Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 24 Aralık 2024
CHP’NİN SURİYE AÇIKLAMALARI
Suriye’de 54 yıllık Esed diktatörlüğünün Suriye halkı ve mücahitlerin eliyle devrilmesinin yankıları hâlâ devam ediyor. Önceki haftalarda ifade ettiğimiz gibi, zalim Esed’in devrilmesine, kalbinde iman olan, İslam kardeşliği şuuru taşıyan ve insanlığı kaybetmemiş olan herkes sevindi. Nasıl sevinilmesin ki? Son 14 yılı, bir milyondan fazla Müslümanın canına mal olmuş, 10 milyondan fazla insanı göçmen konumuna düşürmüş, Suriye’yi adeta harabeye çeviren yarım asırlık zulüm yerle bir oldu.
Suç rejiminin karanlık zindanlarında nesilden nesile işkenceye maruz kalan Suriye halkı, Allah’ın yardımıyla özgürlüğüne kavuştu ve rahat bir nefes aldı. Müslümanların iradesi müstekbirlere galip geldi ve mazlumlar kazandı. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
Elbette her savaşın sevinenleri olduğu gibi üzülenleri de olacaktır. Batılı ve doğulu İslam düşmanları, Müslüman Suriye halkının zaferine çok üzüldüler. ABD’ye, Rusya’ya katil İran’a ve açık ve gizli ihanetlere rağmen Suriye devriminin zafere ulaşması onları kahretti. Kimi açıktan, kimi de dolaylı ifadeler kullanarak bu zafere öfkelerini gösterdiler. Şimdi hep birlikte Suriye devriminin zaferini çalmaya, ona laiklik ve demokrasi elbisesi giydirmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken Müslüman halklara hakaret etmekten de geri durmuyorlar.
Kimden mi bahsediyorum? İçimizdeki sömürge hayranlarından, kendi coğrafyasına, kendi halkına kâfirlerin gözüyle bakan laik Kemalist CHP zihniyetinden bahsediyorum.
Bu zihniyet yine bizi şaşırtmadı. Yine Batılıların ağzıyla konuşup, onların projelerinin yanında saf tuttular. Önce CHP lideri Özgür Özel sahneye çıktı. Kazananın Suriye halkı olmadığını, Amerika’nın, İsrail’in kazandığını söyledi. Özgür Özel’in nezdinde Batılı kâfirler o kadar kudretli ki, onlara yenilgiyi yakıştıramadı. Onların kültürüne o kadar meftun olmuş ki, Müslümanların kendi devletlerini kurma ihtimaline kendisini inandıramadı. Yıllarca zalim Esed’i destekledikleri hâlde, hiç utanıp sıkılmadan Suriye’ye yönetim ihraç etmeye kalkışıyorlar. Neymiş efendim? Suriye'nin geleceği için doğru yöntem, Mustafa Kemal’i örnek almakmış. İnsan haklarına saygılı, demokratik bir rejim gelirse Suriye’de sorunlar çözülürmüş.
Şimdi soruyorum: Esed rejimi 54 yıldır halkını demir yumrukla yönetirken 13 yıldır gözünüzün önünde katliam yapılırken neden bu öneri dile getirilmedi?
Ey Özgür Özel, Esed rejimi hâlâ yerindeyken bu eli kanlı diktatörle görüşmek için Şam’a gitmek isteyen sen değil miydin? Sen de iktidar gibi muhaliflerin bu rejimle normalleşmesini savunmuyor muydun? Bugün “diktatör” dediğin Esed’e dün hangi saikle el uzattığını kendine sor. Suriye halkının dinini terk ederek sizin köhnemiş yönetim anlayışınızı benimsemesini istiyorsunuz.
Birazcık kendinize saygınız olsun, birazcık Suriye halkına saygınız olsun diyeceğim ama sizin derdiniz Suriye halkının huzuru ve istikrarı değil. Sizin derdiniz, İslam iktidara gelmesin de ne olursa olsun. İster diktatörlük olsun, ister demokrasi olsun sizin için fark etmez. Hangisi İslam’ın yönetime gelmesini engelliyorsa sizin tercihiniz odur.
Gelelim bir başka CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun Müslümanlara yönelik hakaret ve hezeyanlarına… Ekrem İmamoğlu, İslam coğrafyasında yaşanan savaş ve kaosların sebebinin Müslüman halkların cehaletinden kaynaklandığını, kurtuluşun yegâne yolunun akıl, bilim ve eğitim olduğunu söylüyor.
Ekrem İmamoğlu'nun İslam coğrafyasındaki sorunları cehaletle ilişkilendiren ve Batı sömürgeciliğini görmezden gelen sözleri, oryantalist bir dilin ve aşağılık kompleksinin yansımasıdır. Onun göremediği veya söylemeye dilinin varmadığı gerçek şudur: Yıllardır kan ağlayan Müslüman coğrafyalarındaki kaosunun sebebi cehalet değildir. Zira İslam ümmeti, insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmet, en üstün ümmettir.
Asıl sebep, Hilafetin yıkılmasından sonra Batı tarafından çizilen yapay sınırlar, kurulan kukla devletler ve bu devletlerin başına getirilen işbirlikçi yöneticilerdir. Bu işbirlikçilerin yardımıyla halklarımızın zenginlikleri talan edildi, onurları çiğnendi, yaşam hakları ellerinden alındı. Ayağa kalkıp hak ve adalet isteyenlere ise baskı ve katliam reva görüldü. Bugün bu gerçekler ortadayken, Müslüman halkları cehaletle suçlamak, Batı’nın kirli ellerini temize çıkarmaktan başka bir şey değildir.
Yine gerçek şu ki, İslam medeniyeti akıl ve ilim üzerine kurulmuştur. Matematiği, tıbbı, astronomiyi, mimariyi, ilim ve hikmetin her alanını kuşatmış, insanlığa çağlar boyu rehberlik etmiştir. Bugün Batı’nın ulaştığı birçok bilimsel ve teknolojik gelişme, İslam medeniyetinin sunduğu birikimden beslenmiştir. Ancak buna rağmen, bu zavallı zihniyet bizi "cehaletle" suçlama cesaretini gösterebiliyor. Çünkü bunların ufku 1923’ten öteye gitmez. Bunların gözleri Bağdat’ı, Endülüs’ü görmez; bunların gözü sadece Londra’yı, Paris’i, Washington’u görür.
Son olarak, Suriye halkına Batı’nın demokrasisini dayatmaya çalışanlara şunu söylemek istiyorum:
Suriye devrimi, “Lâ ilâhe illallah Muhammedur Rasûlullah” temelinde yükselmiş, şanlı ve mübarek bir devrimdir. Suriye halkının ve samimi mücahitlerin Allah yolunda feda ettikleri kanlarıyla sulanmıştır. Sebat ile ayakta kalmış, fedakârlıkla ilerlemiş, irade ve kararlılık sonucu zafere ulaşmıştır. Onu çalmaya, onu ifsat etmeye, ona Amerika’nın şartlarını kabul ettirmeye, onu demokratikleştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Allah’ın izniyle, Dera’nın mescid ve sokaklarında başladığı gibi, Şam’ı İslam’ın merkezi kılmadan, işgalci Yahudi varlığını Aksa topraklarından söküp atmadan nihayete ermeyecektir.
KAHİRE’DEKİ D8 TOPLANTISI
Geçtiğimiz hafta Perşembe günü, Mısır’ın başkenti Kahire’de Müslüman beldelerden bazılarının katılımı ile yapılan D-8 toplantılarının on birincisi yapıldı. Zirveye Türkiye adına Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldı ve bir konuşma yaptı. Erdoğan konuşmasında bölgede adil ve kalıcı bir barışın tesisi için D-8 ülkeleri olarak daha fazla çaba harcanması gerektiğini söyledi.
Genel oturumun haricinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca bu zirve kapsamında gerçekleştirilen, Filistin ve Lübnan’daki Duruma İlişkin Özel Oturuma da katıldı. Buradaki konuşmasında, Filistin halkının yıllardır maruz kaldığı baskı ve tacizlerin 440 gün önce ‘İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırılarla katlanılmaz boyutlara ulaştığını ifade etti ve yaşanan acının boyutunu vefat edenlerin ve yaralıların sayısını vererek resmetti.
Aynı şekilde Mısır Cumhurbaşkanı Siside Gazze’ye yönelik saldırılarla ilgili açıklamalarda bulundu ve İsrail’in 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze Şeridi’ne düzenlediği saldırılara ilişkin Filistin halkına yönelik saldırıların devamının uluslararası kararlara tehdit oluşturduğunu belirtti.
Düşünebiliyor musunuz? Bölgenin ağabeyi konumunda olan iki ülkenin liderleri Gazze’de yaşanan acıların boyutlarını veriler eşliğinde anlatmaya kalkmışlar. Oradaki mezalimin ne olduğundan bahsetmişler ama çözüm sunmamışlar, çözüm olarak BM ve Batı’yı göstermişler.
Bölgenin iki ağabeyi konumunda olan Türkiye ve Mısır yöneticilerine soruyoruz; Sizin işiniz acizler gibi veriler eşliğinde ajitasyon yapmak mı? Gazze’deki durumu anlatmak için bu verilere ihtiyaç yok. Yahudilerin ne kadar zalim olduğunu, vahşetin ne kadar büyük olduğunu ve kardeşlerimizin ne kadar eziyet çektiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz.
Ey Erdoğan Ey Sisi!
Şehit sayısını söylemekle Gazze’deki mezalim son bulmuyor. Gazze halkının; ölülerinin sayısını tutacak liderlere değil, katliamların önüne geçecek liderlere ihtiyacı var.
Aynı toplantıda konuşmasının bir bölümünde Erdoğan devamla; Gazze’de kalıcı ve sürdürülebilir ateşkesin bir an önce sağlanmasının gerektiğini, insani yardımların bölgeye kesintisiz ulaştırılması için Türkiye ile Mısır arasındaki dayanışmanın artarak devamının fayda sağlayacağını ifade etti.
Sormazlar mı insana Sayın Erdoğan! Dayanışma içerisinde olduğunu söylediğiniz orduları milyonları bulan iki ülke Türkiye ve Mısır, tam 14 aydır Gazze’ye nasıl bir yardımda bulunabilmiş? Hangi dayanışmanız Gazze’de acıları dindirebilmiş? Onca gücünüze rağmen Gazze’deki mezalimin hafiflemesi adına ne yaptınız? Devasa ordularınızı hangarlara hapsettiniz, dayanışma zirveleri eşliğinde olanı biteni seyrettiniz. Sizin kendi aranızdaki dayanışmalarınızın, yardımlaşmalarınızın Gazze halkına nasıl faydası olmuş söyler misiniz Allah aşkına?
Hiçbir faydası olmadı zira siz tam 14 aydır Gazze için hamasi ve içi boş açıklamalardan başka hiçbir şey yapmadınız. Ümmet sizin Gazze’yi sahipsiz bırakışınızı hafızasına acı çeke çeke kazıdı. Tarih tozlu sayfalarına sizin neler yaptığınız yazdı.
Gasıp Yahudi varlığı acımasızca katliamlarını gerçekleştirirken siz kınama mesajları yayınladınız! Sizin şaşalı dayanışma toplantılarınızın gölgesinde terör varlığı “İsrail” Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’ta Müslümanları vahşice katletti, cayır cayır yaktı; siz de seyrettiniz. Refah Kapısı’nı kapalı tutarak Gazze halkının, özellikle de körpe çocukların açlıktan ölmelerine sebep oldunuz! Müslümanlar gasıp Yahudi varlığını güçleri nispetinde boykot ederken siz ticaretlerinizi aralıksız sürdürdünüz. Gasıp Yahudi varlığı ile ticareti sürdürdüğünüz yetmedi; “neden ticareti sürdürüyorsunuz” diye sizi muhasebe edenleri de tutuklattınız.
Gerek İslam İşbirliği Teşkilatı, gerek D-8 gerekse de benzeri zirvelerde Gazze için kendi aranızda gösterdiğiniz dayanışmaların, yardımlaşmaların bugüne kadar hayrını görmedik. Bilakis Gazze için yaptığınız dayanışmaların gölgesinde Müslümanların katledilişlerine şahit olduk. Bugüne kadar sizin dayanışmalarınız hayır ve takva üzere değil bilakis şerde ve düşmanlıkta olmuştur. Hâlbuki olması gerekeni Allah Azze ve Celle bakın nasıl buyurmuştur:
وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ
“İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın, günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun, çünkü Allah’ın azabı çok şiddetlidir.”[Maide 2]
2025 YILI MERKEZİ YÖNETİM BÜTÇESİ
2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi; TBMM yapılan görüşmeler sonrasında herhangi bir değişikliğe uğramadan aynen kabul edildi.
Bütçe kanunun detaylarına girmeksizin ana hatlarıyla değerlendirecek olursak karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır.
2025 yılı tahmini gelirleri, bütçe giderlerinin ancak %87’sini karşılamaktadır. Denk bütçe olması için yine borçlanmaya gidilecek ve 1 trilyon 930 milyar tl daha borçlanılacaktır. Bu da borç yükünün 2025 yılında da artacağı anlamına gelmektedir.
Türkiye’nin mevcut iç ve dış borcu 9 trilyon TL’dir. Bir kısım borçlar ödenirken ödenenden daha fazla borçlanmaya gidileceği görülmektedir.
Burada dikkat çeken husus faiz ödemeleri olmazsa aslında gelir ve giderde denklik sağlanacak olmasıdır. Faiz giderlerini karşılayabilmek için yine faizle borç alınması Türkiye’nin kısır döngüsü halini almıştır. Bu haliyle Türkiye, Avrupa’da en çok faiz veren birinci dünyada ise ikinci ülke konumundadır.
İşin acı tarafı ise faturanın hep gariban, dar gelirli halka kesilmesidir. 2025 bütçesine göre Kurumlar Vergisi tüm vergilerin ancak yüzde 15’ini oluşturmaktadır. Gelirin büyük bir kısmını alanlar verginin küçük bir kısmını ödemektedir.
Avrupa’da gelir dağılımı eşitsizliğinde Türkiye ilk sırada yer alırken Dünyadaki 130 ülke içinde ise 28. sırada bulunuyor.
Gelir dağılımdaki makas her geçen gün açılırken vergi adaleti diye bir şey maalesef söz konusu değildir. Normalde en çok verginin gelirden alınması gerekirken bizde en çok vergi tüketimden alınıyor.
Düşünebiliyor musunuz? Aylık kazancı 10 milyon olan bir kişi ile asgari ücretle hayatta kalmaya çalışan bir kişi tüketimde aynı vergiyi ödüyor.
Türkiye bütçesi çıkmaz sokak olmaya devam etmektedir. Her yeni yıl yeni bir bütçe ve yeni bir vergi yükü halini almıştır.
Hizbut Tahrir Türkiye olarak ekonomik krizin zirve yaptığı dönemde "Ekonomik Krizlere 10 Maddede İslami Çözüm" başlıklı bir rapor hazırladık ve bu raporu bir çok siyasi parti yetkilisine ve Sivil Toplum Kuruluşlarına ulaştırdık.
Hazırladığımız bu raporda ekonomik krizlerin nasıl aşılacağını, denk bütçenin nasıl sağlanacağını İslam iktisat nizamını esas olarak delilleriyle ortaya koyduk. Buna göre; Denk bütçe için gerekli olan kaynağın şu iki esas üzerinden elde edilebileceğini söyledik.
Birincisi Bütçedeki bazı gider kalemlerinin ortadan kalkması ve yapılacak tasarruflardan oluşacak kaynak
İkincisi Yeni gelir önerilerimiz ile oluşacak kaynak.
Birinci maddede bahsettiğimiz Bazı Gider Kalemlerinin Ortadan Kalkması Ve Tasarruflardan Oluşacak Kaynak Maddeleri Şunlardır:
1- Devletin borç aldığı anaparalar elbette ödenmelidir ancak faiz ödemeleri haram olması sebebiyle derhal durdurulmalıdır.
2- Devlet içindeki savurganlığın ortadan kaldırılması zorunludur. TBMM eski Başkanı Bülent Arınç’ devletteki savurganlığı şu sözlerle ifade etmiştir: “İsrafın önünü alabilsek, sizden vergi almaya gerek kalmaz.”
3- Artık rutin hale gelen yolsuzluk ve rüşvet kesin bir şekilde yasaklanmalıdır.
4- Gereksiz Lüks Harcamalardan kaçınılmalıdır.
5- Kamu Özel İşbirliği ve Yap-İşlet-Devret Modelli Pahalı Yatırımlardan uzak durulmalıdır.
6- Hiç İşe Gitmeyen ve gereksiz personeller işten çıkartılmalıdır.
7-Belediyelerdeki Savurganlık ve Vurguna Son Verilmelidir.
İkinci olarak Yeni Gelir Önerilerimiz ile Oluşacak Kaynak ve gelir kalemleri şunlardan oluşmaktadır:
1- Vergi sistemi yeniden dizayn edilmeli ve vergi sadece zenginlerden mal varlıklarına göre alınmalıdır.
2- Kamu Mülkiyetleri tekelleşmeli ve devlet tarafından profesyonelce işletilmeldir.
3- Zekât: Zekât fakirlerin zenginlerin malı üzerindeki hakkıdır. Bu hakkı Allah Subhanehu ve Teâlâ fakire vermiştir. Zenginlerden alınacak zekât emanetin sahibine iade edilmesi mesabesindedir. Böylece yardıma muhtaç kesimlerin devlete olan yükü ortadan kalkacaktır. Devlet zekat geliri yetmez ise bütçeden yardıma muhtaç kesimlere yardım edecektir.
Görüldüğü üzere ciddi bir kaynak sorunu yoktur. Bilakis kaynaklarımız yeterlidir. Burada zikrettiklerimiz sadece birkaç örnektir. Bunların dışında atıl durumdaki tarım arazilerinin işletilmesi, insan kaynaklarının doğru ve verimli alanlarda istihdam edilmesi, doğal ve yenilenebilir enerji kaynaklarımızın devreye sokulması, servetlerimizi sömüren uluslararası anlaşmalara son verilmesi ile oluşacak gelirler vb. uygulamalarla muazzam bir kaynak birikimi ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin ihtiyacı olan sadece doğru yönetimdir. Bu doğru yönetimin tek adresi de kuşkusuz İslâm iktisat nizamıdır.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
24 Aralık 2024
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!