Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 4 Mart 2025
"101 yıl önce kaldırılan Hilafet, ümmetin bağrından tamamen sökülüp atılamadı. Şimdi artık yeniden Raşidî Hilafetin zamanıdır! Vakti gelen fikir İslam’dır! Şimdi, geleceği Hilafetle inşa etmenin zamanıdır!"
RAMAZAN İSTİKAMET ZAMANI
Haftalık Gündem Değerlendirme Toplantımıza hepiniz hoş geldiniz. Öncelikle sizlerin ve tüm Müslümanların mübarek Ramazan ayını tebrik ediyorum. Rahmet ve bereket ayı olan Ramazan’ı Şerif’i İslam ümmeti olarak hep birlikte karşıladık, ismine yakışır bir şekilde ifa etmeyi Rabbimiz bizlere nasip etsin. Bayramı da aynı şekilde hep birlikte karşılamayı, bayrama sevinç ve zafer ile girmeyi rabbimizden niyaz ediyorum.
Bizler her sene Ramazan ayına bir isim vererek faaliyetlerimizi yürütüyoruz malum. Geçen sene Gazze’de yaşanan işgal, katliam ve soykırım sebebiyle “Ramazan Gazze İçin Birlik Zamanı” demiştik ve Gazze’yi gündem yapmıştık. Bu sene Ramazan’a İstikamet ismini verdik ve “Ramazan İstikamet Zamanı” dedik. Rabbimiz kitabında şöyle buyuruyor: اِنَّ هٰذَا الْقُرْاٰنَ يَهْد۪ي لِلَّت۪ي هِيَ اَقْوَم “Gerçekten bu Kur’an, insanları en doğru yola en istikametli yola iletir.” [İsra 9]
Evet, Ramazan Kur’an ayıdır. Bu mübarek ay; Kur’an’ın yolunda, Kur’an’ın belirlediği çizgiden şaşmadan, koyduğu hudutları çiğnemeden vahyin yörüngesinde istikamet üzere olma zamanıdır. Müslümanlar olarak bizler nasıl ki oruç tutarak, ibadet ve itaatlerimizi, zekât ve sadakalarımızı artırarak istikamet üzere bir yolda yürüyorsak toplumsal hayatımızda da her daim vahyin gösterdiği yolda istikamet üzere olmalıyız. Allahu Teâla’nın Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik فَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَ “Ey Habibim emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!” sözü sadece Rasulüllah için değil bizler için de geçerli genel bir hitaptır. Bu ayetin hemen peşine “Zalimlere meyletmeyin! Yoksa size ateş dokunur.” uyarısını yapıyor Rabbimiz.
Nasıl ki Allah peygamberine istikamet üzere olmayı, zalimlere meyletmemeyi emrettiyse bu emir hem bizler için hem de özellikle âlimler için, cemaatler ve yöneticiler için bağlayıcıdır. Toplumun ıslah ya da ifsadı, âlimler ve yöneticilerin ıslah ve ifsadı ile direk ilgilidir. Dolaysıyla âlimler ve yöneticilerin istikamet üzere olmaları çok ama çok önemlidir. Âlimler ve yöneticilerin vahyin çizdiği yoldan sapmaları, istikametten uzak olmalarının olumsuz yansımalarını Gazze’de yaşadık. Eğer ki âlimler hiçbir kınayıcının kınamasından korkmadan çıkıp Müslümanlara öncülük etselerdi, Filistin ve Gazze’nin işgalden kurtuluşunun yegâne yolunu gösterselerdi, yöneticileri muhasebe etselerdi, harekete geçmeleri için çağrı yapsalardı Gazze bu şekilde olmazdı. Aynı şekilde yöneticiler de eğer ki Müslümanların ve âlimlerin çağrılarına icabet edip, zalimlere meyletmeyerek, kâfirlerin yörüngesinde gezinmeyerek istikamet üzere olsalardı, Gazze için harekete geçselerdi işgalci Yahudiler kardeşlerimizi hunharca katledemezdi. İşte biz hem Müslümanların hem âlimlerin hem yöneticilerin istikamet üzere olmaları için bu Ramazan ayını vesile kılacağız, faaliyetlerimizi istikamet üzere sürdüreceğiz.
Tekrar mübârek Ramazan ayı size ve tüm ümmete kutlu olsun. Allah hepimizin salâtını, siyamını ve gece namazlarını kabul buyursun. Allah Subhânehu itaatimizi kabul etsin. Allah ‘Azze ve Celle’den bu fazîletli ayı, İslâmî Ümmet için Hayır, bereket, izzet ve nusret ayı kılmasını niyâz ediyorum. Duamız o ki bu fazîletli ay, Nübüvvet Minhâcı üzere İkinci Râşidî Hilâfet Devleti kurulmadan bitmesin.
3 MART VE HİLAFET
Mart ayı, Müslümanlara karanlık bir günü hatırlatır; 3 Mart 1924’ü, Osmanlı Hilafet Devleti’nin, Müslümanların meşru ve ihtişamlı devletlerinin resmen yıkıldığı günü… Ümmet coğrafyasının sömürgeci kâfirler tarafından talan edildiği, Müslümanların iffetlerinin kirletilip değerlerinin aşağılandığı sürecin başladığı günü… İşte o karanlık günün 101. yıl dönümünü dün geride bıraktık. Hilafetin yıkılışının üzerinden koca bir asır geçti. İslam ümmetinin üç günden fazla halifesiz kalması caiz değilken tam 101 yıldır Müslümanların başında bir halife yok. Bir vücudun azaları gibi olan Müslümanlar başsız kaldığı için vücut acı içinde kıvranıyor. Bir asırdır Allah’ın hükümleri yeryüzünde tatbik edilmiyor. Yüzümüzü hangi İslam beldesine çevirsek zulüm ve ifsat görüyoruz. Hangi yöneticiye baksak Allah’ın dinine nankörlük, Müslümanlara karşı ihanet görüyoruz.
3 Mart, İslam ümmetinin kara günüdür. Müslümanların gök kubbesinin çöktüğü, Rasulullah’ın Medine’de kurduğu devletin halefi olan Hilafetin ilga edildiği gündür. Bakınız, Hilafetin yokluğunda Müslümanlar öksüz ve yetimdir. Kendi öz yurtlarında zindan hayatı yaşıyorlar. Kendi topraklarında, ama düşmanlarının sistemleri ve siyasetleri ile yönetiliyorlar. Hâlbuki Hilafet varken dünyanın efendileriydiler. Bugün Gazze’yi satın alacağını söyleme cesareti gösteren küstah Trump’ın ülkesi ABD, 1795’te Akdeniz’e ticaret gemisi sokabilmek için Osmanlı Hilafet Devleti’nin Cezayir valisine vergi ödüyordu.
Yanlış duymadınız, Hilafet varken o müstekbir ABD, Osmanlı’nın vergi mükellefiydi. Evet, o kara günün üzerinden yüzyıl geçti. Kanlı yüzyıl… Bu yüzyılda nice toprak işgal edildi, nice canlara kıyıldı, nice namuslara el uzatıldı, nice servetler gasp edildi, nice aşağılanmalar yaşandı, nice acılar düğümlendi boğazlarda, nice kahırlar biriktirildi yüreklerde… Sömürgeci Batı’nın işgalleri, katliamları hiç bitmedi… Ve Müslüman dünyayı zapt etmesi için kâfirlerin başımıza dikip besledikleri tiranların zulmü… Bu zalim rejimlerin zindanları açılınca, bu ümmetin neler çektiği açığa çıktı.
Fakat şimdi yas tutma zamanı değil, Kıymetli Müslümanlar! Bütün bunları yas tutmak veya sadece geçmişi anmak için anlatmıyoruz. Neyi kaybettiğimizi bilmek, kaybettiklerimizi yeniden nasıl kazanacağımızı anlamak ve harekete geçmek için 3 Mart’ı hatırlıyoruz. Zira İslam ümmeti, insanlar arasında çıkarılmış en hayırlı ümmettir. Ne kadar baskılanırsa baskılansın, asla eğilmeyen, asla boyun bükmeyen Muhammed (sav)’in ümmetidir. Bunun içindir ki, Hilafeti yıkanlar, onu Müslümanların kalbinden de silmek istediler ama silemediler. Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani (rahmetullahi aleyh), Hizb-ut Tahrir’i kurarak bir çığır açtı. Yahudi mezalimi altındaki Filistin olmak üzere Müslümanların yaşadığı tüm sıkıntıların Hilafetin yokluğundan kaynaklandığını tespit etti. Hilafetin olmazsa olmaz farzların tacı olduğunu vurguladı ve bir dava haline getirdi. Hilafet fikri kıtaları dolaşarak ümmet içinde vücut buldu.
101 yıl önce kaldırılan Hilafet, ümmetin bağrından tamamen sökülüp atılamadı. Kâfirlerin Hilafet fikrini engelleme, saptırma ve sindirme çabalarına rağmen Müslümanlar, onu yeniden tesis etmek için mücadeleye devam ediyor. Mevcut kapitalist uluslararası sistem ise büyük bir kırılma yaşıyor ve çöküşün eşiğinde… Rabbimizin Kur’an-ı Kerim’de haber verdiği gibi: “Sen onları birlik sanırsın, oysaki kalpleri paramparçadır.” Evet, kâfir devletlerin arasındaki çıkar çatışması iyice şiddetlendi. ABD Trump başkan seçilir seçilmez Avrupa’yı ve Ukrayna’yı yüzüstü bıraktı. Aynı ABD Çin’in yükselişini engellemek için Rusya’ya Ukrayna’dan toprak vaat ederek yanına çekmek istiyor. Rusya ile tüm ilişkilerini kesen, güvenliğini ve enerji ihtiyacını ABD’nin insafına bırakan Avrupa ülkeleri, ABD tarafından Suud’daki sözde barış masasına bile davet edilmedi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’nın ortaklaşa kurduğu küresel kapitalist düzen can çekişiyor. Kendileri bile “dünyanın artık yeni bir lidere ihtiyacı olduğunu" söylüyorlar. Yani müesses nizam çöküyor ve dünya adil bir liderlik arayışında.
Peki, bu liderlik kim olacak? Nereden çıkacak? Hangi ideoloji dünyayı bu krizden kurtaracak? ABD mi? Avrupa mı? Onlar zaten sorunun kaynağı değil mi? Onlar kendi eştikleri kuyuda boğulmayı bekliyorlar. Dünyaya verecek bir şeyleri olsaydı, önce kendilerine faydaları olurdu. Şimdi artık Raşidî Hilafetin zamanıdır! Vakti gelen fikir İslam’dır! Şimdi, geleceği Hilafetle inşa etmenin zamanıdır! Zira Müslüman coğrafya, kurulacak bu devleti, Hilafet’i süper güç yapacak tüm imkânlara sahiptir. Fas’tan Endonezya’ya kadar geniş bir coğrafyaya… Bu coğrafyada politik üstünlük sağlayacak avantajlara, paha biçilmez ekonomik kaynaklara, devasa insan kaynaklarına sahip. 2 milyar nüfusa, sadece silahaltında 17 milyon asker sayısına, çok kıymetli stratejik noktalara, sahip Bütün bu güç dinamiklerine sahip olan İslam ümmetinin tek eksiği ve ihtiyacı güçlü bir siyasi liderliktir. O liderlik hiç kuşkusuz, yeryüzünün en büyük kelimesini "La ilahe illallah Muhammedur Rasulullah"ı fikrinin, siyasetinin ve devletinin esası kılan İslam’ın Hilafet Devleti’dir. Artık ümmetin hayırlı evlatlarının onu yeniden kurmak için daha büyük bir şuurla hareket etmesi gerekmektedir. Zira 101 yıl önce kâfirler ve hainler eliyle yıkılan Hilafet, salih müminler eliyle yeniden kurulmayı bekliyor.
Hizb-ut Tahrir’in kurucusu Şeyh Takiyyuddin en-Nebhani (Rahimehullah) şöyle diyor: “İslâm Devleti; hayalden, rüya görmekten, sayıklamaktan ibaret değildir. Çünkü o, 13 asır boyunca tarihin her tarafını tamamen kaplamıştır. Bu bir hakikattir. İslâm Devleti, geçmişte böyle idi yakın bir zaman içinde yine öyle olacaktır. Çünkü onun var oluş faktörleri, kötürüm kimsenin onu inkâr etmesinden ya da onu yıkmak için hazırladığı kuvvetten daha kuvvetlidir. Zira artık günümüzde aydın akıllar onunla dolmaktadır. Çünkü o, İslâm'ın izzetine susamış İslâm ümmetinin arzusu, ideali durumundadır.”
Rabbimiz o devletin, Hilafet’in vaktini yakınlaştırsın.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE NASIL OLACAK?
MHP lideri Devlet Bahçeli, 2024 Ekim ayında Öcalan’a çağrı yaparak “terörsüz Türkiye” adı verilen bir süreç başlatmıştı malum. Sonrasında DEM Parti heyeti, Öcalan’ın bulunduğu İmralı Adası’na, Kuzey Irak’a ve siyasi partilere peş peşe ziyaretler düzenlemişti. Nihayetinde 27 Şubatta yapılan son İmralı ziyareti sonrası PKK’nın kurucusu Abdullah Öcalan’ın yaptığı kamuoyu ile paylaşıldı. Açıklama tüm TV kanalları tarafından canlı yayınlandı, Diyarbakır ve Van’da kurulan dev ekranlarla halka izletildi. Öcalan çağrısında, PKK’nın kurulduğu koşulların değiştiğini ifade ederek Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Soğuk Savaş’ın sona erdiğine ve Türkiye’de ifade özgürlüğü yönünde gelişme sağlandığına dikkat çekti. Dolayısıyla PKK’nın ömrünü tamamladığını ve artık feshedilmesi gerektiğini vurguladı. Bunun için örgütün bir kongre toplayarak fesih kararı alması gerektiğini söyledi.
Öcalan’ın bu vurguları, PKK’nın lağvedilmesi sürecinin uluslararası boyutunun olduğuna işaret ediyor. Bu çağrı, Türkiye’nin terörden arındırılması, akan kanın durması ve sözde “demokratik toplum” iddiasını savunan tüm kesimlerce olumlu karşılandı. Hem PKK’nın Kandil ve Avrupa kanatlarından gelen açıklamalar, hem de hükümet tarafından gelen değerlendirmeler çağrının taraflarca kabul gördüğüne işaret ediyor. Öyle ki süreci başlatan Devlet Bahçeli yeni bir adım atarak bu kez sürecin dışında gözüken eski HDP genel başkanı Selahattin Demirtaş ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Hükümet bir yandan böyle bir terörsüz Türkiye süreci yürütürken, diğer yandan DEM Partili belediyelere kayyım atanmaya devam etti. Teröre karşı mücadelenin tavizsiz devam edeceği söylendi, müzakere veya pazarlık olmayacağı ifade edildi. Fakat Bahçeli’nin çağrısı, peşine Öcalan’ın açıklamasının zamanlaması çok dikkat çekiyor, bundan sonra neler olacağı ise belirsizliğini koruyor. Ortada hiçbir şey yokken, herhangi bir taviz veya teklif olmadan, karşılıklı bir anlaşma olmadan durduk yere böyle olumlu bir havanın esmesi normal değil. Türkiye’nin son yıllarda terörle mücadelede ciddi bir ilerleme kaydettiği, PKK’yı Türkiye içinde eylem yapamaz hale getirdiği, PKK’nın bir sıkışmışlık durumunda kaldığı bir gerçek. Fakat binlerce silahlı militana, milyarlarca dolarlık bir ekonomiye, ABD, Avrupa ülkeleri, Kuzey Irak yönetimi ve Yahudi varlığının desteğine sahip bir örgütün, 5 dakikalık bir çağrıyla silah bırakacağını iddia etmek süreç ve vakıa ile örtüşmüyor.
Pek çok kez ifade ettik, yine tekrarlayalım: Terör örgütleri ve terör eylemleri, bazı devletler ve istihbarat teşkilatlarının kullandıkları aparatlardan ibarettir. Arkasında böyle bir devlet gücü olmayan terör örgütü yoktur. PKK da bu örgütlerden biridir ve istihbarat servislerince kurulmuş, desteklenmiş, palazlanmış ve bugüne kadar varlığını sürdürmüştür. Arkasında Amerikan ve İngiliz istihbarat teşkilatlarının olduğunu bilmeyen yoktur, yine Türkiye içinde çöreklenmiş yerli ajanların varlığı da bilinmektedir. ABD’nin Suriye’deki terör yapılanması PYD’ye binlerce tır silah verdiğini bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklamıştı. Kuzey Irak Kandil’deki PKK’nın İngilizler tarafından, Avrupa’daki PKK’nın AB ülkeleri tarafından desteklendiği bilinmektedir.
O halde bu devletlerin desteği kesilmeden terörün sona erdirilmesi mümkün mü? O halde bu dış güçlerin kararı ve onayı olmadan, Öcalan’ın ya da bir başkasının çağrısıyla örgütün lağvedilmesi mümkün mü? Soru şu, eğer onların yani Batılı devletlerin kararı ve onayı varsa, bunu neyin karşılığında yapıyorlar? Bu süreçte hükümetin vereceği tavizler ya da yapacağı yasal düzenlemeler nelerdir? Hakikaten PKK kendini feshedecek, silahlarını teslim edecek ve terör eylemlerine tamamen son verecek mi? Yoksa isim ve kabuk değiştirerek, yeni bir görünüme kavuşarak, bambaşka bir yapı olarak mı karşımıza çıkacaktır? Suriye’de benzerini gördüğümüz bir kabuk değişimi mi yaşanacaktır? Bu soruların yanıtını kimse bilmiyor, çünkü kamuoyuna hiçbir izahat yapılmadan süreç ilerletiliyor. Açık olan şudur ki, bu projeyi hazırlayan bizatihi terörü destekleyen ABD’dir.
Burada siyasi analiz yaparak meselenin tafsilatına girecek değiliz, ancak bilinmelidir ki Öcalan öncülüğünde terörsüz Türkiye adı verilen bu süreç, bir yandan ABD’nin Orta Doğu politikasıyla, diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç politikadaki hesaplarıyla bağlantılıdır. Elbette bu necip millet, huzura, mutluluğa, refaha ve güvenliğe muhtaçtır. Tek bir Müslüman evladının kanının dökülmesi Kâbe’nin yıkılmasından daha büyük cürümdür. Hiçbir Müslüman herhangi bir terör eylemini veya terör örgütünü tasvip etmez, edemez. Çatışmaların, kavgaların, zulümlerin bitmesi iman ve vicdan sahibi herkesin arzusu ve temennisidir. Fakat bu beklentiler, başımızdaki yöneticilerin ve onların başındaki efendilerinin emellerine kurban edilmemelidir.
Bir kez daha vurguluyoruz: Terör bitirilecekse kökünden ve kaynağından bitirilmelidir. Bunun için öncelikli ve ilk adım, teröre destek veren Batılı devletler ile tüm ilişkilerin derhal kesilmesidir. Teröre destek veren, teröristleri besleyen ABD ve Batılı devletlerdir. Bu sömürgeciler gitmeden terör bitmez. Gerçek olan budur, gerizi lâf-ı güzaftır, bu milletin duygularını istismar etmek, geleceğiyle oynamaktır. Evet, “terörü destekliyor olabilirler ama onlar bizim dostumuz ve NATO’daki müttefiklerimizdir demek” ikiyüzlülüktür. Dost ve müttefik denilen bu ülkeler İslam ümmetinin en azılı düşmanlarıdır. Coğrafyamızda dökülen kanın ve gözyaşının başlıca sorumlularıdır.
Türkiye bugün bir yol ayrımındadır: Ya bir asır öncesinde olduğu gibi İslam’ı benimseyerek, İslam ümmetine liderlik edecek, sömürgeci Batı’ya açıkça meydan okuyarak büyük bir süper güç haline gelecektir. Ya da şu anda olduğu gibi İslam’dan yüz çevirerek, ümmetin gücünden mahrum kalarak, küresel sömürgeci kâfir devletlerin bir payandası olmaya devam edecektir. Daha yalın bir ifadeyle, ya İslam ümmetine baş ya da Batı sömürgeciliğine kuyruk olacaktır. Daha önce ifade etmiştik. Bir kez daha vurguluyoruz: Tarihi bir an yaşıyoruz, altın bir fırsatla karşı karşıyayız. Devletlerarası düzende kara delik gibi bir siyasi ve askeri boşluk yaşanıyor. ABD olsun, İngiltere ve Avrupa ülkeleri olsun, Rusya olsun, sözde küresel güçler coğrafyamıza doğrudan müdahale kabiliyetini yitirmiş durumda. İslam ümmetine altı asır liderlik etmiş Osmanlı Hilafetinin bakiyesi olan ülkemiz, bu tür süreçlerle oyalanacağına, hem terörü, hem de terörün küresel elebaşlarını kökünden söküp atacak adımlar atmalı İslam devletine dönüşerek dünyanın süper gücü olmalıdır.Bu ülke ve Müslüman halk bu eşsiz fırsatın kaçırılmasını hak etmiyor!
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
04 Mart 2025
#hizbut tahrir#gündem değerlendirme#ramazan istikamet zamanı#3 mart 1924#Hilafet#Hilafet'in yıkılışı#Yeniden Hilafet#Terörsüz Türkiye#Kürt Meselesi#Öcalan'ın Mektubu
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!