HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

HİZB-UT TAHRİR’E BASKI VE ZULÜM DEVAM EDİYOR!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, dün akşam gerçekleştirdiği Haftalık Değerlendirme Toplantısında gündemin önemli konularına değindi. Antalya’da Hizb-ut Tahrir mensubu 15 kişiye yapılan gözaltı ile değerlendirmelerine başlayan Mahmut Kar, yapılan gözaltıların Hizb-ut Tahrir davetçilerini sindirmeye, yıldırmaya yönelik baskılardan olduğunu söyledi. Yahudi varlığıyla normalleşme adımlarına da değinen Mahmut Kar, “Filistin ve Kudüs sadece İslâm’ındır. Filistin ve Kudüs Müslümanların gözbebeğidir. Filistin birilerinin dediği gibi üç dinin kutsalı değildir. Bu coğrafyanın tek parçası vardır, o da bu toprakların İslâm toprağı olmasıdır.” şeklinde konuştu. Kar daha sonra, sismik tarama gemisi Oruç Reis’in Antalya Limanı’na çekilmesine değindi. Bu çekilme kararının, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Güney Kıbrıs’tan yaptığı “Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşürülmesi gerekir. Bu nedenle her iki ülke de bölgeden askerî unsurlarını çekmelidir!” açıklamasından sonrasına denk gelmesine dikkatleri çekti. Son olarak da Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, katıldığı bir televizyon programında “Türkiye’de tekrar Hilâfet olabilir mi?” sorusuna verdiği “Türkiye'de hilafet var aslında da ortadan bu arkadaşlar (AK Parti) kaldırdılar.” cevabını değerlendirdi ve Karamollaoğlu’na bazı sorular yöneltti.

HİZB-UT TAHRİR’E BASKI VE ZULÜM DEVAM EDİYOR!

Toplantımıza bu sabah Antalya’da kardeşlerimize yönelik başlatılan baskı, zulüm ve gözaltılar ile başlamak istiyorum. Antalya Emniyet Müdürlüğü bu sabah mahremiyeti hiçe sayarak Müslümanların evine girdi ve Hizb-ut Tahrir mensubu olmaları sebebiyle 15 kardeşimizi gözaltına aldı. Kardeşlerimize yönelik bu baskı ve zulüm iktidarın samimi Müslümanlara karşı aldığı tavırda ne denli ikiyüzlü olduğunu bir kez daha gösterdi. Zira birkaç gün önce Rusya’nın Kırım Tatarı Hizb-ut Tahrirli Müslümanlara yönelik verdiği ağır hapis cezalarını Dışişleri Bakanlığı tarafından esefle kınayan Türkiye, bugün Rusya’nın yaptığı baskının aynısı kendisi Antalya’da yaptı.

Biz biliyoruz ki sabah vakti yapılan bu gözaltılar ile Hizb-ut Tahrir davetçileri sindirilmeye, yıldırılmaya çalışılıyor. Türkiye bu baskıları ABD’ye Rusya’ya ve Batı’ya şirin gözükmek için yapıyor bunu da biliyoruz. Ancak halen daha İslâm'ı ve Müslümanları en büyük tehlike görenlerin, sahih İslâmi fikirlerin Müslümanlar arasında dolaşmasını engellemek adına yaptıkları bu yıldırma çabaları beyhudedir. Zira bizler bedeli her ne olursa olsun, doğru bildiklerimizi bu topluma götürmekten asla geri kalmayacağız. Ne zalimin zulmüne ne de kınayıcının kınamasına aldırış etmeden İslâm’ın hâkimiyeti olan Râşidî Hilâfet için Türkiye’nin bütün şehirlerinde çalışmaya devam edeceğiz.

İşte bu sebeple bu tür gözaltılar ile gerçekleştirmek istenen korkutma veya yıldırma girişimleri asla sonuç vermeyecektir. Bilakis sahih bir iradeye sahip olan Hizb-ut Tahrirli gençlerin azimlerini artıracaktır. Çünkü onlar korkulmaya en layık olanın Allah Azze ve Celle olduğunun bilincinde ve idrakindedirler. Bunun bu şekilde bilinmesini isteriz. Bununla beraber kardeşlerimize yönelik reva görülen bu zulmün bir an evvel son bulmasını ve insanlara hayrı götürmekten başka dertleri olmayan bu dava erlerinin bir an evvel serbest bırakılmaları için buradan da çağrı yapıyoruz.

YAHUDİLER İLE NORMALLEŞME ANLAŞMALARI

İslâm ümmeti olarak çok zor dönemlerden, çok kötü ve kara günlerden geçiyoruz. İslâm beldelerinin korkak ve hain yöneticileri koltuklarını ve tahtlarını korumak için Batılı efendilerine kölelikte birbirleri ile yarışıyorlar, ihanet üzerine yeni ihanetleri imzalıyorlar. ABD liderliğinde yürütülen “Yüzyılın Anlaşması” kapsamında Birleşik Arap Emirlikleri’nden sonra Bahreyn de gasıp Yahudi varlığı ile ilişkileri normalleştirme anlaşmasını imzaladı. Bu utanmaz ve arlanmaz yöneticiler, Beyaz Saray’da düzenlenen aşağılayıcı törende Allah’tan, Rasulü’nden ve müminlerden korkmadan küstah Trump’ın yanında anlaşmaya imza attılar. Benzer ihanet anlaşmaları daha önce Camp David’de Mısır rejimi tarafından, Oslo’da Yaser Arafat tarafından ve Vadi Araba’da işbirlikçi Ürdün rejimi tarafından imzalanmıştı. Bu anlaşmalar ile işgalci Yahudi varlığının güvenliği rejimler tarafından garanti altına alınmıştı.

Trump ile henüz o kirli anlaşma masasına oturmamış olanlar da var, onlar da sıralarını bekler gibi yerlerinde çakılı oturuyorlar. Umman, Yahudi devletini ağırlıyor ve misafir oluyor. Katar, Yahudiler ile Gazze arasında arabuluculuk yapıyor! Suudi rejimi, aşağılık Yahudi varlığının uçaklarına hava sahasını açıyor! Türkiye’ye gelince o bir taraftan normalleşen ülkeleri kınayıp, sözde Filistin’in yanında yer alıyor, diğer taraftan işgalci Yahudi devletini hala tanımaya devam ediyor! Daha bugün yeni Cumhurbaşkanlığı sözcüsü Mısır ve “İsrail’i” kastederek Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ile ilgili şu sözleri sarf etti: “Hepimiz son tahlilde bu coğrafyanın bir parçasıyız, coğrafyayı değiştiremeyeceğimize göre bu gerçekler ışığında hareket etmemiz gerekir.”

İslâm beldelerindeki bu yöneticiler, ABD ve sömürgeci kâfir Batı’nın çıkarları için artık Müslümanlardan utanmadan ya açıkça ihanet ediyorlar ya da kınayarak izleyip normalleşmeye yeşil ışık yakıyorlar.

Kıymetli Müslümanlar! Filistin ve Kudüs sadece İslâm’ındır. Filistin ve Kudüs Müslümanların gözbebeğidir. Filistin birilerinin dediği gibi üç dinin kutsalı değildir. Bu coğrafyanın tek parçası vardır, o da bu toprakların İslâm toprağı olmasıdır.  İşgalci Yahudi varlığı bu coğrafyanın bir parçası değildir, Mısır darbecisi Sisi’nin bu topraklar üzerinde herhangi bir söz hakkı da yoktur. İşgalci Yahudi Varlığı “İsrail”in bu coğrafyanın bir parçası olduğunu düşünenlere söylüyoruz; Hilâfet kurulduğunda sözünü ettiğiniz o parçadan küçücük bir eser bile kalmayacak haberiniz olsun. Ne Yahudilerin ne de Hristiyanların Kudüs üzerinde hiç bir hakları yoktur. İslâm’ın izin verdiği ibadetler dışında…

Kıymetli Müslümanlar! Allah Subhanehu ve Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de Mescid-i Aksa’yı İslâm akidesiyle ilişkilendirdi ve mübarek toprakların korunmasını tüm Müslümanlara farz kıldı. Tarih boyunca İslâm halifeleri ve komutanları Rabbimizin bu emrine icabet ederek Kudüs’ü canları pahasına korudular. Bir Arap olan Ömer RadiyAllahu Anh Kudüs’ü fethetti, bir Kürt olan Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü Haçlılardan temizledi. Ve bir Türk olan Halife Abdulhamid han bu toprakların Yahudilere satılmasına asla izin vermedi. Ancak Hilâfetin yıkılmasıyla İslâm ümmeti gibi Kudüs de sahipsiz ve korumasız kaldı. Hilâfeti yıkan sömürgeci İngilizler yine o günkü Arap rejimlerinin ihanetiyle Rasulullah’ın mübarek İsra ve Miraç topraklarını Yahudilere hibe ettiler. Bugün artık Kudüs raşid bir halifenin eliyle tekrar kurtarılmayı, özgürlüğüne kavuşmayı bekliyor.

Buradan Müslümanların başındaki yöneticilere sesleniyoruz!

Amerika ve Yahudiler karşısında ne kadar küçülürseniz küçülün, hangi ihanete imza atarsanız atın, İslâm ümmeti olarak bizler Kudüs’ü savunmaya devam edeceğiz. Orayı Yahudi pisliğinden temizleyip yeniden İslâm’a iade edene kadar çalışmaya devam edeceğiz. Ne iki devletli çözüme, ne tek devletli çözüme, ne de normal bir ilişkiye asla razı olmayacağız. Tıpkı Mescid-i Aksa’nın avlusunda haykıran Müslümanlar gibi bizde haykıracağız ve şöyle diyeceğiz: “Normalleşenler hainlerdir, Filistin’i Hilâfet orduları özgürlüğüne kavuşturacaktır!”

Çünkü Lideri Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem olan bir ümmet asla boyun bükmez! Çünkü bizler Âlemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya iman ediyoruz! İnandığımız Allah İslâm ümmetinin insanlar arasından çıkarılmış en hayırlı ümmet olduğunu bildirdi. O Allah ki, iman edip salih ameller işleyenleri, yeryüzünde mutlaka egemen kılacağını vaat etti. O Allah ki, Müslümanların Yahudilerle savaşıp onları hezimete uğratacağını Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem aracılığıyla bizlere müjdeledi. Değil yüzyıllık, bin yıllık ihanet planlarına imza atsanız da tüm bunlar mutlaka gerçekleşecektir. İslâm ümmeti Allah’ın izniyle yakın bir zamanda Hilâfetini yeniden kuracak, Kudüs’ünü özgürleştirecek, zorbaları, efendilerini ve avenelerini kökünden söküp atacaktır.

ف۪ي بِضْعِ سِن۪ينَۜ لِلّٰهِ الْاَمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْدُۜ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَۙ بِنَصْرِ اللّٰهِۜ يَنْصُرُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُ وَعْدَ اللّٰهِۜ لَا يُخْلِفُ اللّٰهُ وَعْدَهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“O gün Allah’ın zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah, dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” [Rum 4-6]

ORUÇ REİS ANTALYA LİMANI’NDA!

Biliyorsunuz Doğu Akdeniz’de sismik arama faaliyetleri yapan Oruç Reis Gemisi rutin bakımı yapılacağı gerekçesiyle geçen hafta Antalya Limanı’na geri döndü. Bu gelişme önce rutin bir uygulama olarak medyaya servis edildi ve bu yönde açıklamalar yapıldı. Yani askeri ve diplomatik baskıların sonucu alınmış karar ile bir geri adımın söz konusu olmadığı şeklinde açıklamalar oldu. Oysa Oruç Reis gemisi limana demir atmadan 1 gün, sadece 1 gün önce ABD Dış İşleri Bakanı Pompeo Güney Kıbrıs’tan şöyle seslenmişti Türkiye’ye… “Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşürülmesi gerekir. Bu nedenle her iki ülke de bölgeden askeri unsurlarını çekmelidir!” Şimdi bu açıklama ile Oruç Reis Sismik tarama gemisinin limana geri gelmesi arasında sizce bir ilişki yok mu?

Sık sık dile getiriyoruz tekrar edelim: Türkiye, Suriye’de olsun, Libya’da olsun, Doğu Akdeniz’de olsun ABD ile birlikte hareket ediyor. Türkiye aslında bunu gizlemiyor da… Dolayısıyla bu durum sadece bizim bir yorumumuz değil, Türkiye’nin dış politika hakikati böyle. ABD, Avrupa’nın Doğu Akdeniz’de enerjiye kolay erişimini engellemek için baskı kurmaya çalışıyor, işte burada Türkiye devreye giriyor. Nitekim ABD, ilk önce Türkiye’yi sahaya sürdü herkesi korkuttu, tedirgin etti, sopa olarak gösterdi sonra da Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile anlaşarak kendi tarafına çekip kontrolü altına almaya çalıştı. Türkiye tam anlamıyla kendi emrinde olduğu için de geri çekil dedi ve Türkiye’de bu emri uyguladı. Hal böyle iken kamuoyunu yanıltmak adına yöneticilerin yaptığı sloganik demeçler, boşa atılan salvolar ile halkın algısı yönetildi. Ama bu tür günü kurtarmaya dönük gündemler ile askeri ve diplomatik başarısızlığı örtemezsiniz. Cumhurbaşkanı Erdoğan “gemiye saldırırsanız bedelini ödersiniz” demişti değil mi, bedel ödetebildik mi? Yok! Oruç Reis Gemisi Antalya limanına geri geldi. Bu mudur sizin diplomatik ve askeri başarınız? En üst perdeden sert söylemler, baskıyı görünce en alt düzeyden geri çekilmeler? Güçlü Türkiye’nin gücü bu mu?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dış baskılara dayanamamış olmalı ki, hemen diplomatik kanalları kullanıp yabancı gazeteye demeç verdi. Sözlerini kelime kelime aktarıyorum: “Hangi yoldan gideceğimize dair tercih, ne Türkiye ne Fransa ne de bir başkasının değil, Yunanistan'ın değerli liderlerinin ve halkınındır.” diyor. Tek kelime ile yazıklar olsun. Avuç kadar büyüklükteki Yunanistan kıta sahanlığını 2 katına çıkarmış, deniz kıta sahanlığının iki katı alanda hava kıta sahanlığını fiilî olarak kullanıyor, Ege Denizi’nde yer alan birçok irili ufaklı adayı fiilî olarak işgal etmiş, biz Türkiye’nin geleceğini Yunan liderler ve Yunan halkının tercihine bırakıyoruz. Yunanların şantaj ve tehditlerine boyun bükmeniz tarih boyunca Ümmetin bayraktarlığını yapmış olan Osmanlı’ya ihanettir. Gemiye adını verdiğiniz Oruç Reis, İspanyolların tehditlerine boyun bükmeyerek, tek kolu ile Cezayir topraklarını canıyla savundu. Sizin bugün göz göre göre tek tek verdiğiniz adaları Oruç Reis kardeşini savaşta şehit vererek kazanmıştı… Küçük tehditlere karşı büyük korkaklıklar göstermeyin!

ABD’nin sizi sopa olarak kullanmasına müsaade etmeyin. Şayet sopa olacaksanız bu halkın, Türkiye halkının, ümmetin sopası olun, sömürgeci kâfirlerin değil! Göreceksiniz ki o zaman o sopa Yunan’ın, Fransız’ın kafasına kafasına inecektir! Ucuz şantajlarla bu ümmetin yer altı kaynaklarını kâfirlerin tekeline vermeyin! Siyasi başarı; azimle, kararlılıkla ve dirayetle kazanılır. Tek başına küçük siyasi demeçler başarıya götürmez, götürse götürse ancak tükürüğü yalamaya götürür.

Bu çerçevede Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak diyoruz ki: Oruç Reis gemisi tarama faaliyetlerine derhal geri dönmelidir. Sadece ekonomik kazanımlar için değil, Lozan’ın hesabını sormak için, Yunan sınırlarına dayanmak için, Fransa kıyılarını tehdit etmek için… Her yıl tonlarca metre küp ithal edip üzerine de kat kat vergi ekleyerek bu ümmete sattığınız petrol ve doğalgazı bedavaya halkın kullanımına sunmak için Oruç Reis tekrar geri dönmelidir. Tabii niyetiniz varsa ve samimiyseniz bunu yaparsınız!

KARAMOLLAOĞLU’NUN HİLÂFET AÇIKLAMASI

Hilâfet Türkiye’nin gündeminde kalmaya devam ediyor, kalmaya da devam edecek inşallah. En son Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, katıldığı bir televizyon programında “Türkiye’de tekrar Hilâfet olabilir mi?” sorusunu cevapladı. Türkiye'de Hilâfet’in aslında var olduğunu ama AK Parti’nin kaldırdığını söyleyerek soruyu yanıtladı. Gerekçesi de neydi biliyor musunuz?

Hilâfet’i kaldıran kanun maddesinde geçen şu ifade: “Hilâfet Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin şahsi manevisinde mündemiç olduğu için yani bulunduğu için, Hilâfet makamı kaldırılmıştır.”

Karamollaoğlu’nun bu hezeyanını bir dönem laik Kemalistler Cumhuriyet inkılaplarını uygularken Müslümanların tepkisini azaltmak için kullandılar. Şimdi de kendini “İslâmcı” olarak tanıtan bazı yazarlar, partiler ve siyasetçiler Müslümanları oyalamak ve umutlarını istismar etmek için bu sözü kullanıyorlar. Karamollaoğlu gibi düşünenler ne diyorlar peki? “Hilâfet zaten meclisin bünyesinde, o hâlde Hilâfet’e daha ne gerek var?” bunu demeye getiriyorlar. Karamollaoğlu bu açıklamasıyla, Hilâfet’in kanun koyma yetkisini meclisin devraldığını, dolayısıyla da İslâm’da yönetim şeklinin Peygamber efendimiz zamanında ve ondan sonra olmadığını iddia ediyor. Daha doğrusu İslâm ve Hilâfet’e böyle bir iftirada bulunuyor. Böylece Hilâfet’in İslâmi bir yönetim şekli olduğunu, onun yerine küfür yönetimi olan cumhuriyetin getirildiğini gizlemeye çalışıyor.

Çok görmüyoruz! Neden, biliyor musunuz kıymetli Müslümanlar? “Biz İngiliz tipi laikliği istiyoruz” diyen birinin bu topraklarda 13 asır hüküm sürmüş Hilâfet’i, köhne bir sisteme, demokratik parlamenter sisteme benzetmesi anormal bir şey değil.

Ama sadece birkaç soru sormak istiyorum kendisine: Temel Bey, milletvekilinizi sırf başörtülü olduğu için aşağılayan, “Bu kadına haddini bildirin!” diyen meclis mi Hilâfet’i temsil ediyor? İşgalci Yahudi varlığının eski Başbakanı Perez’i, sömürgeci ABD’nin eski Başkanı Bush’u ve daha nice eli kanlı kâfiri ayakta alkışlayan meclis mi Hilâfet’i temsil ediyor? Eğer böyle düşünüyorsanız yazık oldu yıllarca sizin peşinizden giden Müslümanların emeklerine! Yıllarca Müslümanları “adil düzen” safsatası ile kandırıp oy topladınız ama asıl hedefiniz Müslümanlara bu batıl düzeni sevdirmekti! Biz bu gerçeği bugün açıkça söylüyoruz, dün de söylemiştik, yarın da söyleyeceğiz! Ama siz dün ne söylüyordunuz bu gün ne söylüyorsunuz!

Kıymetli Müslümanlar, dikkatle bakın, iyi dinleyin Allah için! İlk kurulduğunda, Milli Nizam Partisi’nin sloganı neydi? “Zafer inananlarındır!” dediler. “Önce ahlak ve maneviyat” dediler. Aradan onlarca yıl geçti, gelinen noktada “zafer” tanımı değişti! Artık zafer İslâm’ın gelmesi, hayata hâkim olması değil parlamenter sisteme yeniden geçiş olarak gösteriliyor. Ahlak anlayışı da değişti elbet. İslâm ahlakı yerine “düşmanımın düşmanı dostumdur” menfaat ölçüsü ahlak anlayışı olarak tercih edilir oldu. 1977 yılındaki seçim beyannamesinde yabancı fikirlerin zararlı olduğu millete hiçbir yararının dokunmadığı belirtilirdi ve bu düşünce ile Müslümanlar Milli Görüş’e davet edilirdi. Şimdi bugün İngiliz tipi laikliğin, İngiliz tipi parlamenter sistemin savunucusu oldular.

Laiklik nedir Temel Bey? Laiklik, dini hayattan, toplumdan ve devletten uzaklaştırıp ilahlık taslamaktır. Laiklik –hâşâ- “Allah göklerdedir yerlere biz hükmederiz” diyerek hüküm koyma işini eline alanların inandığı ve savunduğu küfür akidesidir. Demokrasi nedir biliyor musunuz Temel Bey? Zinayı ve eşcinselliği ferdî özgürlük, kumardan, faizden, fuhuştan para kazanmayı mülkiyet özgürlüğü, deizmi ve ateizmi inanç özgürlüğü, Rasulullah’a hakaret etmeyi de ifade özgürlüğü olarak görmektir.

Şimdi söyleyin bakalım, siz de böyle mi görüyorsunuz? Samimiyetinizi sorgulayın bakalım! Zinayı suç olmaktan çıkarak AK Parti’ye neden eleştiri getiriyorsunuz? AK Parti tam da sizin savunduğunuz laik demokratik sistemin gereklerini yerine getiriyor. Şimdi söyleyin bakalım, İstanbul Sözleşmesi’ne karşı mısınız, eşcinselliği destekliyor musunuz? Bunlar tam da sizin İngilizci parlamenter sistemin desteklediği işler? 28 Şubat’ı görmüş birisi olarak size soruyorum: Mustafa Kemal önce Osmanlı sonra birinci meclise darbe yapıp kürsünün üzerine çıkarak “İhtimal bazı kafalar kesilecektir!” diye mebusları tehdit ederek zorla Hilâfet’i kaldırmadı mı? 3 Mart 1924 size bayram mıdır, seyran mıdır söyleyin, Sayın Karamollaoğlu?

Ah gerçekler ah, gerçekler ne kadar da acı değil mi?

Kıymetli Müslümanlar!

Türkiye’de siyasetin “Millet İttifakı” ve “Cumhur İttifakı” olarak gruplaştığını, Cumhur İttifakı’nın Amerikan Başkanlığını, Millet İttifakı’nın İngiliz tipi parlamenter sistemini savunduğunu biliyorsunuz. İşte bu iki grubu oluşturan siyasi partilerin hiçbirinin İslâm diye, Hilâfet diye bir dertleri yok. Onların ortak dertleri laik, demokratik nizamın bekasıdır. Anlaşamadıkları, ihtilaf ettikleri nokta ise menfaatleridir. Temel Karamollaoğlu, tıpkı diğer siyasi akranları gibi Batı’nın değerlerini öyle içselleştirmiş, öyle bağlanmış ki, Allah’ın tertemiz şeriatı ile hükmeden Hilâfet’i, küfür nizamını tatbik eden demokratik laik meclis ile bir tutuyor. “Adil düzen” ve “kutlu yürüyüş” diye yola çıkan bu iki hareketin sonunda ne hâle geldiğini iyi görün! Bu üstü kapalı süslü sözleri Müslümanları oyalamak ve küfrü ayakta tutmak için kullandıklarını da sakın unutmayın!

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

___

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.