Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 7 Ocak 2025
Muhammed Emin Yıldırım, "Eğer 57 İslam ülkesi, “İsrail’i” korumak konusunda işbirliği yaparak ona her türlü desteği vermeseydi, Yahudi varlığı bu savaşı asla sürdüremezdi."
GAZZE UNUTULMASIN
Bu hafta toplantımıza, tam 15 aydır hız kesmeden devam eden ve bugün 458’inci gününe giren Gazze’deki işgal ve soykırımı hatırlatarak başlamak istiyorum. Malumunuz, son birkaç aydır dünyada yaşanan gelişmeler ABD başkanlık seçimleri, Suriye’de zalim Esed’in devrilmesi, özellikle de Türkiye’deki ekonomi ve iç siyaset ağırlıklı meseleler Gazze’yi gündemin arka sıralarına itmiş durumda. Ancak, Yahudi varlığı İsrail, dünya gündeminin başka konulara kaydığı bu ortamı fırsat bilerek işkence ve katliamlarını daha da artırmış durumda. İşgalci varlık, Gazze’de en küçük bir yaşam belirtisi dahi kalmaması için en vahşi yöntemleri kullanarak insanlık suçları işlemeye devam ediyor.
Gazze’deki durum her zamankinden daha kötü. İnsani yardım kuruluşları, İsrail tarafından hedef alındığı ve yardım girişlerine izin verilmediği için açlık ve hastalık had safhada. Binlerce su şebekesi imha edildiği için Gazze halkı büyük bir susuzluk çekiyor. Barınacak ev kalmadığı için bu soğuk havalarda bebekler ve yaşlılar soğuktan donarak can veriyor. Tüm bu insanlık dışı zulümlerin yanı sıra, Gazze halkı hâlâ havadan sürekli bombalanmaya devam ediyor. Maalesef, 458 gündür süren bu saldırılar neticesinde, 10 binlerce Filistinli kardeşimiz şehit edildi, 120 bine yakın yaralı var ve yine 10 binden fazla kayıp ve şehit bulunuyor.
Gazze’de bu söylediklerimizden çok daha fazlası yaşanıyor. Yaşanan mezalimi kelimelerle ifade etmek mümkün değil ki zaten her şey hepimizin gözleri önünde cereyan ediyor. Ancak Rabbimizin "Hatırlatmak, müminlere fayda verir" emri gereği, Gazze’yi hatırlamamız ve hatırlatmamız gerekiyor. Zira, her ne kadar Gazze’de sözler tükenmiş, yöneticiler Gazze’ye ihanet edip ölüm ve yıkıma terk etmiş olsa da, Filistin halkının direniş ve zafer azmi hiçbir zaman bitmeyecektir. Aynı şekilde, İslam ümmetinin Mescidi Aksa'ya olan sevgisi, Filistin davasına duyduğu duyarlılık ve Allah’ın vaadine olan inancı da her zaman devam edecektir.
Sömürgeci kafirlerin 100 yıllık işgal ve tahakkümünden sonra, Yahudi varlığına korku ve hezimeti yaşatan Aksa Tufanı, bunun en son örneğidir. Aksa Tufanı fiilen bitmiş olsa da, başka tufanlar başlayacaktır. Yahudi varlığı, bugün zafer kazanmış gibi gösterilse de, hiçbir zaman güvende olmayacaktır. Çünkü onların sahip olduğu güç, kendilerine ait değildir. Onların gücü ve kibri, Müslümanların yöneticilerinin ihanetinden kaynaklanmaktadır. Eğer 57 İslam ülkesi, “İsrail’i” korumak konusunda işbirliği yaparak ona her türlü desteği vermeseydi, Yahudi varlığı bu savaşı asla sürdüremezdi. İran ona zafer hediye etmeseydi, Ürdün ve Mısır sınırlarını kapatmasaydı, Esed zalimi Golan tepelerini İsrail’e verip ona teslim olmasaydı, ne olurdu? Peki ya Türkiye, 7 ay boyunca açıktan, şu anda ise örtülü bir şekilde İsrail ile ticareti devam ettirip, gıdadan çeliğe kadar her türlü lojistik desteği sağlamasaydı?
Türkiye demişken, 1 Ocak sabahı İstanbul’da Galata Köprüsü’nde düzenlenen Filistin’e destek yürüyüşüne de değinmek istiyorum. Aynı yürüyüş geçen yıl da yapılmıştı, malumunuz. O yürüyüşe, Sivil Toplum Kuruluşları ve duyarlı Müslümanlarla birlikte iktidar yetkilileri de katıldı. Ancak burada, Gazze’deki mezalimin hesabının sorulmasını isteyen Müslüman halk ile icraat makamındaki yöneticiler arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymak gerekiyor.
Müslümanların Gazze'ye duyarlılığı takdire şayandır. Allah, hepsinden razı olsun. Zira iman ve vicdan sahibi hiçbir insan, Gazze'deki vahşete sessiz kalamaz. Ancak geçen yıl olduğu gibi, Galata’daki yürüyüşe katılan iktidar yetkililerine şu soruları sormak gerekir: Bir yıl boyunca Gazze için ne yaptınız? Gazze'ye kayda değer bir faydanız dokundu mu? Yahudi varlığıyla ticareti gerçekten kestiniz mi? Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattından bebek katillerine giden Azerbaycan petrolünü durdurmayı düşündünüz mü? Türkiye'den "İsrail'e" destek için savaşmaya giden çifte vatandaş teröristleri yargılayıp, sınır dışı edecek misiniz? Hâlâ açık olan büyükelçilik ve konsoloslukları kapatacak mısınız? En önemlisi, Libya'ya ve Karabağ’a girdiğiniz gibi, güçlü Türk ordusunu Yahudi varlığını yok etmek için harekete geçirecek misiniz? Yoksa sadece hamaset yaparak, STK'lar ile birlikte miting yaparak, Filistin davasını istismar etmeye devam mı edeceksiniz?
Ve yine yöneticilere şu sorular sorulmalıdır.
Mescidi Aksa'yı esaretten nasıl kurtaracaksınız? ABD ve "İsrail'in" tam desteğini alan, tüm Filistin'de Müslümanlara zulmeden ve onları asla temsil etmeyen Mahmud Abbas'a teslim ederek mi? Bir an öce göreve gelmesini beklediğiniz Trump’ın arkasına hizanalarak mı? Yoksa Filistin halkına Yahudi varlığı ile normalleşmeyi tavsiye ederek mi? Bu soruları sormak, yöneticileri Allah için muhasebe etmek, İsrail sorununu ortadan kaldırmak için ümmetin ordularına çağrıda bulunmak, Gazzeli kardeşlerimize yapacağımız en büyük iyiliklerden biridir.
Biz Hizb-ut Tahrir olarak bu konuda hakkı ve hakikati ortaya koymaktan hiçbir zaman çekinmedik, Gazze ve Filistin’in işgalden kurtulmasının yolunun ne olduğu söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. Gazze’yi unutmadık, unutturmayacağız. Bu kapsam da bu hafta Cuma ve Pazar günü İstanbul başta olmak üzere, Şanlıurfa, Diyarbakır, Aydın ve Kocaeli de yürüyüş ve basın açıklamaları yapacağız. Gazze’ye duyarlı tüm Müslümanları bu amellerimize ekliyoruz.
TERÖRSÜZ TÜRKİYE SÖYLEMİ
Biliyorsunuz, Cumhur İttifakı’nın ortağı MHP’nin genel başkanı Devlet Bahçeli, Ekim ayında kamuoyunu sarsan bir açıklama yapmış ve PKK’nın 25 yıldır İmralı Adası’nda tutulan lideri Abdullah Öcalan için herkesi şaşırtan sözler sarf etmişti. Bahçeli: “Dünyada barışı isterken, kendi ülkemizde barışı sağlamamız lazım.” dedikten sonra ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan terörist başı Öcalan’ın, terörün bittiğini ve PKK’yı lağvettiğini mecliste DEM Grubu’na gelip açıklaması halinde umut hakkından da istifade edebileceğini söylemişti.
Şüphesiz bu sözler, yıllardır PKK ve DEM Parti çizgisini en sert dille eleştiren bir lider için herkesi şok etti. Ancak bir yandan da DEM Partili belediyelere kayyım atanmaya devam etti, sınır ötesi operasyonlar sürdürüldü, teröre karşı tavizsiz mücadelenin devam edeceği söylendi, müzakere veya pazarlık olmayacağı ifade edildi.
Hükümet koalisyonunun başlattığı bu yeni süreç “Terörsüz Türkiye” sloganı ile gündeme getirildi. Her ne kadar Cumhurbaşkanı Erdoğan taktiksel olarak sürece belli bir aşamadan sonra dâhil olsa da süreci desteklediğini açıkladı. Daha sonra DEM Parti’den bir heyetin İmralı’yı ziyaret etmesine izin verildi ve bu heyet ziyaretin ardından Meclis Başkanı ve Meclis’te grubu bulunan partilerle görüşme turu başlattı. Bu ziyaret trafiğinin bundan sonraki süreçte de sürdürüleceği açıklanırken nelerin konuşulduğu konusunda somut bir açıklama yapılmadı.
Peki bütün bunlar ne anlama geliyor? PKK’nın kimler tarafından kurdurulduğu, desteklendiği ve büyütüldüğü herkesçe malum iken Öcalan’ın çağrısı ile bunun sağlanması mümkün müdür? Türkiye’deki askeri vesayet döneminin ürünü olan PKK, önce Suriye’de, Öcalan’ın ABD tarafından Türkiye’ye teslim edilmesi sonrasında ise Irak’a yerleşmiştir. Arkasında Amerikan ve İngiliz istihbarat teşkilatlarının yanı sıra Türkiye içinde çöreklenmiş yerli ajanlarının olduğunu da bilmeyen yoktur.
Bu terör örgütü, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra uygulanan politikalar neticesinde Kürt halkının uğradığı zulümleri ve ayrımcılığı istismar ederek Müslüman Kürt halkının inançlarına ve ahlakına aykırı bir şekilde sosyalist bir ideoloji benimseyerek Kürtleri ve Türkleri birbirine kırdırmıştır. Zira altı asırlık Osmanlı tarihi boyunca devletin varlığına ve nizamına karşı tek bir isyan hareketine kalkışmamış bir milletin, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte yıllar içinde onlarca isyan hareketine yönelmiş veya yönlendirilmiş olmasının başka bir izahı yoktur.
Madem ki PKK bir terör örgütüdür, binlerce silahlı militanı vardır, Irak ve Suriye’de yerleşiktir ve Türkiye’ye karşı terör eylemlerine girişmektedir, o halde bu terörün sona erdirilmesi için alan sağlayan, eğitim ve silah veren, besleyip büyüten devletleri yok sayarak terörü bitirmek mümkün müdür? ABD’nin Suriye’deki PYD/PKK yapılanmasına binlerce tır dolusu silah verdiğini bizatihi Cumhurbaşkanı Erdoğan açıkladığı halde, Irak’taki PKK yapılanmasını İngilizler tarafından, Avrupa’daki PKK yapılanmasının AB ülkeleri tarafından desteklendiğini bildiği halde, bu devletlerin desteği kesilmeden terörün sona erdirilmesi mümkün müdür?
Bir yandan haklı olarak terörden muzdarip olduğumuzu diğer yandan terörü desteklediğini bildiğiniz Batılı devletlerin her fırsatta dostumuz olduğunu söylüyorsunuz. Öyleyse Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın buluştuğu paradigma da esasen büyük bir paradoks değil midir? O halde teröre böylesine ciddi bir dış destek faktörü varken, bu faktör yok sayılarak Öcalan’ın İmralı’dan çıkıp terörü bitireceği propagandasının amacı nedir?
Görünen o ki, iktidar koalisyonunun terörü bitirmek, PKK’yı yok etmek, bu ülkenin insanlarına huzur ve barış getirmek gibi bir niyeti ve maksadı yoktur. Neden mi? Çünkü bu projeyi hazırlayan bizatihi terörü destekleyen Amerika’dır. Daha doğrusu bölgedeki tüm yeni gelişmeler Amerika’nın yeni Orta Doğu politikasının izdüşümleridir. Biraz daha özel ifade edersek, mesele, Türkiye-Suriye-Irak üçgeninde düğümlenmektedir ve bu bölgesel politikada Türkiye asla karar alıcı değil, sadece rol üstlenen pozisyonundadır.
Çünkü Türkiye devletinin kendisine ait bağımsız bir dış politikası yoktur. Dolayısıyla böyle kritik bir meselede karar alıcı pozisyonda olması asla mümkün değildir. Bugün birileri bu vizyonsuzluğa kılıf bulma ve hakikati gizleme adına buna çıkar temelli dış politika adını vermektedir. Ancak buradaki çıkar Müslüman halkların çıkarları değil, her zaman sömürgeci güçlerin ve onlarla işbirliği içinde olan yöneticilerin siyasi çıkarları olmuştur. Yoksa Türkiye’nin tutarsız, çelişkili ve dalgalı dış siyaset seyri ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisiyle ters düşen demeçleri nasıl izah edilebilir.
Bilinmelidir ki, Öcalan öncülüğünde terörsüz Türkiye adı verilen bu mesele, bir yandan Amerika’nın Orta Doğu politikasıyla, diğer yandan ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iç politikadaki emelleriyle bağlantılıdır. Daha düne kadar PKK, Öcalan ve DEM parti hakkında tam tersini söyleyen ve uygulayan bir iktidarın, bugün ani bir karar değişikliğine gitmesi ancak bencil ve siyasi maslahatlarının sonucudur. Terörün bitmesi için teröristle, zulmün bitmesi için zalimle yapılan hiçbir çaba bugüne kadar olumlu sonuç vermemiştir. Bugün Bahçeli’nin Öcalan için dile getirdiği umut hakkı düne kadar canlarını, ciğerparelerini veren gözü yaşlı anne, baba, eş ve çocuklara kısas hakkı olarak verilmemiştir.
Elbette Kürdü, Arabı, Çerkezi ve Türkü ile bu millet, huzura, mutluluğa, refaha ve güvenliğe muhtaçtır. Tek bir Müslüman evladının kanının dökülmemesi Kâbenin yıkılmasından bile daha hayırlıdır. Hiçbir Müslüman herhangi bir terör eylemini veya terör örgütünü asla tasvip etmez, edemez. Çatışmaların, kavgaların, zulümlerin bitmesi iman ve vicdan sahibi herkesin arzusu ve temennisidir. Fakat bu beklentiler, başımızdaki yöneticilerin ve onların başındaki efendilerinin emellerine kurban edilemez. Terör bitirilecekse kökünden ve kaynağından bitirilmelidir. Bunun için öncelikli ilk adım, teröre destek veren Batılı devletler ve bölgesel ajanlarıyla olan tüm ilişkilerin kesilmesidir. Teröre verdikleri desteklerin dünya kamuoyuna ifşa edilmesi ve durdurulması yönünde ciddi adımlar atılmasıdır. Gerizi lâf-ı güzaftır, bu milletin duygularını istismar etmek, geleceğiyle oynamaktır.
Evet, Sömürgeci Batılı devletler terörün azmettiricisi konumundadırlar. Ama bazen bunu ima ederken diğer yandan onlar bizim dostumuz ve NATO’daki müttefiklerimizdir demek tek kelimeyle ikiyüzlülük değil midir? Sizin bu dost ve müttefikleriniz, İslam ümmetinin en azılı düşmanlarıdır. Coğrafyamızda dökülen her damla kanın, gözyaşının ve terörün başlıca sorumlularıdır.
Evet, bugün Türkiye bir yol ayrımındadır: Ya bir asır öncesinde olduğu gibi İslam’ı benimseyerek, İslam ümmetine liderlik ederek, Batılı sömürgecilik sistemine açıkça meydan okuyarak büyük bir süper güç haline gelecektir, ya da şu anda olduğu gibi İslam’dan yüz çevirerek, İslam ümmetinin gücünden mahrum kalarak, küresel sömürgeci kafir devletlerin bir payandası olmaya devam edecektir. Daha yalın bir ifadeyle, ya İslam ümmetine lokomotif yahut Batı sömürgeciliğine vagon olacaktır.
Evet, tarihi bir an yaşıyoruz, altın bir fırsatla karşı karşıyayız. Devletlerarası düzende kara delik gibi bir siyasi ve askeri boşluk yaşanıyor, ABD olsun, İngiltere ve Avrupa ülkeleri olsun, Rusya olsun, sözde küresel güçler coğrafyamıza doğrudan müdahale kabiliyetini yitirmiş durumdalar. İslam ümmetine altı asır liderlik etmiş Osmanlı Hilafetinin bakiyesi olan Türkiye, terörsüz Türkiye adı altında ithal projelerle zaman kaybetmek yerine, hem terörü, hem terör sığınağı olan yerli ajanları, hem de terörün küresel elebaşlarını kökünden söküp atacak İslam devletine dönüşerek dünyanın süper gücü olmalıdır.
İşte tarihin size sunduğu büyük fırsat budur!
MEMUR VE EMEKLİ MAAŞ ZAMLARI
Her yeni yılda olduğu gibi 2025 yılına da gözlerimizi zamlarla açtık. Mehmet Şimşek ile sıkılaştırma politikası uygulayan hükümet, cari açığı kapatmak, büyümeyi dengelemek ve enflasyonu dizginlemek için vatandaşın sırtına yüklenmeye devam ediyor. Yeniden değerleme oranı ile birlikte standart vergilere, harç ücretlerine ve trafik cezalarına %43,93 zam yapıldı. Motorlu taşıtlardan akaryakıta tütün mamullerinden pasaport ve yurtdışı çıkış harçlarına kadar birçok kalemde fahiş zamlar yapıldı. Hatta öyle ki market alışveriş poşetlerine %100 zam yapılarak fiyatı 50 kuruşa çıkarıldı. Orta Vadeli Programda öngörülen tahminleri geride bırakan tüketici fiyat endeksi 2024 yılını %44,38 ile kapattı. Buna mukabil konut ve işyerlerinde taban zam oranı %58,51 olarak belirlendi. Bütün bu zam oranlarından sonra şubat ayı için temel gıda maddelerinde fiyat artışları kaçınılmaz olacaktır. Çalışana, kiraya, enerji kalemlerine ve vergilere yeni yılda %50 daha fazla ödemek zorunda olan üretici veya işveren bu zararı cebinden ödemeyeceğine göre tüketiciye yansıtacak ve olan her zamanki gibi kıt kanaat geçinen vatandaşa olacak.
Peki çalışanı, işçiyi, emekliyi, memuru enflasyona ezdirmeyeceğiz sözleri nerede kaldı? Onu da söyleyelim! Bakın kıymetli Müslümanlar; tüketim kalemlerinde gerçekleşen bu zam oranlarının yarısı bile emekliye reva görülmedi. %45 nerede, %15 nerede? Ya asgari ücrete yapılan %30’luk zammı nereye koyacağız? Asgari ücrete yapılan zam TUİK enflasyonun 3’te 2si… Zam yaparken enflasyonu baz alan hükümet zam verirken neyi baz alıyor merak ediyoruz doğrusu. Onlara sorsanız 2025 enflasyonunu baz alıyoruz diyorlar.
Peki hangi makul ve mantıklı bir adım attınız da yeni yılda enflasyonun bu kadar düşeceğini öngördünüz.
Hadi diyelim ki 2025 yılı enflasyon oranı %30 oldu. Bu durumda yeni açlık sınırının 27.300 TL olması beklenir. O halde maaşı 14.300 TL olan emekli ve 22.100 TL olan asgari ücretli çalışan yine açlıktan kurtulmuş olmuyor. Bilakis yeni yılda 4 kişilik bir ailenin insanca yaşaması için gerekli şartların maliyeti -diğer bir ifade ile yoksulluk sınırı- Türk-iş verilerine göre 72.000 TL. Bu durumda 4 kişilik bir aile asgari insanca yaşama koşullarına ulaşması için fertlerinin tamamının çalışması gerekiyor. Yine Türk-iş verilerine göre bekar bir bireyin evlenip geçinebilmesi ve orta vadede borçlarını ödeyebilmesi için üç asgari ücret kadar maaş alması lazım. Eğer vasıfsız ise 3 ayrı iş yapması gerekecek. Bu durumda en iyi ihtimalle 8 saatlik mesai düşünüldüğünde hiç uyumadan çalışması gerekiyor. İşte bu durum halkını yarış atı gibi çalıştıran bir kölelik sisteminden farksızdır.
Yapılan tüketici zamları ile verilecek maaş zamları arasındaki çarpık ilişkiyi tek bir açıklama ile geçiştiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, her kriz döneminde olduğu gibi halktan sabır göstermesini istedi. Parasal sıkılık için faiz arttırılır, piyasadan para çekilir fakat sadece bankada mevduatı olan zenginler kazanır. Parasal genişleme olur, faizler düşer fakat bu sefer de dövizin ateşi yükselir, enflasyon artar ve kaybeden yine yoksul halk olur. Döviz stoklayan zenginler ise kazanmaya devam eder. Tasarruf tedbirleri uygulanır fakat sadece işçi ve memurların harcamaları sınırlandırılır, itibardan tasarruf edilmez. Sanki mali darboğazın tek sebebi asgari ücretli veya orta sınıf vatandaşmış gibi davranılır. Vergi kaçıran milyarderler, her ihaleyi kazanan müteahhitler, bir okul açarak 10 yıllık vergisini sıfırlayan holding sahipleri, banka CEO ları ve borsa manipülatörleri asla kaybetmezler. Ve onlar her daim kazansınlar diye halktan daha fazla vergi alınır, yastık altındaki yatırım araçları istenir. Birikimi düşünenler geçim sıkıntısı yaşadığı için elinde avucunda ne varsa harcamak zorunda bırakılır.
Buradan ülkenin ekonomisini yönetenlere soruyoruz. Israrla Kapitalizmi uygulamanıza rağmen neden her çıkmaza girdiğinizde çözümü vatandaşta arıyorsunuz. Bunca krizi üretmesine rağmen kapitalizm size bir çözüm, bir çıkar yolu bulamıyor mu? Onlarca kez uyarmamıza rağmen neden inatla İslam’ın iktisadi sistemine müracaat etmiyorsunuz? Hangi saikle, hangi endişe veya kimin tehdidi yüzünden İslam akidesine dönüp çözümler aramıyorsunuz.
Bakın bu halkın geçim sıkıntısını önemseyin, zorlu yaşam koşullarını ciddiye alın. Onları kapitalist iktisadın acı reçeteleri ile daha fazla üzmeyin.
Zira unutmayın; kapitalizm eğer öldürmezse en iyi ihtimalle süründürür.
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
7 Ocak 2025
#Hizbut Tahrir Türkiye#Gündem Değerlendirme#Gazze Unutulmasın#Gazze#Terörsüz Türkiye#Öcalan#Dem#İmralı#Maaş Zammı#Emekli Maaşı#Vergi Zammı#Enflasyon
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!