HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 30 Nisan 2024

URFALI HASAN KUDÜS’DE ŞEHİT OLDU

Bugün toplantımıza Kudüs’ten güzel bir şahadet haberi ile başlamak istiyorum. Türkiye’den Kudüs’e seyahat için giden, Türkiye vatandaşı Şanlıurfalı Hasan Saklanan isimli cesur bir Müslüman işgalci Siyonist askerlerini yaraladıktan sonra şehit edildi. Rabbimiz Hasan kardeşimizin şahadetini kabul eylesin, onu şehitlerle beraber cennetine koysun.

Kudüs için, Mescid-i Aksa için Gazze ve tüm Filistin için bugüne kadar binlerce, on binlerce, yüz binlerce Müslüman şehit oldu. Ancak Hasan Saklanan’ın şahadetinin ayrı bir anlamı, ayrı bir önemi ve mahiyeti var. Çünkü her türlü imkân ve olanaklara, her türlü silah ve güce sahip olan lider ve komutanların yapmadığını, yapmadığını kendi imkânları ile yaptı. 7 Ekim’den bugüne işgalcilerin cinayetlerine rağmen, evleri, hastaneleri, mescitleri hatta mezarlıkları hedef alan katliam ve soykırımlarına rağmen yerinde oturan, adım atmayan lider ve komutanlar utanıp harekete çerler mi bilmem. Ama Şanlıurfalı Hasan Saklanan, adaşı olan Iğdırlı Hasan Onbaşı’nın davasını sürdürdüğünü gösterdi, Kudüs’ün sahipsiz olmadığını gösterdi. Türkiye’de doğmuş büyümüş olsa da, o mübarek toprakların kendisine ait topraklar, bize ait, Müslümanlara ait toraklar olduğunu gösterdi. “İsrail” askerlerinin orada işgalci olduğunu, Kudüs’te Kudüs’ün ne doğusunda ne batısında, Batı Şeria’da Gazze’de Filistin’in tek bir karış toprağında Siyonistlerin hakkı olmadığını gösterdi.

Filistin bir İslam toprağıdır. Ömer RadıyAllahu Anh tarafından fethedilmiş, Selahaddin tarafından kurtarılmış, Abdülhamid tarafından da korunmuş İslam toprağıdır Filistin. Filistin, satılık değildir. Filistin, Filistin halkı ile Filistin’i işgal eden ve halkını oradan çıkaranlar arasında paylaşılamaz. Filistin’i iki parçaya bölmeye çalışanlar, bir tarafında işgalcilere bir devlet, diğer tarafından Filistinlilere bir devlet verenler kimim toprağını paylaştırıyorlar sorabilir miyim? Bu hakkı onlara kim vermiş? Filistin topraklarında işgalci olarak bulunan Siyonist askerlere karşı yapılması gereken muamele Urfalı Hasan Saklanan’ın muamelesi olmalıdır. Gazze’de 7 aydır yaşananlar Urfalı Hasan Saklanan’ı harekete geçirdi, peki ya siz ey yöneticiler?

النَّصْرُ فَعَلَيْكُمُ الدِّينِ فِي اسْتَنْصَرُوكُمْ وَإِنِ “Eğer onlar din hususunda sizden yardım isterlerse, yardım etmek üzerinize borçtur.” [Enfal 72]

Kayıplarla beraber 100 bine yakın şehit orduları harekete geçirmeniz ve yardım etmeniz için yeterli değil mi? Gazze’deki çocukların çığlıkları, annelerin ağlamaları, yaşlı kadın ve erkeklerin inlemeleri, orduları harekete geçirmeniz ve yardım etmeniz için yeterli değil mi? Görmüyor musunuz? Duymuyor musunuz? Gazze’nin yardımına koşmak için damarlarınızdaki kan kaynamıyor mu? Sizin yapmanız gereken şeyleri işte Müslümanlar yapıyor, Mısır’dan Muhammed Salah yaptı şehit oldu, Türkiye’den Hasan Saklanan yaptı şehit oldu. Bunları görmenize rağmen Allah’tan, Rasûlü’nden ve müminlerden utanmıyor musunuz? Size Rasûlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sözü ile hitap ediyorum: “Eğer utanmazsanız dilediğinizi yapın.”

ABD VE AVRUPA ÜNİVERSİTELERİ GAZZE İÇİN AYAKTA

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları

7 Ekim Aksa Tufanı sonrası işgalci “İsrail”in Gazze’de yaptığı barbarlık, katliam ve soykırıma karşı sadece Müslümanlar değil Batılı ülkelerin hakları tepki göstermişti biliyorsunuz. Şimdi özellikle Amerika’daki üniversitelerde öğrenciler Filistin’e destek gösterileri yaparak “İsrail” vahşetini ortaya seriyorlar.  

Amerika öyle bir çıkmaza girdi ki ne yapacağını bilemiyor. Bir taraftan; Ortadoğu’da güvenliğini sağlamakla kendini görevli kıldığı “İsrail”e her türlü para ve silah desteğini yapmak zorunda. Siyonistlere siyasi desteğini sürdürmek zorunda. Diğer taraftan; medyada, akademide ve üniversitelerde antisemitizm ile mücadele etmek zorunda. Antisemitist propagandayı susturmak, durdurmak zorunda. Çünkü İsrail’in barbarlığını tüm dünya görüyor. Ve bununla beraber bir de demokrasi, özgürlük, düşünce hürriyeti ve insan hakları propagandasını devam ettirmek zorunda.

İşgalci Yahudilerin yaptıklarını gören dünya, genciyle yaşlısıyla, öğrencisiyle akademisyeniyle bu vahşete karşı tavır alıyor. Amerika ve Avrupa ülkeleri ise insanlığın vicdanını sızlatan bu vahşete karşı durmayı, bu vahşetin sorumlusunun Siyonist Yahudiler olduğunu söylemeyi antisemitizm olarak gösteriyor. Dünya buna inanır mı peki, dünya gördüklerine mi inanacak yoksa Amerikalıların ve Batılıların yalanlarına mı?

Düşünebiliyor musunuz? Amerika’nın en gözde üniversitelerinden Columbia Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, New York Üniversitesi Filistin’e destek gösterileri sebebi ile örgün eğitime ara verdi. Ve bu üniversitelerde Amerikan kongre üyelerinin çocukları, zengin iş adamlarının, vali ve belediye başkanlarının çocukları okuyor. Daha da önemlisi bunlar “İsrail” karşıtı gösterilere katılıyorlar. Sadece öğrenciler değil akademisyenler, doktorlar profesörler… Amerika ve Avrupa ülkeleri artık antisemitizm yalanına kimseyi inandıramıyor. 

Kapitalist Yahudi sermayedarların bağışları ile çalışmalarını sürdüren Amerika’daki üniversitelerde Neo liberal düşünceyi destekleyen yönetimler büyük bir açmaz ile karşı karşıyalar. Ya “İsrail” terörünü destekleyen, onu her türlü finanse eden sermaye sahiplerini dinleyecekler ya da kutsallaştırdıkları değerlerin “özgürlüklerin”, “insan haklarının” yanında olacaklar. Ne yaptılar peki; öğrencileri terör destekçisi göstererek kampüslere polis çağırdılar. Öğrencileri tutuklattılar, akademisyenlere kelepçe vurdurttular. İşte gerçek Amerika bu…

Amerika gibi olmasa da Avrupa ülkelerinde de üniversitelerde benzer görüntülere şahit olduk. Geçen hafta Pazar günü Almanya’nın Hamburg şehrinde İsrail karşıtı ve İslamofobi karşıtı gösteri düzenleyen Müslümanlar çözüm olarak Hilafet’i gösterdikleri için şu an Alman basınında linç ediliyorlar. Faaliyetlerinin yasaklanması, Alman vatandaşı olmayanların sınır dışı edilmesi konuşuluyor. Evet, Batı sadece Müslümanlar için değil tüm dünya için büyük bir tehlike arz eden Siyonistler uğruna kendi değerlerini çiğniyor. Evet, Batı putlarını yiyor.  Bu durum Batılı kapitalist düzenin yıkılışının göstergesidir, bu durum dünya halklarının yeni bir düşünceye yeni bir düzene ve nizama muhtaç olduğunu gösteriyor. O düşünce La ilahe İllallah Muhammeden Rasulullah düşüncesidir.  O düzen İslam’ın düzenidir, İslam’ın hayat nizamıdır. İnsanlığın kurtuluşuna vesile olacak İslam nizamının hayata hâkim olmasının vakti yakındır inşaAllah…

ABBAS’IN AÇIKLAMALARI VE “İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜM”

Kıymetli Müslümanlar ve Sayın Basın Mensupları

İşgalci “İsrail’in” Gazze’de yaptığı soykırım 7’inci ayına yaklaşırken diğer taraftan savaşın bölgeye yayılmaması için diplomatik girişimler hız kazanmaya başladı. Yahudi varlığı“İsrail”, Batılı sömürgeci devletlerin desteğine rağmen bugüne kadar askeri başarı elde edemediği gibi Gazze halkının iradesini de kıramadı. Gazze halkı ve mücahitler sayısız katliamlar, ahlaksız bir abluka ve İslam beldeleri yöneticilerinin ihanetine rağmen direnmeye devam ediyorlar. Netanyahu hükümeti, ABD ve Avrupa devletleri ise iktidarlarını tehdit eden halk protestolarıyla boğuşuyorlar.

İşte bu sebeple müzakere sürecine geçiş yapmak “İsrail’in” hamisi olan ABD için kaçınılmaz bir zorunluluk halini aldı. Gerek uluslararası düzeyde gerekse yerel ve bölgesel düzeyde birçok girişime birçok açıklamaya şahit oluyoruz. Bu kapsamda Batı Şeria'daki Filistin yönetiminin başkanı Mahmud Abbas dün Riyad’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu’nda bir konuşma yaptı.

Aslında buna konuşma bile dememek gerekir. Sahibinin sesi oldu, zilletini, ihanetini izhar etti desek daha doğru olur. Şu ifadelere bakar mısınız? "İsrail’in” tam güvenlik elde etme hakkı varmış ve bu güvenliği sağlamak Filistin halkının göreviymiş. Siyonist katiller çocuklarımızı katlederken Gazze’yi açlığa ve yıkıma mahkûm etmişken bay Abbas Filistin halkının güvenliğini değil de gasıp Yahudilerin güvenliğini düşünüyor. Rezilliğini örtmek için de cümlenin sonunda Filistin’in bağımsız bir devlet olma hakkından bahsediyor.

Kıymetli Müslümanlar

Abbas’ın Riyad’da kullandığı rezil ifadeler ABD’nin 1947 yılında BM’ye kabul ettirdiği iki devletli Taksim planını tekrar etmekten başka bir şey değil. Bugün artık tüm dünya tarafından kabul gören iki devletli çözüm planının özü şudur: Filistin halkına ordusu ve egemenlik hakkı olmayan kartondan bir devlet karşılığında “İsrail’in” varlığını kabul ettirmek…

Bu plan ilk başlarda Filistin’in yüzde 45’ini Yahudilere veriyordu, 1948 ve 1967’de yapılan göstermelik savaşlardan sonra bugün Filistin’in yüzde 85’ini Yahudilere bırakmayı içeriyor. Kalan yüzde 15’lik kısımda da kontrol tamamen “İsrail’e” ait olacak. Kısacası Mübarek İsra ve Miraç toprakları işgalci katil Siyonistlere hediye edilecek. Nereden bakılırsa bakılsın bunun adı ihanet, bunun adı teslimiyettir. Maksat Yahudilerin güvenliğini garanti altına almaktır. İslam beldelerindeki bütün rejimler bu ihanet planını destekliyorlar. Bu nedenle Aksa Tufanı sonrası ilk İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında Gazze halkının tek meşru temsilcisinin Mahmut Abbas hükümeti olduğunu karar altına aldılar ve toplantının sonuç bildirgesine eklediler.

Dolayısıyla olan şudur Kıymetli Müslümanlar; İslam beldeleri yönetimlerinin söylemeye utandıkları fakat fiili olarak icra ettikleri "İsrail'in" güvenliğini sağlama görevini Mahmud Abbas dile getirmiş. Hatırlarsanız Cumhurbaşkanı Erdoğan'da 7 Ekim’den hemen sonra taraflara itidal çağrısı yaparak, "İsrail" güvenlik istiyorsa Türkiye'ye yakınlaşmalıdır" demişti. Aynı Erdoğan şimdi  “İsrail” terör devletidir” diyor, “ticareti kestik” diyor, “Allah Netanyahu’yu kahretsin” diyor? Ne zaman söylüyor bunları? 7 Ekim’den 200 gün sonra, 31 Mart seçimlerinde büyük kayıp yaşadıktan sonra, Basra harap olduktan sonra…

Erdoğan sadece bunları söylemiyor. Satır arasında çok daha önemli şeyler söylüyor. Amerika'nın iki devletli şer planı için çalışmaya devam edeceklerini, bunu da Hamas'a anlattıklarında bahsediyor. Dahası "İsrail" yönetiminin terör örgütü gibi değil hukukla mukayyet bir devlet mantığıyla hareket etmeyi öğrenmesi gerektiğini söylüyor.

Sayın Erdoğan!

Gazze'yi böylesi büyük bir vahşet ve yıkıma terk ettikten sonra boş bir vaatle Müslümanların gazını almaya çalışmak ve tüm insanlık tarafından lanetlenen Yahudi varlığına ilerisi için açık kapı bırakmak ihanetin şekil değiştirmiş halidir. Kalbinde gerçekten Kudüs sevgisi taşıyan bir yöneticinin yapması gereken; bebek katillerinden intikam almak ve Kudüs'ü İslam'a iade etmek için orduları harekete geçirmektir. Aksi halde Ne Netanyahu'ya yapılan beddua ile bu ihaneti örtebilirsiniz ne de kıyamet günü Allah’ın hesabından kurtulabilirsiniz.

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları

Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Hamas’ı terör örgütü olarak gördüğünü söyleyen açıklamasına değinmek istiyorum.

Ekrem İmamoğlu CNN International'a yaptığı konuşmada Hamas’ın ‘İsrail'e yaptığı saldırıya çok üzüldüğünü ve bu tür eylemleri yapanları terör örgütü olarak tanımladığını söylemiş. Peki, 6 ayda 15 bin çocuk öldüren 76 yıldır Filistin’de binlerce katliam yapan “İsrail’e” bir şey söylemiş mi? Demek ki İsrail’in yaptığı alçak terör Ekrem beyi hiç üzmemiş. Tıpkı aynı şekilde Hamas’ı terör örgütü olarak gördüğünü söyleyen CHP genel başkanı Özgür Özel’i üzmediği gibi. Tıpkı İslam ile savaşında Yahudi varlığına her türlü desteği sağlayan Batılı efendilerini üzmediği gibi. Zaten Avrupa ve İngiltere neye üzülür ve sevinirse CHP zihniyeti de ona üzülür ve sevinir. Hele ki mesele iktidar İÇİN Batı’nın desteğini almaksa…

İSLAM KALKINMA BANKASI’NDAN ALINAN KREDİ

Kıymetli Müslümanlar Sayın Basın Mensupları!

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek geçtiğimiz günlerde İslam Kalkınma Bankası’nın 50'nci kuruluş yıl dönümü vesilesiyle Riyad'da iki gün süren toplantılara katıldı. İslam Kalkınma Bankası Grubunun, 2024-2026 dönemini düzenleyen Ülke Stratejisi kapsamında Türkiye'deki projelere 6,3 milyar dolarlık finansman sağlayacağını belirtti. Şimşek bu krediyi; "Ekonomi programımız sayesinde Türkiye'ye yönelik dış kaynak akışı güçlü şekilde devam ediyor" diyerek kamuoyuna duyurdu. Üstelik utanmadan Türkiye'nin, İslam Kalkınma Bankası’ndan uygun koşullu kredi kullanan ülkeler arasında 4'üncü sırada yer aldığını ifade etti. Hani zamanlar bu bakanın içinde olduğu kabinenin başı olan Erdoğan IMF’ye borç verme teklifi yaparak bununla iftihar ediyordu. Şimdi en uygun koşullu kredi kullanmakla iftihar ediliyor. Geçtiğimiz hafta ABD'de de Dünya Bankası ve IMF yetkilileriyle görüşen Şimşek’in kaynak arayışı orada da devam ediyor.

Sıcak para yabancı fonların Türk Lirası cinsinden varlıklara yaptığı üretim dışı yatırımlardır. Batı’nın hizmetkarı yöneticiler yüzünden borsa, faiz, kripto para gibi araçlara dayanan ve bu araçların küreselleşmesiyle ülkeleri sömüren küresel kapitalist sistemin kıskacında yer alıyoruz. Bu küresel sömürü ağı ve dünya ticareti üzerindeki dolar hâkimiyeti bizim gibi ülkeleri, getirisi yüksek teknolojik üretim alanlarından koparıp, ekonomimizi sıcak paraya bağımlı hale getirdi. Böylece resmi rakamlara göre çalışma çağındaki halkımızın %25'i işsiz durumda. Cumhuriyet kuruluşundan bugüne 67 hükümet değişti ancak tek değişmeyen ülkemizin bu hükümetler eliyle dışa bağımlılığı oldu. Bugün sadece enerjide %67,8 oranında dışa bağımlıyız. 2023 yılı sonu itibariyle döviz açığı 45 milyar dolar sıfırlanmış değil.

Bu yılın ilk üç ayında gerçekleşen yaklaşık 25 milyar dolarlık açıkla dış ticaret açığı 106 milyar dolara dayanmış durumda. Nisan ayı henüz dâhil değil. Yapılan kredi borçlanmaları, eğitim, sağlık, ulaştırma, finans, tarım, sanayi, enerji, altyapı gibi sektörel faaliyetin desteklenmesi amacıyla kullanılacak deniliyor. Merkez Bankası tarafından 226 milyar dolar düzeyinde açıklanan dış borç var, Finansal kesim dışındaki firmaların net döviz açığı daha Ocak 2024'te 82 milyar 620 milyon doları bulmuş. Ve hâlihazırda tasarruf tedbirlerinden elde edilecek gelirin ne olduğu belli değil peki hangi gelire güvenip borç istenir anlamak mümkün değil. Ancak maalesef Türkiye kapitalist iktisat sistemini benimseyen bir ülke olması nedeniyle borçlanmayı teşvik eden küresel sömürgeci güçlerin kıskacından kendisini kurtaramıyor.

1946’da IMF’ye üye olarak alındığı tarihten 2006 yılına kadarki 60 yıllık dönemde 20 “Stand-By” antlaşması imzalamış ve bu 60 yılın 26 yılı, IMF gözetiminde geçmiş. Bu ülke ekonomik olarak kalkınabilir mi kıymetli Müslümanlar siz söyleyin. Kapitalist iktisat nizamını benimseyen ve IMF, Dünya Bankası gibi kurumların programını uygulayan bir ülke krizden çıkabilir mi? Çıkamaz! Daha önce de çok defa söyledik, tekraren söylüyoruz, ekonomik krizin çözümü İslam İktisat Nizamı’ndadır. Boşuna Riyad’ı Londra’yı gezmenize gerek yok.

Hizb-ut tahrir Türkiye Medya Bürosu

29 Nisan 2024

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.