HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 25 Nisan 2023

Mahmut Kar, "Biz azgınlaşmış işgalci Yahudi varlığını kınamıyoruz. Çünkü biz Aksa topraklarından bunların kökünün kazınmasını istiyoruz. Biz Hz. Ömer ve Selahaddin’in bize emaneti olan Kudüs’ün ancak Hilafet ile özgürlüğüne kavuşacağını söylüyoruz."

 

AKSA’DA KUR’AN OKUYAN BACIMIZ GÖZALTINA ALINDI 
Bu hafta toplantımıza gasıp Yahudi Varlığı İsrail’in yeni bir zulmü ile başlayacağım. Türkiye’den Mescid-i Aksa'ya giden ve Babul Rahme Mescidinin civarında Kur’an-ı Kerim okuyan bacımız Özgecan Mutlu'yu işgalci İsrail güçleri gözaltına aldılar. Sosyal medyadan görüntüleri izlemişsinizdir. Malum Türkiye’de ulusal medya İsrail’in bu küstahlığını, bu eşkıyalığını görmüyor. Yöneticilere gelince onların gözü 14 Mayıs seçimlerinden başka bir şey görmüyor. Seçim meydanlarında İktidar düşerse Kudüs düşer diyenler bugün Kudüs meselesini Türkiye’nin en azılı İslam düşmanı partisinin genel başkanına havale etmişler sanki. Kemal Kılıçdaroğlu gözaltı olayını kınayan açıklama yapmış sosyal medyadan. Ne için o da 14 Mayıs hesabı yapıyor. Ümmetin davası, Kudüs davası, Müslümanların kutsalı kimlerin diline kaldı, ne duruma düştü düşünebiliyor musunuz? Nasıl düşmesin ki, Müslümanların başındaki yöneticiler, İsrail’in katliamları, bombardımanları ve cinayetleri sonrasında sadece kınama açıklaması yaparak yetinirler işgaldiler de bundan cesaret alırlar. Artık Mescid-i Aksa’da Yahudi yerleşimcilerin baskınlarına karşı oturup Kur’an okuyan Müslüman kadını bile tutuklarlar. 


Daha önce de defalarca kez aynı şeyi söyledik. Biz azgınlaşmış işgalci Yahudi varlığını kınamıyoruz. Çünkü biz Aksa topraklarından bunların kökünün kazınmasını istiyoruz. Biz Hz. Ömer ve Selahaddin’in bize emaneti olan Kudüs’ün ancak Hilafet ile özgürlüğüne kavuşacağını söylüyoruz. Bu sebeple asıl kınanması gereken, haybeden konuşan, yağmayıp gürleyen yöneticilerdir. O yöneticiler ise birlikte saf tutanlardır asıl kınanması gerekenler. Asıl kınanması gerekenler, Kudüs’te akan kan ve evlerinden çıkarılan Müslümanları yıllardır gördüğü halde İsrail ile normalleşen yönetici ve iktidarlara hesap sormaya korkan alimler ve siyasilerdir. Onun için biz İsrail’i değil bunları kınıyoruz. Ve inanıyoruz ki İsrail’den hesap sormanın vakti çok yakındır, çünkü Hilafetin vakti yakındır. 


KARADENİZ GAZI VE KULLANIMI
Geçtiğimiz hafta bayram arifesinde Karadeniz gazı ile ilgili önemli bir gelişme yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Karadeniz Doğal Gazını Devreye Alma Töreni’nde müjdeler verdi. Erdoğan, Zonguldak Filyos’ta katıldığı törenle, Karadeniz’de keşfedilen doğal gazın karaya ulaştırılmasına başlandığını söyledi. Öncelikle bir İslam beldesi olması hasebiyle Türkiye topraklarında, denizde ya da kara olsun fark etmez bu servetlerin keşfi çok çok önemli ve kıymetlidir. Bu sebeple bu keşfin Müslümanlar ve tüm halkımız için hayırlı olmasını Rabbimizden niyaz ediyorum.  Bugüne kadar ümmete ait keşfedilmemiş servetlerin kamunun yararına kullanılması gerektiğinin altını özellikle çiziyorum. Keşfedilmiş ve sömürgeciler tarafından çalınıp talan edilmiş servetlerin de geri alınması gerektiğini buradan ifade etmek istiyorum. Zira Müslümanların topraklarındaki servet ve zenginlik 710 milyar m3 Karadeniz gazı ile sınırlı değildir.
Burada özellikle şunu vurgulamak istiyorum: Dünyadaki büyük enerji şirketleri keşfedilen gaz rezervlerini ancak 5-6 yılda kullanılabilir hale getirirken Türkiye’nin bunu 3 yılda gerçekleştirmiş olması önemli bir başarıdır. Bu başarının şeffaf ve açıkça kamuoyu ile paylaşılması gereklidir. Zira gaz rezervi hakkında yapılan manipülasyonların da bu şekilde önüne geçilmiş olur. 


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Zonguldak’ta yaptığı konuşmasında ülkedeki tüm konutlara bir ay boyunca ücretsiz doğalgaz verileceğini söyledi. Yine mutfakta ve sıcak su tüketiminde aylık 25 metreküplük doğalgaz kullanımının bir yıl boyunca ücretsiz olacağını ifade etti. Malum seçim süreci olduğu için bunun bir seçim yatırımı olduğu açıktır. Zira bu gazın keşfinden sonra kullanım için devreye alınması planlanamayacak şey değil. Dolayısıyla şimdi değil de kışın ortasında bu müjdenin neden verilmediği soruluyor ki bu haklı bir sorudur. 


İlk olarak 2020 yılı sonlarında Karadeniz’de doğal gaz keşfinin gerçekleştiği duyurulmuştu. Keşfedilen gaz miktarının toplam 710 milyar metreküpe ulaştığı açıklanmıştı. Peki bu rezerv Türkiye’nin gaz ihtiyacını gidermeye yeterli mi? Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK) verilerine göre Türkiye, 2021 yılında yaklaşık 58,704 milyar m3 doğal gaz ithal etmiş. Bunun yüzde 44,87’si Rusya’dan kalan miktarı ise İran, Azerbaycan ve Cezayir’den alınmış. Aynı şekilde EPDK’nın verilerine göre Türkiye 2021 yılında 59 milyar metreküp doğal gaz tüketmiş. Bu tüketim 2020 yılına kıyasla yüzde 24 oranında artmış. Yapılan açıklamalara göre Karadeniz rezervinden günde 10 milyon metreküp gaz çıkarılacak. Yeni kuyular açılmazsa yılda 3,5 milyar metreküp gaz çıkarmış olacağız. Yeni açılacak kuyular ile bu oranın 3-4 kat artacağı düşünülürse yılda 15 milyar metreküp gaz çıkarmak demek. Yani yıllık ihtiyacımızın 4’te 1’i kadar… Durum böyleyken Karadeniz gazının ihraç edileceğini söylemek popülizmden başka bir şey ile izah edilmez. 


Mesele şudur; bulunan bu rezervlerden başka hem Karadeniz hem Doğu Akdeniz’de yeni gaz keşifleri için çalışmak gerekiyor. Zira bu servetler bize, kamuya yani ümmete ait servetlerdir. Bu servetlerin kapitalist şirketlere peşkeş çekilmesi, uluslararası yabancı şirketlerin bu rezervlere ortak edilmesi asla caiz değildir. Çünkü bu servetlerin kullanım hakkı kamunundur. Yöneticiler bu servetler üzerinde tasarruf hakkına sahip değillerdir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: 
الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلَاثٍ فِي الْمَاءِ وَالْكَلَإِ وَالنَّارِ  “Müslümanlar üç şeyde ortaktırlar: bunlar Su, mera ve ateştir.” (Süneni Ebu Davûd)


Dolayısıyla yöneticilere düşen görev zaten kamuya ait olan bu servetleri seçim malzemesi yapmak değil, halkın ihtiyaçlarının tamamı giderilinceye kadar yeni rezervler çıkarmak için çalışmaktır. 


GANNUŞİ’NİN TUTUKLANMASI VE TUNUS’DAKİ SİYASİ DURUM
Toplantımıza Tunus’ta yaşanan gelişmelerle devam etmek istiyorum. Arap Baharının başlangıç noktası olan Tunus’ta siyasi kaos ve istikrarsızlık bitmek bilmiyor. Sömürgeci güçler, Müslüman halk ile ülkede yürürlükte olan seküler sistem arasındaki çatışmayı gölgelemek için her yolu deniyorlar. Halkın gerçek sorunlarıyla ilgilenmek yerine ülke yapay gündemler ve siyasi hesaplaşmalarla meşgul ediliyor. Hatırlarsanız 2010 yılında seyyar satıcı Muhammed Buazizi’nin başlattığı gösteriler sonrası 23 yıl ülkeyi zorbalıkla yöneten Zeynel bin Ali rejimi devrilmişti. Ancak Tunus’ta değişen hiçbir şey olmadı. Müslüman halkın devrim iradesi hoşgörü, özgürlük, demokrasi gibi süslü argümanlar üzerinden çalınarak akamete uğratıldı. Tunus’un diktatörlükten demokrasiye geçerek huzur ve refaha kavuşacağı söylendi. Bunun için 2,3 yılda bir demokratik seçimler yapıldı. Tunuslu Müslümanların demokrasi için devrime kalkıştığı iddia edildi ve onlar adına İslami değerlerden tavizler verildi.


Peki sonuç ne oldu kıymetli Müslümanlar! Sonuç; şu anda Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan Kays Said, demokratik bir darbe yaparak meclisi feshetti ve tüm yetkileri kendisinde toplayarak diktatörlüğünü ilan etti. Ordu ile iş birliği yaparak sırtını sömürgeci Fransa’ya dayayan Kays Said bununla da yetinmedi. 2019 seçimlerinde kendisine en büyük desteği veren Nahda hareketi lideri Raşid Gannuşi’yi Ramazan’ın son günlerinde evinde gözaltına aldırarak tutuklattı. Gannuşi’nin tutuklanma gerekçesi olarak öne sürülen şey 15 Nisan’da Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin merkezinde yaptığı bir konuşma. Gannuşi o konuşmada “El Nahdasız, sol ya da başka herhangi bir bileşensiz Tunus, bir iç savaş projesidir” ifadelerini kullanmış. Gannuşi bu ifadeler nedeniyle "devlet güvenliğine karşı komplo kurmak” suçlamasıyla tutuklandı ve Nahda hareketinin genel merkezi ile diğer ofisleri kapatıldı.


Kıymetli Müslümanlar, şimdi demokrasi havarilerine sormak lazım! Gannuşi’nin kullandığı bu ifadelerin neresi suç? Hani nerede çok seslilik, hani nerede eleştiri hakkı ve ifade özgürlüğü? Bunların hepsi koca bir yalandan ibaret. Gerçek olan, egemenliği insana veren diktatörlük ve demokrasinin paranın iki yüzü gibi olduğudur. Biz bu oyunun benzerini daha önce Cezayir’de gördük, Mısır’da gördük. Demokrasi denilen sömürgeci küfür sisteminde Müslümanların izzet ve kuvvet bulamayacağını tüm İslam coğrafyasında iliklerimize kadar hissettik, hissetmeye devam ediyoruz. Dolayısıyla Raşid Gannuşi’nin başına gelenler hiç sürpriz sayılmamalıdır. Rabbimizin buyurduğu gibi dinlerine uymadıkça kafirler Müslümanlardan asla razı olmazlar. Gannuşi’ye gelince, zulme uğrayarak bizim yıllardır dediğimiz bu gerçekle yeniden yüzleşmiş oldu. Oysa kendisi Zeynel bin Ali rejimi devrildikten sonra Tunus’a döndüğünde herkesle uzlaşma mesajı vermişti. Seçimlerden iki sefer birinci parti çıkmasına rağmen laikleri kucaklamak adına başkanlıktan feragat etmişti. Daha acı olanı Tunus’ta şeriatı engelleme çabalarından dolayı İngiltere’de ödüle layık görülmüştü. Ve 2016 yılında Tunus’ta siyasi İslam’a yer kalmadığını, Tunus’ta artık şimdi demokrasinin olduğunu söylemişti. 


Özelde Tunus halkına genelde tüm Müslüman kardeşlerimize şu hatırlatmayı yapmak istiyorum: Batılı ülkelerin demokrasi, özgürlükler, insan hakları, kadın hakları, azınlık hakları gibi atıp tuttukları boş laflar, ülkede söz sahibi olduklarında hiçbir anlam ifade etmez. Söz sahibi olmadıklarında ise, o lakırdıları Müslümanlara baskı yapmak için kullanırlar. Bu ülkeler, girdikleri İslam beldelerini on yıllarca hatta bazılarını yüz yıldan fazla sömürgeleştirdiler. Ne özgürlüklere ve insan haklarına ne de kendi kutsalları olan demokrasiye saygı duymadılar. Büyüklük taslamak ve çıkarlarını elde etmek için bunların hepsini çiğnediler, insanları öldürdüler. İnsanların haysiyetlerini ayaklar altına aldılar, zenginliklerini yağmaladılar. Tunus’ta yaşananlar da bunun en son örneğidir. Ne acıdır ki İslam ülkelerinde politikacılar ve partiler, ıslahçı değil, ifsat edici bir vizyona sahiptirler. Tunus’ta yapılan son iki seçimlere katılım oranının yüzde 10’un altında kalması Müslümanların artık bu politikacıları ve partileri istemediğinin yeni bir sistem ve siyasi liderlik arayışında olduğunun kanıtıdır. Hiç şüphesiz o sistem insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gönderilen İslam’dır. O siyasi liderlik ise Tunus’u ve diğer tüm İslami beldelerini sömürgeci kafirlerin tasallutundan kurtaracak olan Raşidi Hilafettir.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
25 Nisan 2023 
 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.