütülecektir." diyerek Müslümanların ve genel kamuoyunun takdirini topladı. 

Bu “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” dersinin içeriğine baktığımızda kadın erkek eşitliğinden ziyade eş cinsel sapıklıkların normalleştirildiğini görüyoruz. Mesela bu derste şöyle deniliyor: “Toplumsal Cinsiyet kavramı, sadece kadın ve erkekler arasındaki ilişkileri tanımlamak için kullanılmaz. İkili cinsiyet sisteminin görünmez kıldığı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliklerini de konuşmamıza imkân tanır.”

Bakar mısınız derste LGBT’ye karşı nefret söyleminin varlığından bahsedilip bu nefret söyleminin giderilmesi gerektiği ifade ediliyor. Ayrıca cinsel yönelim, cinsiyet kavramı gibi bölümlerde çocukların kadın ve erkekten farklı olabileceği bunun normal bir durum olduğu anlatılıyor. İşte Eğitim Sen bu sapkın düşüncelerin çocuklara ders olarak verilmesini savunuyor, buna engel olan Milli Eğitim Bakanlığına 2014-2016 yıllarını örnek gösteriyor. 

Evet, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” denildiğinde akla ETCEP gelmektedir. Hafızalarımızı biraz yoklayalım.  2014 yılında MEB ile AB ortaklaşa bir proje başlatmışlardı. Bu projenin adı "Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi" kısaca ETCEP idi. Tam iki yıl boyunca 10 ilde, 40 okulda 57.000 öğrenciye Toplumsal Cinsiyet Eşitliği eğitimi verildi. Tekrar ediyorum; 2 yılda 57.000 öğrenciye Toplumsal Cinsiyet Eşitliği eğitimi veren bizzat Ak Parti İktidarındaki MEB’di. Bugün engelledi ama o gün bizzat kendisi teşvik etmiş ve bu projeyi uygulamıştı. 

Peki, içerik farklı mıydı? Elbette farklı değildi. Zira Toplumsal Cinsiyet Eşitliği denilen şeyin mimarı ve sahibi bizzat Batı dünyasıdır. Kavramlar onların içini doldurduğu kavramlardır. Fikirler onların şekillendirdiği fikirlerdir. Doğrular ve yanlışlar onların belirlediği doğrular ve yanlışlardır. Batı açısından “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” laik ve demokratik eğitimin vazgeçilmez bilimsel bir parçasıdır. Eğitim Sen’de zaten bunu savunuyor, sen 2014-2016 yıllarında bu gerekçe ile yani laik eğitimin bir gereği olarak bu projeyi uygulamıştın diyor iktidara… 

Dolayısıyla Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine bakış açısında Eğitim Sen ile Milli Eğitim Bakanlığı farklı yerde değiller, her ikisi de bilimsel, laik ve demokratik eğitimi savunduklarını beyan ediyorlar, şiddeti farklı olsa da her ikisi de toplumsal cinsiyet eşitliğini destekliyorlar. Dolayısıyla MEB’nın Eğitim Sen’e karşı çıkması esastan bir karşı çıkış değil usulden bir karşı çıkıştır. Yani, böyle bir ders, böyle bir eğitim verilecekse onu biz veririz siz veremezsiniz demektedir.  

Karşılaştığımız bu acı tablo, yüz yıldır devam eden batılılar gibi olma sevdasının görüntülerinden bir görüntüdür. Buradan laik değerleri kutsayanlara, Batılı değerlere hayran olanlara şunu söylemek istiyorum: Bu sevdanın size kazandırdıkları ile kaybettirdiklerine bir bakın! Kazanç hanesine yazacağınız tek bir madde dahi bulamazsınız! Kaybettirdiklerinde ise sayılamayacak kadar çok madde vardır. 

Öncelikle; Batılılar gibi olma sevdası size Allah’ın rızasını kaybettirdi. İslam hayattan uzaklaştırılıp onun yönetim şekli olan Hilafeti kaldırılınca belki batılı efendilerinizi memnun ettiniz ama Allah’ın gazabına öfkesine maruz kaldınız.  İslam’ın iktisat nizamı yerine kapitalist batının iktisat nizamını aldınız. Bir avuç mutlu azınlık hariç halkın çok büyük bir kısmı sefalet içinde yaşıyor. Ay sonunu getiremiyor. Borçlandıkça borçlanıyor ve sonunda intihar ederek bu hayattan kurtulmanın yollarını arıyor. 

Batılıların eğitim müfredatını aldınız. Onların doğrularını kendi doğrularınız gibi kabul ettiniz. Ancak rezil bir eğitim sisteminden başka elinizde hiçbir şey yok. İlk okuldan başlayarak üniversitelere kadar tam bir başarısızlık hikâyesine sahipsiniz. Dünyanın en iyi ilk 500 üniversitesinde isminiz geçmiyor. Yetiştirdiğiniz, dünyaya mal olmuş bir bilim adamınız dahi yok! Ürettiğiniz bir teknolojiniz yok. Kısacası elinizde tutacağınız gurur duyacağınız hiçbir şeyiniz yok! Yüz yıllık Batılılaşma hamlesi baştan aşağı tepeden tırnağa tam bir fiyaskodan ibaret! Ne onlar gibi olabildiniz ne de Allah Subhanehu ve Teala’yı razı edebildiniz. Nereden bakarsanız bakın iflas ettiniz!

Hizb-ut Tahrir olarak size kalkınmanın anahtarını sunuyoruz. Size onurlu bir hayatın anahtarını sunuyoruz. Size Allah Subhanehu ve Teala’yı razı etmenin anahtarını sunuyoruz. O anahtar Raşidi Hilafettir. Raşidi Hilafet, Batılılaşarak değil öze dönerek kalkınmanın adıdır! Allah’ın izniyle tüm dünya bu hakikatle yakın bir zamanda yüzleşecektir!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

11 Mart 2025

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.