HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı 18 Ekim 2022

Mahmut Kar, Zenginlerin korunduğu işçilerin ve garibanların hor görüldüğü bu laik kapitalist sistem halkımızın kaderi değildir.

 

BARTIN’DAKİ MADEN FACİASI

Bu hafta toplantımıza Bartın’ın Amasra ilçesinde meydana gelen ve hepimizi derinden üzen maden faciası ile başlamak istiyorum. Öncelikle bu elim hadisede hayatını kaybeden 41 işçi kardeşimize Allah Teala’dan rahmet yaralılara acil şifalar diliyorum. Vefat eden madencilerin kederli ailelerine başsağlığı ve sabır niyaz ediyorum. Ateş düştüğü yeri yakar evet ama bir vücudun azaları gibi olan Müslümanlar olarak kalbimizin ve dualarımızın Bartın’daki kardeşlerimizle beraber olduğunu ifade etmek istiyorum. Rabbimiz böyle musibetler ile bizleri bir daha karşılaştırmasın.

Kıymetli Müslümanlar, bu elim hadise ile ilgili birçok şey konuşuldu yazıldı, konunun uzmanı olan kişiler tarafından birçok değerlendirme yapıldı malumunuz. Elbette söylenen hiçbir söz hayatını kaybeden işçi kardeşlerimizi geri getirmeyecektir. Ancak ailelerin acılarını bir nebze olsun hafifletmek ve bundan sonra bu tür facialar ile karşılaşmamak varsa ihmal ve sorumsuzlukların ortaya çıkarılması lazım. Bilindiği gibi şu an görevlendirilen 5 savcı ve beraberindeki uzman ekipler olayı soruşturuyor. Patlamanın sebebi onların hazırladığı rapordan sonra netleşecek. Tabi yapılan soruşturma sonuçlarına ne kadar güvenileceği ayrı bir tartışma konusu. Zira Soma’da 301 işçinin öldüğü maden faciasında sorumlu patronlar yargıda yapılan bin bir türlü ayak oyunlarıyla ceza almaktan kurtarıldılar. Neredeyse hakkını arayan mağdurlar suçlu konumuna düşürüldü. Aynı hukuksuzluğun Amasra patlamasında yaşanmayacağının garantisini kim verebilir?

Bakınız Enerji Bakanı Fatih Dönmez, bugün Mecliste konuyla ilgili bir bilgilendirme yaptı. Devletin maden ocaklarının iş güvenliği alanına ne kadar yatırım yaptığını ne kadar teknik alet ve güvenlik ekipmanı aldıklarınI anlattı. 2019 yılında Grizu patlama tehdidine karşı uyaran Sayıştay raporunun çarpıtıldığını söyledi. Ağustos ayında yapılan denetimlerde hiçbir sorun tespit edilemediğini söyledi. Yani Enerji Bakanı bir devlet kurumu olan sayıştayı adeta yalandı. Oysaki Sayıştay’ın Türkiye Taşkömürü Genel Müdürlüğü ile ilgili denetim raporuna açık kaynaklardan erişilebiliyor. Okuma yazması olan herkes az çok bu raporda ne demek istediğini anlar. Sayıştay’ın raporunda “Kritik arızalara zamanında müdahale edilememesi iş güvenliğini etkiliyor” uyarısı yapılmış. “Müessesede solunabilir ve patlayabilir tozla mücadele kapsamında alınan önlemlerde aksamalar var ve bu aksamalar infilak riskini artırmaktadır.”denilmiş. Yani Sayıştay, maden içerisindeki havanın yeterince temizlenmediğini infilak riskini artırdığını söylüyor. Aynı raporda farklı maden ocaklarıyla ilgili önemli iş güvenlik uyarıları da bulunuyor.

Hadi diyelim ki tüm cihazlar ve ekipmanlar tedarik edildi. Peki bunların aktif olarak kullanılıp kullanışmadığı, çalışıp çalışmadığına ilişkin denetim ne kadar yapıldı? Söz konusu cihazların yaptığı tespitlere göre gerekli önlemler fiili olarak alındı mı sayın bakan? Vefat eden işçilerin patlamadan önce ailelerine “madenden yoğun gaz kokusu geldiğini ve temizlenmesi için haftalardır beklediklerini söylemelerine ne diyeceksiniz?” Kömür ocağındaki sorumlu şefin madenin temizlenmesini isteyen işçilere ‘Bize kömür lazım, sizin keyfiniz lazım değil’ sözlerini nereye koyacaksınız? Sırf madenleri işletme hakkı verdiğiniz imtiyazlı şirketleriniz zaman kaybı yaşamadan daha çok kömür çıkarsın diye bakım çalışmalarının ertelenmesini hangi vicdana hangi hukuka sığdıracaksınız?

Meselenin bir de kaza sonrası boyutu var ki, kapitalist devlet aklının nasıl çalıştığını, yöneticilerin halka nasıl bir kibirle baktığını gösteriyor. Zira iktidar 41 madenci hayatını kaybettiği halde cenazelere erken ulaşma kudretiyle övünüyor. Babasının kurtarılmasını beklerken “Ben bu acıya dayanamam” diyen evlatlara, ölmüş babasının resmini annesine gösteren 2 yaşındaki çocuğa, cesedi komple yandığı için kocasına sarılamadığını söyleyen gözü yaşlı eşlere, “toptan temizlik yaptılar ama evlatlarımızı temizlediler” diyen annelere vereceğiniz bir cevap yok mu? Vefat edenlerin ailelerine şu kurum beş yüz bin, öbür kurum iki yüz bin lira verecek diyerek acılı ailelere bir lütuf gibi kan parası sunmak mı sizin yönetim anlayışınız? Vefat eden madencileri “ne güzel öldünüz”der gibi şehit ilan ederek yine dini değerleri istismar etmek mi sizin yönetim anlayışınız?

Sayın Erdoğan, evet ecel insanın kaderidir. Ama zillet ve aşağılanma bu halkın, bun insanların kaderi değildir. Zenginlerin korunduğu işçilerin ve garibanların hor görüldüğü bu laik kapitalist sistem halkımızın kaderi değildir. Bizler elbette ki Allah’ın ilmi olan kadere Levh-i Mahfuz’da yazılı olana iman ediyoruz. Ancak bizler insanın kendi iradesi ile yapıp ettikleri, ya da terk ettikleri işlerden sorumludur. Dolayısıyla eğer bu facianın yaşanmasında bir ihmal varsa sorumluluk sizindir. Sayı Erdoğan; Soma, Bartın ve diğer maden facialarında olduğu gibi işçilerin canlarını korumaya yönelik gereken önlemlerin alınmaması vebaldir.  Kamu malından sayılan madenlerin aç gözlü kapitalist şirketlere verilmesi İslam'a göre haramdır. Göz göre göre işçilerin ölüme gittiği bu işten “kader” diyerek, tazminat ödeyerek çıkamazsınız. Eğer çalışanın hakkını, hukukunu, canını ve malını koruma konusunda samimi iseniz Rasul (sav)’in şu sözlerine kulak verin ve halkınıza tevazu ile yaklaşın, acılarını paylaşın. 

Rasulüllah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Tedbir almak gibi akıllılık, günahlardan sakınmak gibi takvâ güzel ahlâk gibi izzet ve şeref yoktur.”

DEZENFORMASYON YASASI

Geçtiğimiz hafta Ak Parti ve MHP tarafından hazırlanan, CHP, HDP, İyi Parti ve TİP’in ve basın meslek örgütlerinin karşı geldiği “dezenformasyon yasası” mecliste kabul edildi. Bazı maddelerinde değişiklik yapılan ve ilave maddeler eklenen 7418 sayılı yeni “Basın Kanunu” bugün resmi gazetede yayınlandı ve uygulamaya konuldu. Kanunda birçok değişiklik yapıldı. Mesela artık internet haber siteleri de Basın Kanunu ve Basın İlan Kurumu kapsamına alındı. Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sosyal medya platformları Türkiye’de yaşayan bir temsilci bulundumaları ve adres göstermeleri gerekiyor artık. Bu platformların temsilcileri düzenli olarak ve talep olduğu sürece Bilişik Teknolojileri Kurumuna kullanıcılar ile ilgili rapor verecekler. Kanunda yapılan değişiklikler ile internet haber siteleri de aynı gazeteler gibi Basın İlan Kurumuna bağlı hale getirildi. Yine haber siteleri yaptıkları haberler ile ilgili talep edildiğinde tekzip yapma zorunluluğuna tabi tutuldular.

Kanunda daha bir çok değişiklik yapıldı ama kamuoyunda en çok konuşulan “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” ismi ile kanuna eklenen madde oldu. Madde şu şekilde: “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.”

Allah rasulü (sallallahu aleyhi vesellem) gerçeğe aykırı bir şeyi gerçekmiş gibi haber vermek, yalan haber yaymak yani yalan konuşmak hakkında şöyle buyurmaktadır: “Şu dört özelliğin kendisinde bulunduğu kişi gerçekten münafıktır. Kimde bunlardan birisi bulunuyorsa o kişi o özelliği terk edinceye kadar kendisinde münafıklık özellikleri bulunuyor demektir.” Bu özellikler şunlardır: “Emanet edildiğinde ihanet eder. Konuştuğunda yalan konuşur. Söz verdiğinde sözünde durmaz. Kızdığında haddi aşar.”  (Buhari)

Evet yalan hem dinen hem örfen hem de insani olarak kerih görülen, yasaklanan bir fiildir. Yalan konuşan, yalan haber yayan kişiyi İslam’da zem etmiştir. Peki iktidarın çıkardığı bu kanun Türkiye medyasında yalnın önüne geçmek için mi yapıldı dersiniz? Kanuna eklenen maddeye baktığımızda ne görüyoruz; gerçeğe aykırı bir bilginin basın yayın yolu ile yayılması. Yani yalen haber yapmak. Yapılan bu yalan haber ne ile ilgili olursa suç peki? Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve sağlığı ile ilgili olursa suç... Yani devleti yönetenler açıkça şunu diyor: “İç siyaset ile ilgili aldığımız politik ve ekonmomik kararlar, uygulamaya koyduğumuz kanun ve yönetmelikler hakkında haber yaparken düşüneceksiniz. Ekonomik, sosyal, siyasi ve toplumsal olarak yaşanan gelişmeler hakkında, yöneticiler, idareciler, ve sorumlu kişiler ile ilgili yazıp çizerken dikkat edeceksiniz.   Dış politikaya gelince iktidarın aldığı kararlar, sömürgeci ülkeler ile yapılan anlaşmalar hakkında aleyte haber ve yorum yapılmayacak.”

Bütün bunlara eyvallah. Her kim gerçeğe aykırı bir şeyi haber yaparsa, her kim kişilere iftira atarsa mahkeme yargılasın.Tamam da gerçeği kim belirleyecek. Neyin yalan neyin gerçek olduğuna kim karar verecek? Mesela ben Türkiye’nin “İsrail” ile normalleşmesi sebbeiyle “iktidar Kudüs davasına ihnaet etti” dersem bir gerçeği ortaya koymuş oluyorum. Ama iktidara göre bu ihanet değil aksine Türkiye halkı ve Filistin halkının maslahatına bir şey oluyor. Hülasa hükumet bu yasayı yalanın önüne geçmek için koymadı o kesin. Peki niçin böyle bir kanun hazırladı. Sadece muhaliflerini susturmak için mi?

Her ne kadar iktidarın bu kanunu kendi politikalarına ayak bağı olmaya çalışan muhalefet için yine yaşanan bazı hadiselerde can sıkıcı haberler yapan medya kuruluşları ve gazetecileri susturmak için çıkardığı söylense de uygulama önemli...  Son 1 yılda neredeyse her gün gittiği, gezdiği yerlerde mülteci düşmanlığı yaparak halk arasında endişe ve korku oluşturan, insanları birbirine kışkırtan, yalan bilgileri sosyal medyada paylaşarak panik havası oluşturan Ümit Özdağ hakkında tek bir kelime etmeyen iktidar bu kanunu kim için uygulayacak dersiniz? Kampanya şeklinde yürütülen bu mülteci düşmanlığını izleyerek Suriyeli mülteciler ile Türk halkı arasında düşmanlığın zeminini hazırlayan iktidarın samimiyetine inanıyor musunuz?

Ailelerin, gençlerin, çocukların ve tüm toplumun ahlak ve maneviyatını bozan müstehcen, pis yayınlar yapan yayın organları hakkında hakkında iktidar bugüne kadar bir kanun yaptı mı Allah aşkına?

Size soruyorum, mecliste toplu poz veren Ak Parti Milletvekilleri! Ailemiz, gençlerimiz, çocuklarımız tehdit altında, bundan daha önemli bir güvenlik meselesi var mı? TV programları ile, netflex dizileri ile, You Tube ve diğer sosyal medya platformlarında yayınlanan video içerikler ile gençlerimizin manevi sağlığı bozuluyor. Bunlar için de bir medya kanunu yapacak mısınız? Bunun için de mecliste mesai harcayacak mısınız? Size övgüler dizen Televizyon kanallarında yayınlanan diziler yolu ile gayri meşru ve sapkın ilişki propagandası yapılıyor. Bu konu hakkında bir medya kanunu çıkarıp suçlulara cezai müeyyide talep edecek miisniz? Yok! Neden peki? Çünkü onlar sizin iktidarınızı koruyor, onlar size çalışıyor, ayrıca onlardan vergi alıyorsunuz. Vergisini aldığınız ve sizi de eleştirmedikleri müddetçe bunlar mubah. Boşuna ülkenin iç ve dış güvenliği falan demeyin, boşuna kamu düzeni, kamu barışı, halk sağlığı falan demeyin. Samimi değilsiniz.  

İçinde yaşadığımız çağ medya ve iletişim çağı... Tarihin hiçbir döneminde iletişim bu gün olduğu kadar önemli, önemli olduğu kadar da tehlikeli olmadı. İletişim teknolojisinin hızla geliştiği, internet başta olmak üzere iletişimin araçlarının yayın araçlarına dönüştüğü son yıllarda medya çok daha önemli hale geldi. Böylece kapitalist devletler köleleştirdikleri halkların işitme ve izlemelerini de kontrol etmeye başladı. Küresel yayın politikaları ile neyin izlenip neyiz izlenmeyeceğine karar veren, bu konuda akreditasyon yöntemlerine başvuran kaipitalistlerin bu azgınlaşmış durumu Firavun’a benzemektedir.  Rabbimiz Firavun’un yeryüzünde nasıl da azgınlaştığını şu şekilde açıklıyor Kur’an-ı Kerim’de:

الرَّشَادِ سَبِيلَ إِلَّا أَهْدِيكُمْ وَمَا أَرَى مَا إِلَّا أُرِيكُمْ مَا فِرْعَوْنُ قَالَ

“Ben size görüşümden başkasını göstermiyor ve ancak sizi doğru yola ulaştırıyorum.”  (Mümin 29)

Günümüzde medya, herhangi bir düşünceyi insanların gündemlerine taşımak, kitleleri belli bir konuda ikna etmek ve onları yönlendirmek için kullanılan en etkili araçtır. Küresel kapitalist sistem medya ile kendisini tehdit eden düşünceyi karalama işini çok yoğun yapmaktadır. Devletler ve yöneticiler kontrol ettikleri medya şirketleri ve medya patronları ile iktidarlarını tahkim ederler, düşman gördüklerini de tehdit ederler.

Bugün ne Türkiye ne de başka bir ülkede medya ve basın yayın faaliyetlerinin bir ilkesi bir ilmihali yok. Ama İslam’ın bu konuda bir hükmü bir hukuku var. İslam iyiliği emretme ve kötülükten nehyetmeyi emrettiği için bir Müslümanın asli görevi medyayı bu farzı ifa etmek için kullanmak olmalıdır.  İslami misyona sahip bir ümmetin medya araçlarını bu emri ifa etmek için kullandığını düşünebiliyor musunuz?

İslam’a davet ve iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek her eve girmiş olan yazılı ve ya görsel medya araçlarını kullanmayı gerektirmektedir. Aynı zamanda İslami Devlet olan Raşidi Hilafet Devleti’de bugün 4. kuvvet olarak adalandırılan medya gücünü İslam ahkamına uygun şekilde kullanacak ve kullanılmasını da teşvik edecektir. Elbette Hilafet Devleti bugünkü sistemler gibi, Halifeler de bugünkü yöneticiler gibi kullanmayacaklar medyayı. Hilafet Devletinde medya, bugünkü gibi küfrün ve ahlaksızlığın yayıldığı bir organ değil, hayrın yayıldığı bir organ olacak. Hilafet devletinde medya bugünkü gibi gerçeklerin üstünü örten değil hakkı açığa çıkaran bir işlev görecek.

Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a iman edersiniz.”  (Ali İmran 110)

KILIÇDAROĞLU’NUN ABD ZİYARETİ

Geçen hafta CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Ziyaret sırasında bazı sivil toplum kuruluşları ve Türk toplumunun temsilcileri ile bir araya geldi.  Yine bazı üniversitelerde akademisyenler ve öğrenciler ile görüştüğünü belirtti. CHP iletişim koordinatörü bu ziyaretin bir başlangıç olduğunu ve Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki günlerde Almanya ve İngiltere’yi de ziyaret edeceğini söyledi. Kılıçdaroğlu'ndan sonra İYİ Parti’de görüşmeler yapmak üzere Amerika'ya bir heyet gönderdi. Heyet, ABD'de değişik seviyelerdeki muhataplar ve düşünce kuruluşlarıyla görüşmeler yapacakmış.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun ABD ziyareti Türkiye’deki kesimler tarafından tabi farklı değerlendirildi. İktidar ve çevresi Kılıçdaroğlu’nun 2023 seçimleri öncesi icazet almak için ABD’ye gittiğini iddia etti. Sanki kendileri farklı bir şey yapmışlar da Kılıçdaroğlu’nu eleştiriyorlar. Kılıçdaroğlu sizi taklit ediyor. Siz de 2002 seçimleri öncesi ABD’ye kaç kez gidip gelmiştiniz. Genel seçimler öncesinde hakeza... Bu Türkiye siyasetinde demokratik partiler için bir gelenek olmuş. Amerikalıları görmeden seçime girmiyorlar. İktidar çevresinin bu icazet alma yakıştırmasına CHP itiraz ediyor tabi. Kılıçdaroğlu’nun bugünkü grup toplantısında yaptığı konuşmaya bakılırsa sanki ABD’ye CHP Genel Başkanı değil de ODTÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı gitmiş. Neymiş efendim Üniversiteleri gezmiş, bilim ve teknolijik gelişmeler ile ilgili bilgi edinmiş. Bilim ekonomisini, sosyal bilgi ekonomisini hayata geçirmek gerekiyormuş. Hep böyle olur zaten, daha önce de Nez York’un şehir belediyeciliğini görüp İstanbul’a uygulamak için ABD’ye gittiğini söyleyenler olmuştu. İstanbul beton yığını haline geldi, ABD’nin nasıl bir şehir belediyeciliği varsa artık. Hayır yani, 100 yıllık geçmişini bilmesek CHP’nin Nano tekonolojisini Türkiye’ye getireceğine inanacağız. Sizin siyasi tarihinizde heykel yapmaktan başka bir şey var mı Allah aşkına?

Kılıçdaroğlu’nun boş sözleri bir yana, Türkiye’de iktidara aday olan her parti, her lider seçim öncesi Amerika veya Avrupa’yı ziyaret ediyor. Bu liderler ABD veya Batı’dan icazet almadan iktidara gelemeyeceklerini biliyorlar. Onların desteği olmadan bir saniye bile iktidar koltuğunda oturamayacaklarının farkındalar.  Dolayısıyla aklını Batı’ya kiralayan, Batı’ya göbekten bağlı bu siyasetçiler işbaşına geldiklerinde efendilerine danışmadan adım atamazlar. Gelgör ki diğer taraftan da hiç utanmadan bağımsızlık naraları atarlar, halkın iradesini temsil ettiklerini söylerler. İşte Kıymetli Müslümanlar; sizi temsil ettiğini söyleyen vekiller, parti başkanları, yöneticiler bunlar. Siz böyle yöneticilere layık değilsiniz, artık kanmayın, kandırılmayın. Siz sırtını ABD ve Batı’ya değil önce Allah’a sonra da halkına dayayan ve ardına bakmadan yürüyen cesur ve adil yöneticilere layıksınız. O yöneticiler raşid Halifelerdir, onların makamı ise Hilafet makamıdır. O halde o makamı yeniden inşa etmek için vargücünüzle çalışın.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

18 Ekim 2022                                   

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.