HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 22 Ekim 2024

Mahmut Kar, "Terörün kaynağı İngiliz ve Amerikan elçilikleridir. Haydi o zaman bu sefaretleri kapatarak güzel bir dayanışma ve birlik örneği gösterin."

“İSRAİL”İN BÖLGESEL SAVAŞ TEHDİDİ  

Toplantımıza geçen hafta Çarşamba günü Gazze’de Yahudi varlığı askerleriyle girdiği çatışmada hayatını kaybeden Hamas lideri Yahya Sinvar’ın şehadeti ile başlamak istiyorum. Öncelikle, buradan Yahya Sinvar’a ve aynı dava uğrunda savaşıp şehit olan tüm mücahitlere Allah’tan rahmet diliyorum. Filistin halkına ve tüm Müslümanlara da Rabbimizden sabır niyaz ediyorum. Mübarek toprak Filistin’i işgal eden Yahudiler, kahraman, takva sahibi ve temiz bir insan olan Hamas lideri Yahya Sinvar’ı şehit ettiler. 

Sinvar, Aksa Tufanı’nda sergilediği kahramanlığıyla bir yıldır süren savaşta Yahudi varlığını bitap ve bitkin düşürdükten sonra iki güzellikten birine erişti... Şehadeti Rabbinin bir lütfu olarak gören Yahya Sinvar, 100 bin ton bomba ile harabeye çevrilen, aç, susuz ve sahipsiz bırakılan izzet ve sebat diyarı memleketi Gazze'de umduğuna nail oldu. İşgal edilen mübarek toprakların savunması uğrunda mücadeleden asla vazgeçmedi ve bu hâl üzere Rabbine kavuştu. Gazze’den kaçmadı, Haçlı-Siyonist ittifakına boyun eğmedi; halkı ile birlikte yaşadı ve arzu ettiği gibi Allah yolunda, inşallah, şehit olarak öldü. Allah şehadetini kabul etsin. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.

Yahya Sinvar ve daha niceleri, Allah'a verdikleri sözde durmanın şerefi ile şehadete yürüdüler. Sömürgeci zalimlerle işbirliğini “reel politik” sanan, dünyaya meftun olan hainlerin asla tasavvur edemeyeceği bir makama ulaştılar. O hainler, o zalimler, o işbirlikçi korkaklar Yahya Sinvar’a taziye bile dileyemediler. Neden biliyor musunuz? Çünkü Sinvar, şehadeti ile onları bir kez daha küçük düşürdü ve ihanetlerini iyice açığa çıkardı. Onurlu ve kahramanca savaşarak öldüğü için ona taziye dileme hakkını kendilerinde göremediler. Hiçbir Arap lider başsağlığı mesajı yayınlamadı. Türkiye ne yaptı? Cumhurbaşkanı Erdoğan, iki gün sonra dilinin ucuyla konuşmasının satır arasında, “Geçtiğimiz günlerde şehit düşen Hamas lideri Yahya Sinvar'a da Allah’tan rahmet diliyorum.” dedi. Geçip gitmesi istenen, çabucak unutulması gereken sıradan bir olay gibi yaklaştı meseleye. 

Sayın Erdoğan! Sizin Yahya Sinvar’a neden övgüde bulunmadığınızı, neden hak ettiği muameleyi yapmadığınızı biliyoruz. 2022 yılında, “Bu şehir (Gazze), tüm normalleşenleri ifşa edecek, tüm düzenbazları rezil edecek, tüm terk edenlerin ve tavizcilerin hakikatini ortaya çıkaracak.” demişti Yahya Sinvar. Ve dediği gibi oldu. Aksa Tufanı, normalleşenleri suçüstü yakaladı. Yahudi varlığı ile 7 ay açıktan, hâlihazırda dolaylı yollardan ticaret yapanları, 10 aydır hâlâ Netanyahu çetesine petrol sevkiyatını kesmeyenlerin hakikatini ortaya çıkardı. Amerika’nın iki devletli ihanet planını Filistin halkına ve İslam ümmetine çözüm diye pazarlayan tavizcileri ortaya çıkardı. Daha Yahya Sinvar’ın kanı kurumadan, Hamas’a işgalci esirleri bırakması için ateşkes teklifi götüren Amerika’nın postacılarını açığa çıkardı. Filistin davasını istismar eden tüm düzenbazları rezil etti o şehir, o güzel Gazze. İşte bu yüzden Sinvar’ı hayırla yâd etmeye diliniz varmıyor.

Sayın Erdoğan, bakın Hamas’ın yeni liderlerinden Halid Meşal de sizlere çağrıda bulunuyor: “Ey ümmetin yöneticileri,” diyor: “Bu savaş tüm ümmetin savaşıdır. Mübarek Mescidi Aksa toprakları, Hz. Muhammed’in, Hz. Ömer’in bize mirasıdır. Tek vücut halinde bu düşmanı durdurmak için tarihi bir an ve fırsatımız var. İnsanlığı bu gaspçı varlıktan kurtaralım.” diyor. Bu çağrıya icabet edecek misiniz? Orduları Gazze’ye gönderip Yahudi varlığının kökünü kazıyacak mısınız? Yoksa bir yıldır yaptığınız gibi Gazze’yi yüz üstü bırakıp sömürgeci kâfir Amerika’dan medet ummaya devam mı edeceksiniz? Şunu sakın unutmayın! Herkes, şehadeti ve ortaya koyduğu şahitliği ile Allah'ın huzuruna varacak. İşte o gün herkese hak ettiği tastamam verilecektir.

YENİDOĞAN ÇETESİ VE BEBEK CİNAYETLERİ  

Son yıllarda toplumsal çöküşün acı neticelerini; bizatihi görerek, haber kaynaklarından takip ederek, bazen hayatın içinde karşılaşarak ve yaşayarak hepimiz hissediyoruz. Neredeyse her günün sabahına yüreklere ateşler düşüren acı hadiselerle uyanıyoruz. Yol ortasında masum insanların canice katledilmesinden tutun, trafikteki tartışmalara ve ölümle sonuçlanan kavgalara, basit nedenlerle işlenen cinayetlere ve daha başka şeylere… Annesinin başını kesip sokağa atana da şahit olduk, iki kadını, birini evinde diğerini surlarda öldüren ve parçalayıp aşağı atan satanistlere de… Annesi tarafından sobada yakılan çocukları da gördük, Cinnet geçiren babaları tarafından hunharca katledilen aileleri, ailesi tarafından katledilen Narinleri, Sılaları ve daha nicelerini…

Şahit olduğumuz her can yakıcı hadiseden sonra hep şu soruyu sorduk, bu toplum nereye gidiyor, Bu gidiş nereye? Toplumun bu hale gelmesine sebep olan şey ne? Daha ne tür facialar ile karşılaşabiliriz, bundan kötüsü daha ne olabilir? Maalesef 8 yaşındaki Narin’in, iki yaşındaki Sıla’nın acıları henüz yüreklerimizde taze iken, şimdi bir de daha isimleri konulmamış yeni doğan bebekleri para için evet üç-beş kuruşluk menfaat için öldüren bir çeteye şahit olduk. 

TV ekranlarında ya da internette, sosyal medyada yeni doğan çetesi ile ilgili haberleri görmüşsünüzdür. O kadar sıradanlaştı ki bu tür hadiseler, televizyonlar sanki sıradan normal bir haber yayına veriyorlar, siyasiler çok rahat bir şekilde konuşuyorlar. Hâlbuki hadise o kadar çarpıcı ve o kadar sarsıcı ki; İstanbul’da, 112 Acil Servisi ile ortak hareket eden doktorlar, yeni doğan bebekleri anlaşmalı oldukları özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerine yönlendirip kazanç elde ediyorlar. Daha kucağına alıp koklayamadığı, öpmeye kıyamadığı bebekleri analarından ayırarak bunu yapıyorlar. Netice itibariyle enfeksiyona açık bir ortam olan yenidoğan ünitelerine yatırılan bebeklerden bazıları hayatlarını kaybediyor. Düşünebiliyor musunuz bir annenin hem kendini hem evladını emanet ettiği doktorlar para için neler yapmışlar. Gözü dönmüş caniler, hiç mi Allah’tan korkmadınız, hiç mi içiniz sızlamadı? Evinize gittiğiniz de çocuklarınızı nasıl sevebildiniz, katiller sizi…

Peki, tek suçlu bebekleri katleden bu çete ve üyeleri mi? Mafya ve çete liderlerini, gaspçıları, hırsızları, soyguncuları ve katilleri serbest bırakan sözüm ona reform ve uygulamalara imza atanlar suçlu değil mi? Devletin savcısını makamında tehdit eden mafyatik tiplerle yan yana poz verenler suçlu değil mi? Suç oranlarının bu kadar artmasının, suçun bu kadar aleni işlenmesinin, suçluların aramızda bu kadar rahat dolaşmasının sebebi; laik-demokratik sistemin ta kendisidir. Bunun sorumluları ise bu sistemin uygulayıcısı olan yöneticilerdir. “Ömer’in adaleti” edebiyatı ile Müslüman halkın desteğini alan ama adaleti tesis etmek için kullanacağı gücü koltuğunu korumak için kullanan yöneticiler sorumludur. “Adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” diyerek üst perdeden kahramanlık yapan yöneticiler sorumludur.  ‘İslâm’ diyen, adaleti dilinden eksik etmeyen, hak ve hukuka davet eden ama diğer taraftan zulmün ve ifsadın kaynağı demokrasiye, laikliğe çağıran yöneticilerdir sorumlu olanlar… 

Hülasa, bu laik sistem ve uygulayıcı iktidar toplumu uçurumun kenarına getirmiştir. Bütün bu yaşananlar bu istem ve iktidarın eseridir. Şu da kesinlikle unutulmamalıdır; bu laik sistemin genlerinde adalet olmaz. Bu batıl sistemin bağrından Ömerler asla çıkmaz. Yaşlılar, gençler ve yeni doğanlar dâhil tüm insanlık İslâm’ın insaf ve adaletine muhtaçtır.

BAHÇELİ’NİN ÖCALAN AÇIKLAMASI

Türkiye’de bir taraftan bu bahsettiğim elim hadiseler yaşanırken diğer tarafta siyasette bambaşka kucaklaşmalar, normalleşmeler izliyoruz. Ve hiç kimse siyasilerin bu haline itiraz etmiyor. Geçen hafta da söylediğimiz gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarını uzatmak için elindeki tüm kozları kullanmaya devam ediyor. Önce İsrail’in Türkiye’ye saldıracağını söyledi, ardından Anayasa değişikliği için düğmeye basıldı. Şimdi bugün, Cumhurbaşkanı’nın söyleyemediklerini söylemeyi görev edinmiş Bahçeli devreye girdi ve MHP Grup toplantısında şaşkınlık uyandıracak bir açıklamada bulundu. 

Terörist başı işin içinde olmazsa bu çözüm sürecinden bir şey çıkmaz diyenlere seslendi ve “Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa, gelsin DEM Parti grup toplantısında konuşsun, terörün bittiğini, örgütün lağvedildiğini ilan etsin.”dedi. Bahçeli; Öcalan’ın bu dirayet ve kararlılığı göstermesi durumunda umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılabileceğini, bundan yararlanmasının önünün ardına kadar açılabileceğini ifade etti. Bahçeli konuşmasında bir şeyin altını çizdi ve şöyle çağrı yaptı: “Ne Kandil, ne Edirne; adres İmralı’dan DEM’e uzansın, terör sorunu ülke gündeminden tamamen çıkarılsın.”  Bahçelinin bu çağrısına DEM Partiden cevap gecikmedi. Yapılan açıklamada; inisiyatif almaya hazır olduklarını söylediler, başlangıç olarak tecridin kaldırılmasını istediler.

Karşılıklı bu iyi niyet göstergeleri, sanıldığının aksine terör sorununun çözümü için atılmış samimi adımlar, fedakârlık hiç değildir. Çünkü bu siyasi partilerin halkın sorunlarını çözme gibi bir derdi yoktur. Türkiye gibi müstemleke ülkelerde siyasi partilerin ne yapıp ne yapmayacağına ne söyleyip ne söylemeyeceğine kendileri karar veremez. Konjonktür ne gerekiyorsa ona göre hareket etmek siyasi partilerin başlıca görevidir. Şayet böyle olmamış olsaydı Bahçelinin 2007 yılında “Öcalan’ı asacak ipi almaya paran mı yok, al sana ip as da görelim."diyerek Erdoğan’a ip atmasını bugün yaptığı açıklama ile nasıl bağdaştırabiliriz? Esasen bugün yapılan açıklamalarla “Kürt Sorunu” denilen şeyin yapay bir sorun olduğu da bir kez daha açıklığa kavuşmuş oldu. 

Evet, laik sistemdeki mevcut siyasi partilerin ideolojik bir alt yapıları yoktur. Bu olmadığı için de onlar birer menfaat partisidir. DEM Parti de buna dâhildir. DEM Parti, sömürgeci devletlerin oyuncağı olmuş bir partidir. Aynen iktidar ve ana muhalefet partisi gibi DEM’in bir kısmı İngilizler bir kısmı ABD’nin güdümündedir. Dolayısıyla kendi yolunu kendisi çizemez! Barışa ya da savaşa karar veremez! Onlar efendilerinden gelecek iki güzel lafa dünyalarını satarlar! Kuşkusuz terör sorununun kaynağı sömürgeci devletlerin Türkiye üzerindeki nüfuz kazanma, kazanılan nüfuzu koruma mücadelesidir. Bağımsızlığını kazanamamış siyasi partilerin çözüm süreci diye bir şey yürütmesi tiyatrodan ibarettir. Bu partiler, Amerika’nın Ortadoğu’daki ekonomik ve siyasi çıkarlarını korumak için her türlü riski göze alarak adım atabiliyorlar ama kendi halklarının, Müslümanların maslahatı için kıllarını dahi kıpırdatmıyorlar. Şayet bu partiler samimi iseler öncelikle işe terörün kaynağını kurutmakla başlamalıdırlar. Terörün kaynağı İngiliz ve Amerikan sefaretidir. Haydi! o zaman hodri meydan bu sefaretleri kapatarak güzel bir dayanışma ve birlik örneği gösterin de biz de görelim. 

Evet, Türkiye suni gündemlerle oyalanmaya devam ediyor. Yine cambaz gösterilerek gerçek sorunların üzeri kapatılmaya çalışılıyor maalesef. Toplum çökmüş kimin umurunda! Ekonomik kriz varmış kimin umurunda! Gazze ölüyormuş kimin umurunda! Gideceksiniz! Hepiniz bu siyaset sahnesinden silineceksiniz! Halkımız elbet gerçekleri görecek ve kendisini aldatanlara artık itibar etmeyecektir. Bu çok da uzak değildir!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

22 Ekim 2024

 

 

 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.