Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 28 Ocak 2025
"Yüz yıllık sömürü, işgal ve esaretten sonra Hilafet, Müslümanların ortak arzusu ve insanlığın yegâne umudu haline gelmiş, İslam ümmeti yeniden birlik ve adalet arayışına girmiştir."
28 RECEP 1342 HİLAFET’İN YIKILMASI
Haftalık Gündem Değerlendirme Toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Bugün 28 Recep 1446, bundan tam 104 yıl önce adeta bir oldubitti ile Hilafet yıkıldı. Bu karar İslam ümmetinde büyük bir hüzün ve şiddetli bir sarsıntı oluşturdu. Ümmeti parçalamak için yüzyıllardır türlü yollarla Müslümanlarla savaşan sömürgeci kâfirlerde ise sevinç vardı.
Kâfir Batı; yerli işbirlikçilerinin de yardımıyla yüzyıllardır İslam’a karşı yürüttüğü savaşını Hilafet’in yıkılması ile taçlandırdı. Hilafet’in yıkılması ile İslam’ın kuvveti ve otoritesi parçalandı, Müslümanların kalkanı kırıldı. İşgalci ve sömürgeci İngiltere’nin o dönemdeki Dışişleri Bakanı Lord Curzon bu acı gerçeği şu sözlerle ifade etmişti: “Türkiye’ye hakikaten son verilmiştir. Bundan sonra belini doğrultamaz. Zira biz onun manevî kuvvetini mahvettik. Bu kuvvet, Hilâfet ve İslâmiyet’tir.”
Evet, İslam’ı tatbik etmenin şer’i yöntemi ve ümmetin koruyucusu olan Hilafet’in yıkılmasından sonra, İslam ümmeti için hiçbir şey eskisi gibi olmadı. İslam beldeleri sömürgeci kâfirlerin arka bahçelerine dönüştü. Topraklarımızı tarumar ettikleri yetmedi, başlarına diktikleri işbirlikçi yöneticiler sayesinde dilediklerini yapma cüretine sahip oldular. Batı’ya hizmet eden ne kadar şerir ve kirli politika varsa, İslam ülkelerinin başındaki yöneticiler sorgusuz sualsiz tüm imkânlarıyla bu planları hayata geçirdiler.
Hilafet yıkılır yıkılmaz, etrafı mübarek kılınan İsra ve Mirac toprakları, Mescidi Aksa sahipsiz kaldı ve Yahudi varlığı İsrail tarafından işgal edildi.
Gasıp Yahudi varlığı ve koşulsuz destekçisi Batı; mübarek topraklarda Müslüman kanı akıttı, ırzları çiğnedi, mukaddesatları ayaklar altına aldı, yeryüzünde fitne ve fesat çıkardı. Kan ve gözyaşı sadece Mescidi Aksa ile de sınırlı kalmadı. Korumasız kalan beldeler tek tek işgale maruz kaldı. Keşmir, Kıbrıs, Doğu Türkistan, Çeçenistan, Bosna, Kafkasya, Afganistan, Irak, Arakan ve saymadığımız niceleri…
İslam ümmeti, Hilafet’in yıkılmasıyla Batı’nın kültürel saldırısına da maruz kaldı. Demokrasi, laiklik ve milliyetçilik gibi tağuti ve gayri İslami fikirleri Müslümanlar arasında yaydılar. İslam’ın değerlerine, Kur’an ve Sunnete, Rasulullah’a saldırdılar. İslam’ın şiarı olan cihada saldırdılar. İslam’ın kadın erkek ilişkilerindeki nizama, aile kurumuna saldırdılar. Müslümanlar arasında faizi, kumarı, içkiyi ve her türlü ahlaksızlığı yaygınlaştırdılar.
Bütün bunlara rağmen, Müslümanları İslam’dan soğutamadılar, kalplerden İslam akidesini silemediler. Kaldırılalı 104 yıl oldu ama kâfirler bugün Hilafet’in yeniden ikamesinin endişesini ve korkusunu yaşıyorlar. Hilafet’in kurulmasını geciktirmek için var güçleri ile çalışıyorlar. Kur’an bu gerçeği bize şöyle haber veriyor:
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve harcayacaklardır.” [Enfal 36]
Evet, bütün imkân ve olanakları ile canları ve malları pahasına bu savaşı sürdürüyorlar. Nasıl ki Batılılar Hilafet’in yıkılması için azami derecede gayret gösterdiyse şimdi de yeniden ikamesini önlemek adına canhıraş gayret içerisindeler. Bunu bazen Hilafet’i karalamak için İŞID gibi örgütleri sahaya sürerek yaptılar. Bazen de Batı’nın değerlerini ve normlarını kutsayan yabancı ve yerel aktörler ile çalışarak, Hilâfet fikrine yönelik kültürel saldırı ve karalama kampanyaları yürüterek yaptılar.
Bununla birlikte Hilafet’in ikamesi için çalışan Hizb-ut Tahrir ile mücadeleleri tam 72 yıldır devam ediyor. Arap rejimlerindeki işbirlikçi diktatör uşakları yıllardır Hizb-ut Tahrir üyelerine karşı mücadele veriyor. Saddam ve Kaddafi gibileri birçok kardeşimizi katletti, Hüsnü Mübarek, Esad ailesi ve Kral Abdullah gibileri yüzlercesini hapsetti. Pakistan, Özbekistan ve Orta Asya’daki birçok rejim binlerce hatta on binlerce Hizb-ut Tahrir üyesini kaçırdı, hapsetti, işkenceler ile katletti. Türkiye’de hakeza aynı şekilde yüzlercesi haksız ve hukuksuz şekilde tutuklandı, yargılandı ve hapse mahkûm edildi.
Ancak bütün bunlar Hilafet davasının İslam beldelerinde yayılmasını durduramadı, Hilafet davası, Ortadoğu’dan, Orta Asya’ya, Uzak Doğu’dan Afrika’ya, Rusya’dan Kafkasya’ya hatta Avrupa, Amerika ve Kanada’ya kadar ulaştı. Evet, kıymetli Müslümanlar doğru duydunuz. Hilafet davası Kanada’da konuşuluyor. Hatta Hizb ut Tahrir’in Kanada’da geçtiğimiz günlerde, 18 Ocak’ta düzenlemek istediği konferans engellendi. “Hilafet’in Geri Dönüşünü Geciktiren Engellerin Ortadan Kaldırılması” başlıklı konferansa; yetkililerin ürettiği bir takım bahanelerle müsaade edilmedi.
Biz konferansın iptaline dair ileri sürülen bahanelerin asılsız ve baştan sona düzmece olduğunu çok iyi biliyoruz. Batı’nın özgürlükler adı altında kutsadığı fikir hürriyetinin kocaman bir yalan olduğunu da biliyoruz. Bütün bunlarla birlikte biz, onların asıl korkularının sömürü düzenlerini sonlandıracak olan Hilafet’in yeniden ikamesi olduğunu da pek ala biliyoruz.
Ve buradan İslam ve Hilafet düşmanlarına sesleniyoruz. Bir asır önce Hilafet’in yıkılmasına karşı dik duranları astınız! Hilafet isteyenlerin sesini kısmaya çalıştınız! Hilafet’i yeniden ikame etmek isteyenleri engellemeye çalıştınız! Ama hepsi beyhude... Zira kısmaya çalıştığınız ses dalga dalga okyanusları aştı. Engellemeye çalıştığınız Hilafet düşüncesi kıtalara ulaştı. Kınayıcının kınamasından korkmadan Hilafet için çalışmayı vazife bilen ve dahası bunu kendileri için şeref sayanların sesini kısmaya kimin gücü yetebilir ki? Kim, zamanı gelmiş fikrin önünde durabilir ki?
Yüz yıllık sömürü, işgal ve esaretten sonra Hilafet, Müslümanların arzusu ve insanlığın yegâne umudu olmuş durumda, kapitalist düzenin kötülüğü ve vahşiliği apaçık görülmekte, küfrün başı Amerika’nın ömrü azalmakta ve çöküşü hızlanmaktadır.
Dolayısıyla Hilafet’in yeniden kurulmasının önündeki engeller tek tek aşılıyor. Laik, despotik ve demokratik rejimler bir bir yıkılıyor. Milliyetçi ve ulusal projelerin ümmet nazarında artık hiçbir değeri yok. Arap Baharı, Şam Devrimi ve Aksa Tufanı bunun apaçık göstergesidir. Geriye sadece yönünü Batı’ya değil İslam’a dönen, dayanağı Kur’an ve Sünnet olan bir siyasi liderliğin desteklenmesi kalmıştır.
Geçen bu 100 yıllık kara sayfadan sonra, İslam ümmeti için beyaz bir sayfa açmanın vakti gelmiştir. Dünyayı kapitalizmin zulmünden İslam’ın adaletine Hilafet ile çıkarmanın zamanı gelmiştir. Yeniden Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmanın zamanı gelmiştir. İşte bu sebeple Hizb-ut Tahrir olarak tüm Müslümanları Hilafet’in ikamesi için çalışmaya davet ediyoruz. Şimdi artık çalışma vakti, şimdi artık mücadele etme vakti, şimdi artık Raşidi Hilafet’in vakti…
TRUMP’IN SUUD ve GAZZE İLE İLGİLİ AÇIKLAMALARI
ABD’nin 47. Başkanı olarak seçilip göreve aşlayan Trump ilk başkanlık döneminde olduğu gibi bu dönemde de Müslümanların başına musallat olan yöneticileri aşağılamaya devam ediyor. Adeta şehir mafyalarının esnaflara “parayı hazırla, geleceğiz” deyip haraç kestikleri gibi Trump’da ülkelerin yöneticilerine “parayı hazırlayın geleceğim” diyor.
Yemin edip koltuğa oturduğu ve kararnameleri imzaladığı ilk saatlerde, ilk yurt dışı seyahatini nereye yapacağına ilişkin gazetecilerin sorduğu soruyu; "İlk yurt dışı gezisi genellikle İngiltere’ye olmuştur ama geçen sefer bunu Suudi Arabistan'a yapmıştım, çünkü 450 milyar dolar değerinde ürünümüzü almayı kabul etmişlerdi. Eğer Suudi Arabistan 450 ya da 500 milyar dolar daha almak isterse muhtemelen bu sefer de yine Suud’a giderdim." şeklinde cevapladı.
Trump’ın bu açıklamasından çok kısa bir süre sonra Suudi Prens Muhammed b. Selman, Trump ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Selman, "gelecek 4 yıl içinde ABD'deki yatırımlarını 600 milyar dolar genişletme" sözü verdi. Bitti mi yok, sömürgeci Amerika doyar mı, hayır! Trump bu kez başka bir yerde yaptığı konuşmada “Suud 600 milyar dolar söz verdi ama ben Prens Selman’dan 1 trilyon dolar isteyeceğim, sanırım bunu yapar çünkü o harika biri.”dedi.
Düşünebiliyor musunuz kıymetli Müslümanlar; ümmete ait servetler nasıl kâfirlere peşkeş çekiliyor, Müslümanların hakkı olan, kamu malı olan petrol paraları nasıl rüşvet olarak sunuluyor. Karşılığında aldıkları ne biliyor musunuz? Silah ve askeri mühimmat… Peki, Suud bu silahları şimdiye kadar Müslümanların malı, canı ve namusu için hiç kullandı mı? Maalesef tam aksine Yemen’de başka bir katil devlet olan İran ile savaştı ve on binlerce Yemenli Müslüman’ı orada katletti. Yahudi Varlığı Gazze’yi işgal edip 15 ay boyunca katliam gerçekleştirdiğinde Kral Selman, “Filistin benim meselem değil, umurumda değil” demişti. Bırakın ABD’den aldığı F16lar ile İsrail’e saldırı gerçekleştirmeyi, Yemen’den gönderilen füzeleri Yahudi varlığına zarar vermesin diye havada imha etmişti. Allah bu yöneticilerin şerrinden Müslümanları korusun, Allah bir an evvel bu kuklaları ve efendilerini Müslümanların eliyle mağlup etsin.
Trump bir taraftan ülkeleri haraca bağlarken diğer taraftan da 3 ay süreyle Amerikan yardım paketlerini tamamen askıya alan kararnameyi imzaladı. Yahudi Varlığı İsrail ve Mısır kapsam dışı bırakıldı. Yani işgalci İsrail ile Sisi yönetimi Amerikan askeri yardımlarını almaya devam edecekler. Bunun bir karşılığı olacak muhakkak. Trump, Gazze’yi tamamen boşaltmak gibi ahmakça bir işe yelteniyor. Tüm Gazze halkını Ürdün ve Filistin’e yerleştirmeyi planlıyor. Cumartesi günü gazetecilere yaptığı açıklamada Ürdün ve Mısır'ın, Gazze'den daha fazla Filistinliyi kabul etmesi gerektiğini söyledi. “Ürdün ve Mısır Gazze'den daha fazla Filistinli almalı” dedi. Mısır Trump’ın bu isteğini bölge için çok tehlikeli buluyor. Böyle çılgınca bir işe kalkışırsa, kendi rejiminin sonu olacağını, bölgenin kaynayacağını çok iyi biliyor tabi… Şimdi bu uşak ve ahmak yöneticiler küstah Trump’ı ikna etmek için uğraşacaklar. Gazze’nin boşaltılması fikrinin Filistin ve tüm bölge için tehlikesini anlatacaklar, bunun mümkün olmadığını, Gaze halkının savaş dışında başka hiçbir ikna yöntemi ile topraklarını terk etmeyeceğini söyleyecekler. İşgalci varlık 15 ay boyunca savaş ile Gazze’yi boşaltmaya çalıştı başarabildi mi Hayır!
Trump ateş ile oynuyor, bölgedeki favori diktatörlerinden de kızgın demiri tutmalarını istiyor. Elleri yanacak, varsın yansın, tahtları sallanacak varsın sallansın ve yıkılsın. Trumplı Amerika kendi çöküşü ile İslam beldelerindeki işbirlikçi tüm rejimlerin çöküşünü de hızlandırıyor. Ne yazık ki hala daha bu Amerika’nın bölgeye istikrar getireceğine inananlar var, ne yazık ki Amerikan kuklası Prens Selman’ın Suud 2030 vizyonunu örnek alanlar var.
OTEL YANGINI VE SORUMSUZLUKLAR ZİNCİRİ
Geçen hafta Bolu Kartalkaya’da bir otelde yaşanan yangın faciasında vefat eden 78 kişi memleketlerinde toprağa verildi. Ölen öldü, ateş düştüğü yeri yaktı, geride kapkara ucube bir bina, acı, keder ve gözyaşı kaldı. Adeta bir katliam olan bu elim yangın faciası sonrasında sorumluların kimler olduğu ve hangi kurumların ihmali bulunduğu konusu daha hala kamuoyunda tartışılıyor. İçişleri Bakanı idari soruşturma için 10 gün istemişti, bir iki gün kaldı bu sürenin dolmasına… Ne çıkacak bakalım görelim. Adli süreç başladı, birinci derecede kusuru ve ihmali olması sebebiyle otel sahibi, müdürü, aşçısı, elektrikçisi ve mutfak çalışanları tutuklandı. Ayrıca Yangın denetimi konusunda eksik ve kusurlu oldukları gerekçesiyle Bolu Belediye Başkan Yardımcısı ve İtfaiye Müdürü de tutuklandı. İşletme sahibinin diğer otel yöneticileri ve çalışanları dâhil toplam tutuklanan kişi sayısı 19’a yükseldi. Yasal mevzuata göre açık bir şekilde denetleme ve sorumluluk yetkisi Turizm Bakanlığı’nda olduğu halde, hatta bazı AK Partili isimler dahi bunu açıkça dile getirdikleri halde, henüz Bakanlık çalışanlarından ne bir tutuklama ne de bir istifa söz konusu olmadı. Kamuoyunun bildiği ve inkâr edilmeden bir gerçekte şu; bu otelin rezervasyonlarını yapan ve bu işten ciddi kar elde eden turizm şirketinin sahibi şu an Turizm Bakanı olan Mehmet Nuri Ersoy… Ve Hala görevinin başında, yangının ilk günü bir iki kelim ile yaptığı konuşma dışında şu ana kadar da bir açıklamasını duymadık.
“Aman ucu bize dokumasın da” diyerek adalet arayanların devletin en tepesindekiler olduğunu görünce, devlette yaşanan bu çürüme ve çarpıklığın olağan olduğunu söylemek gerekiyor. Bu süreçte sadece troller ve gazeteciler değil, bizatihi devlet adamları bile manipülasyon yaptı. Olgu yerine algıya, gerçek yerine yalana, adalet yerine adam kayırmacılığa sahip çıktılar. Yöneticiler çobandırlar ve güttüklerinden mesuldürler, yani halkın her ferdinin canını ve malını korumak onların görevi… Bunu yapmadıkları gibi sorumluluk da almıyorlar, nende çünkü hesap verecekleri adaletli bir makam yok. Allah korkusu zaten hak getire…
Üzülerek belirtiyorum ki insan hayatının her alanda bu kadar ucuzladığı, yaşanan hiçbir olaydan ders çıkarılmadığı, devlet ve ricalinin hakikatin değil de bencilliğin ve maslahatın peşinden koştuğu bu elim facia, çürümenin sadece devlette yaşanmadığını da bize gösterdi. Ortaya çıkan bazı olaylar “balık baştan kokar” sözünü doğrular nitelikte. Yoksa sırf tatilimiz heba olmasın diyerek hemen yan otelde onlarca insan feci bir şekilde hayatını kaybetmişken kayak yapmaya devam eden insanların varlığı nasıl izah edilebilir? İstanbul’dan Ankara’ya giderken sırf hatıra olsun diye 78 insanın can verdiği kapkara otelin önünde selfi çeken insanların varlığı ne ile açıklanabilir? Olaydan sonra vefat edenlerin yakın akrabalarının telefon ile rahatsız edip hakaret eden insanların varlığı başka nasıl yorumlanabilir?
Bize ne oldu? Biz ne zaman bu kadar duyarsız, bu kadar menfaatçi ve bu kadar aymaz olduk? Bırak komşuyu mahalleden biri öldüğünde yas tutan, büyüğe, küçüğe, gencine yaşlısına, hayvana ve doğaya merhamet edip sevgi besleyen bu toplum ne zaman bu hale geldi? Şair Arif Nihat Asya’nın dediği gibi… “Bize bir nazar oldu, Cumamız Pazar oldu, Ne olduysa hep bize, Azar azar oldu.”
Evet, Değerli Müslümanlar! 100 yıldır uygulanan vahşi kapitalist sistem yavaş yavaş zehirledi insanlarımızı… Azar azar ve süslü sözler ile sinsice değiştirdiler duygularımızı, fikirlerimizi ve ahlakımızı… Mutluluğu sadece uzvi ihtiyaçların tatmini ve dünyevi hazlarda arayan bu kokuşmuş sistem, kopardı Allah ile olan bütün bağlarımızı… Devletin görmediği, denetlemediği her şeyin meşru olacağı vehmi ile Âlemlerin Rabbinin her şeyi gördüğünü unutturdular bizlere… İşleri hile ve hurda ile kitabına uydurunca, hesap verilebilirliğin çok kolay olduğunu, bazı siyasilere sırtını dayayınca veya bazı bürokratlar ile arayı iyi tutunca hesabın olmadığını söyleyip ahreti unutturdular bizlere… Sosyal medyadan alınacak üç beş beğeni, Allah’ın rızasını kazanmanın önüne geçti… Popüler kültür ile resmedilmeyen veya paylaşılmayan her an adeta yaşanmamış sayıldı… Birçok ülkede yasaklanan dijital platformların ve sapkınlıkların ülkemizde reklamı yapıldı…
Evet, toplumda ortaya çıkan bu çürüme; gün geçtikçe daha da artmakta ve üzerinde yaşadığımız bu kadim İslam toprağının mayası ile asla uyuşmamaktadır. Bu çürüme; şanlı tarihimiz ve güzide kültürümüz ile kat’a bağdaşmamaktadır. Bu çürüme; İslam’ın yeryüzünü aydınlatmak için ortaya koyduğu hükümlerin uygulanmamasının sonucu, İslam’ın hayat sahnesine dâhil edilmemesinin neticesi ve eğitimden siyasete, adaletten ekonomiye kadar hayatın her alanını ifsat eden laik demokratik sistemin mahsulüdür. Zira bir toplumda ortaya çıkan yozlaşma ve çürüme, o topluma tatbik edilen nizamdan kaynaklanmaktadır. Ve bu toplumda tam 100 küsur yıldır kapitalist nizamdan çıkan Batılı kanunlar uygulanıyor. Çürümenin durdurulması, kangren olmasının önlenmesi ise İslam’ın hayata hâkim olması ile mümkündür, başka bir şey ile değil.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
17 Aralık 2024
#hizbut tahrir türkiye#gündem değerlendirme#28 recep#hilafet#hilafetin yıkılması#trump#gazze#suudi arabistan#bolu yangını#kartalkaya
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!