HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Peygambere Hakaret Affedilemez

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Mahmut Kar, Haftalık Değerlendirme Toplantısı’nda gündemde öne çıkan konuları değerlendirdi.

İSLÂM PEYGAMBERİNE HAKARET EDİLİRKEN SİZİ TEPKİ VERMEKTEN ALIKOYAN ŞEY NEDİR?

“Charlie Hebdo” adındaki Fransız paçavrası Peygamberimiz Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e yönelik hakaretler içeren karikatürleri 5 yıl aradan sonra yeniden yayınladı. Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak küstahça yapılan bu aşağılık girişime karşı ilk önce sosyal medyada “#HzMuhammedeHakaretAffedilmez” hashtag’i ile gündem oluşturduk. Twitter’da uzun süre bu konu ilk sıralarda kaldı; on binlerce tweet atıldı. Ardından geçtiğimiz Cuma günü İstanbul Saraçhane Parkı’nda bir basın açıklaması düzenledik ve yöneticileri Rasulullah’a yönelik hakaretlere gerçek tepki vermeye davet ettik. Bireysel ya da kitlesel ve cemai tepkilerin devletlerin verdiği tepkilerle aynı olmadığını, aynı etkiyi göstermediğini biliyoruz. İşte bu nedenle ümmetin liderlerini göreve davet ettik. Ancak her zamanki gibi ümmet bir vadide, liderler başka bir vadide…

Şimdi buradan bir kez daha sesleniyoruz! Biliyoruz ki kâfir Batı için peygamberlerinin bir değeri yoktur. Hatta onlar için dinlerinin de bir değeri yoktur. Batı her ne kadar kendisini Hıristiyan olarak tanımlasa da dinsizlik daha yaygındır ve bunun tek sebebi uygulanan laikliktir. Bu hâliyle onlar, peygamberlerini öldürmeleri, kendilerine gelen ilahi mesajları kendi çıkarları doğrultusunda değiştirmeleri sebebiyle lanetlenmiş kavim olan Yahudilerden çok da farklı değiller. Kapitalizm ile birlikte onlar için önemli olan tek şey dünyadan elde edecekleri doyum, haz ve menfaatlerdir. Onlar lanetlenmiş kavmin işini yapan aşağılık bir toplumdur.

Peki, ey yöneticiler size ne oluyor? Sizin onlardan farkınız nedir Allah aşkına! Peygamberinize sahip çıkmazsanız, O’na yönelik hakaretleri duymazlıktan gelirseniz, bu küstahlığı fikir özgürlüğü yalanına bağlarsanız, onlardan ne farkınız kalacak? Nasıl oluyor da, halkınızın canını vermeye hazır olduğu, ölesiye sevdiği, “anam-babam sana feda olsun ya Rasulullah!” dediği Peygamberimize hakaret edilirken sesiniz çıkmıyor? Sakın “kınama açıklamaları yaptık” demeyin, bıktık sizin bu kınamalarınızdan! “Neden sesiniz çıkmıyor?” diyorum! Çünkü konuşuyor gibi yapıyorsunuz ama hiçbir şey söylemiyorsunuz. İslâm Peygamberine hakaret edilirken sizi tepki vermekten alıkoyan şey nedir? Bunun bir izahı varsa bize izah eder misiniz? Biz gerçekten anlamakta zorluk çekiyoruz. Gerçekte siz kimsiniz? Siz, İslâm ümmetinin yöneticileri misiniz yoksa kâfir Batı’nın ve bilhassa da ABD’nin sadık kulları, atanmış valileri misiniz; siz kimsiniz?

Siz, ümmetin sesine ses vermek yerine kâfir Batı’nın sesine ses vermeyi tercih edenlersiniz. Onların hakaretlerine, ümmeti aşağılamalarına rağmen sessiz kaldınız. Peki, neden sessiz kaldınız? Merak ediyoruz bu suskunluğunuz sebebini… Bu tepkisizliğiniz acizliğinizden mi kaynaklanıyor? Şunu iyi biliniz ki siz aciz olabilirsiniz, kendinizi aciz hissedebilirsiniz ama halkımız aciz değil, zayıf değil! Bilakis onlar kendilerine yol gösteren bir lider olduğunda dünyanın en cesur, en güçlü, en sadık, en sabırlı, en fedakâr ümmeti olmaya hazır ve nazırdırlar.

Ey İslâm beldelerinin yöneticileri! Bu ümmet sizin gibi korkak, pısırık, aciz, vizyonsuz, fikirsiz, hedefsiz liderleri hak etmiyor. ABD ile birlikte iş tuttuğunuzda çok cesursunuz; dünyanın en cesur liderlerisiniz. Çok güzel ahkâm kesip tehditler savuruyorsunuz. Çünkü biliyorsunuz ki arkanızda ABD gibi güçlü bir ülke var. ABD arkanızdan çekilip karşınıza geçtiğinde ise suspus oluyorsunuz; koltuğunuza sarılıp kalıyorsunuz, gözlerinizi ve kulaklarınızı kapatıyorsunuz! Unutmayın ki ABD sizi Allah’ın azabından kurtaramayacaktır! Hesap günü geldiğinde ABD’nin arkasına saklanamayacaksınız! Ondan yardım dilenemeyeceksiniz. Zira o gün onlar yardıma muhtaç olacaklar. O gün yapıp ettiklerinizin hesabı bir bir sorulacak!

Kıymetli Müslümanlar!

Ümmetin yöneticileri böyle maalesef! Hiçbirinin sesi çıkmadı. Mısır diktatörünü konuşurken gördünüz mü? Ürdün ve Suud Kralı’nın bu konuda bir söz ettiğini gördünüz mü? Pakistan yönetiminin tepki verdiğine şahit oldunuz mu? Türkiye iktidarından, Fransa’yı rahatsız edici bir açıklama duydunuz mu? Açıklamalar sinek vızıltısı gibi… Peki ya âlimler? Onlar ne yaptılar, onların durumu yöneticilerden farklı mı? Üzülerek söyleyelim ki çok da farklı değil. Onlar da susuyorlar! Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı politikalar sayesinde âlimler de İslâm’ın ve Müslümanların âlimi değil, iktidarların âlimleri oldular. İktidarda kim varsa ona göre şekil aldılar. Tanınan imkânlar sayesinde basamakları tek tek çıktılar. Her basamakta âlimlerin özelliklerinden birini bıraktılar. Zirveye yaklaştıkça halktan uzaklaştılar ve en nihayetinde zirveye ulaştıklarında halkın değil sarayların âlimi oldular. Yöneticiler cılız tepki verirse onlar yüksek perdeden tepki verdiler, yöneticiler suskun kalınca onlar da suskun kaldılar. “Beyefendinin bir bildiği vardır” dediler. Peygambere tâbi olmayı cübbe giymeye, sarık takmaya indirgeyenler Rasulullah’a hakaret edilirken keramet göstermekle, zuhuratlar görmekle meşguldüler. Ama bugüne kadar hiçbir işe yaramadığı gibi bugün de bunların hiçbir işe yaramadığını gördük.

Peygamberimiz Hazreti Muhammed’e hakaret edilirken Diyanet’in hazırladığı tüm camilerde okutulan Cuma hutbesine ne demeli peki? Ayasofya açılırken Cuma hutbesini elinde kılıçla veren Ali Erbaş’ın başında bulunduğu Diyanet, en kıymetlimiz Peygamberimize hakaret edilirken Cuma hutbesinde temizlikten bahsediyor. Görünen o ki Başkan’ın elindeki kılıç aksesuardan öteye geçmiyor. Görünen o ki o kılıç kesmiyor. Yok, yok, kılıç keser de kılıcı kullanacak yiğit bir adama ihtiyaç var; o maalesef yok. “Din İşleri”nden sorumlu Ali Erbaş kılıcı, siyasetin oy malzemesine dönüştürdü.

Kıymetli Müslümanlar, Sayın Basın Mensupları!

Allah’ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem İslâm ümmetinin en kıymetlisidir. O bizim en kıymetlimizdir. Ona hakaret tüm İslâm ümmetine, kendini bu ümmetten bir parça sayan her bireye edilmiş hakaret ve büyük bir aşağılamadır. Rasulullah’a hakarete sessiz kalmak haramdır! Şunu da bilelim ki İslâm ümmetinin başındaki bu korkak yöneticiler ilelebet koltuklarında oturmayacaklar. Zira korkakların ömrü gölgeleri kadardır. Müslümanlar kendileriyle aynı hissiyata sahip olmayan bu yöneticileri bir gün mutlaka terk edecek. İşte o gün Müslümanlar, Rasulullah’a hakaret edenlere haddini bildirmek için kınama yayınlayan değil ordular hazırlayan râşid bir halifeye kavuşacaklar. İşte o zaman Müslümanları aşağılamayı alışkanlık hâline getirmiş olan sömürgeci Batı, İslâm hakkında, Peygamber hakkında tek kelime sarf etmeden önce iki kere değil kırk kere düşünecekler. Allah bizimledir ve Allah her şeye galiptir!

SAHTE ŞEYH MESELESİ ÜZERİNDEN İSLÂM’A SALDIRI

Sözde bir tarikat liderinin çocuk istismarından tutuklanması, ses kayıtlarının ortaya çıkması sonrasında, bugünlerde alışageldiğimiz saldırılar her zamanki gibi tekrar etti. Kendi ahlaksızlıklarını örtbas etmek ve masumlaştırmak dürtüsüyle tarikatlara, cemaatlere saldırı başladı. Hem de koro hâlinde. Hızını alamayanlar işini peygambere ve İslâm’a hakaret derecesine kadar uzattılar. Kim bunlar? Bu ülkede bir güruh var kıymetli Müslümanlar, Her fırsatta ama her fırsata İslâm’a saldırmak için hazır bekliyor. Kendi ahlaksızlıklarına, çirkinliklerine seyirci kalan bu güruh, maalesef sözde tarikat şeyhlerinin ahlaksızlıklarını yakalayıp bütün cemaatleri ve hatta İslâm’ı karalamaktan haz duyuyor. Bu güruh İslâm hakkında şüphe oluşturmaktan haz duyan laik, ateist, Kemalist bir güruh…

Öncelikle belirtmek istiyoruz ki çocuk istismarı hata olarak değerlendirilecek bir şey değildir; aksine bu sapıklıktır, sapkınlıktır. Bırakın kendisini İslâm’a nispet etmeyi, fıtratı bozulmamış herhangi bir insan dahi bu tür sapkınlıklardan utanç duyar ve asla yaklaşmaz. Hâl böyle olmasına rağmen nasıl oluyor da İslâmi referanslara sahip şahsiyetlerden bu tür sapkınlıklar çıkabiliyor? Esasen Cumhuriyet tarihine baktığımızda bu sorunun cevabının orada saklı olduğunu görebiliyoruz. Zira bu laik Cumhuriyet İslâm ile savaşta İslâm’ın bütün unsurlarına nefretle saldırmıştır. Gerçek âlimleri darağaçlarında sallandırırken kendi kontrolünde yeni âlimler ve cemaatler ortaya çıkarmıştır. İşte ismi sapkınlık haberleri ile anılan tüm bu tarikat, cemaat ve şahıslar laik Cumhuriyetin ürünlerindendir. İslâm’ın ruhani boyutunu çeşitli hurafeler ve felsefi hikâyeler ile harmanlayan bu tarikatlar, laik Cumhuriyetin Müslümanları kontrol altında tutma, onları uyuşturma ve hareketsiz kılma çalışmalarında başat rol oynadılar.

Hâl böyleyken, bu tür çirkin hadiseleri manipüle ederek, genelleştirerek İslâm’a saldıranların durumu çok daha vahimdir. Ahlaktan bahseden bu laik Kemalizm aslında ahlaksızlığın diğer adıdır. Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar her tür zulme ve ahlaksızlığa imza atanların mesele Müslümanlara geldiğinde kendilerini ne kadar masumlaştırdıkları herkesin malumudur. Daha kısa bir zaman önce HDP’li bir vekil hakkında tecavüzden dava açıldı ve dokunulmazlığı kaldırıldı. Peki, ne oldu? Linç mi edildi yoksa bir-iki ufak kınama içeren cümle ile konu geçiştirilip unutuldu mu? Tabii ki, unutuldu, unutturuldu. Zira laiklerin derdi, sapıklıklarla uğraşmak değil ki… Onların meselesi, fırsat kollayıp İslâm ve Müslümanların değerlerine saldırmaktır. Onlardan biri de dün TV kanalında İmam Hatip okullarını hedef tahtasına koyarak “sapkın ve ahlaksızların İmam Hatip okullarında yetiştiğini” söyledi.

Ey laik Kemalist güruh! Kasklı sapık olayını unutmadık! Onlarca genç kıza saldıran tecavüz eden kişinin sizin laik eğitim kurumlara yetiştiğini, İstanbul Devlet Opera ve Balesi tenorlarından olduğunu unutmadık! Bu sapığın babasının emniyet müdürü olmasından dolayı kollandığını unutmadık. Özetle; sahte şeyhler, sapık tarikatlar, din istismarı… tüm bunlar laik Cumhuriyetin ürünüdür ve İslâm’ı karalamak, insanları İslâm’dan uzaklaştırmak için kullanılmıştır; hâlen de kullanılmaktadır.

Şayet cinsel istismar olaylarında gerçek faili arıyorsanız o fail laik Cumhuriyetten başkası değildir. Zira bu sistem Allah’ın varlığından bihaber yaşayan nesiller yetiştirdi. Yetişen bu nesiller Allah’ın kanunlarından uzak kendi heva ve heveslerine göre bir dünya tasavvuru ile sapkınlık ve ahlaksızlık içine gömüldü. Şimdi siz bu köhne sistemi suçlayacağınıza, ahlaksızlığını örtbas etmek için üç-beş ahlaksız sözde şeyhi gündemde tutarak İslâm’a saldırıyorsunuz. Ama her ne yaparsanız yapın sizin maskeleriniz düşecek ve sizin ahlaksız, çirkin yüzünüz elbet ortaya çıkacak!

SUDAN’DA LAİKLİĞE GEÇİLDİ

Son dönemlerde İslâmi beldelerde Müslümanların eliyle birçok kıyam, birçok devrim girişimi yaşandı. Diktatör ve satılık liderlere daha fazla tahammül edemeyen Müslüman halklar tek bir kıvılcımla dağ gibi bir ateş yaktılar. Ve tüm zorbaları bu ateşe atmak için kan döktüler, can verdiler. Ama maalesef bu başkaldırı ve devrim girişimleri hiçbir netice vermedi. Eninde sonunda yine sömürgeci güçlerin başka kuklaları işbaşına getirildi ve devrim ateşi söndürüldü. İşte bunlara son örnek Sudan… ABD’nin sevdiği diktatör tiplerinden olan Ömer El Beşir’e yönelik başlatılan protestolar ülkede aylarca devam etmişti, biliyorsunuz. Birçok insan bu protestolarda can vermiş birçok insan da yaralanmıştı. Sonunda işin içinden çıkamayan Amerika yanlısı ordu yönetime el koydu ve kuklası olan Ömer El Beşir’i devirdi ve tutuklattı.

Biz Sudan’daki bu darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğunu, karizması çizilen kuklasının işini bitirip diğer kuklasıyla yer değiştirdiğini söylemiştik. Sudan’da ordu ile yapılan uzun görüşmeler ve çalkantılı olaylardan sonra sivil bir hükümet kuruldu. Amerikan ve İngiliz diplomatların Sudan’a yaptıkları yoğun ziyaretlerin gölgesinde kurulan sivil hükümet, Sudan Halk Kurtuluş Cephesi ile anlaşarak çok mühim bir bildirgeye imza attı. Bu bildirgede “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması kararı” alındı yani Sudan’da laikliğe geçildi. “Devletin resmî bir din tesis etmeyeceği” kararlaştırıldı ve “Sudan’ın demokratik bir ülke olabilmesi için bunların şart olduğu” belirtildi.

Dünyada Batı başta olmak üzere -buna doğu ülkeleri de dâhil-, dini devlet işlerinden uzaklaştırdığından bu yana toplumlar, tepetaklak dibe doğru sürükleniyor ve geri dönülemez bir yola girilmiş durumda… Buna rağmen Sudan Geçici Hükümeti ülkenin sorunlarını laiklikle, demokrasiyle çözeceğini umacak kadar şaşırmış vaziyette. Sudan gibi bir ülkeye demokrasi hiç uğramamışken, yöneticilerin bu demokrasi ve laiklik sevdası nereden geliyor acaba? Demokrasi ve laiklik ile yönetilen ülkelerin düşmüş oldukları ahlaki çöküntü had safhaya ulaşmışken, hâlâ demokrasiden medet ummak da ne demek oluyor? Tek hakikat vardır, o da şudur: laiklik ve demokrasi küfürdür ve bugüne kadar İslâm ümmetine hiçbir yarar sağlamamıştır.

30 yıl boyunca Sudan’da Ömer El Beşir, evet, bir yönetim gösterdi, bu yönetimde bazı hususlarda İslâm referans kabul edildi ancak gerçek manada Ömer El Beşir yönetimi hiçbir zaman İslâmi bir yönetim olmadı. Zira İslâmi yönetim demek İslâm’ın bir hayat nizamı olarak kabul edilmesi iç ve dış siyasetinde İslâm’ın esas alınması demektir. Oysa Ömer El Beşir, iç siyasetinde demir yumruk olurken dış siyasetinde ABD’nin hizmetkârlığını yapmıştır. Bu haliyle hiçbir zaman İslâmi bir yönetim olmamıştır. Dolayısıyla Ömer El Beşir yönetimini işaret ederek İslâm’ı karalamak, İslâmi yönetimlerin kargaşa ve kaos oluşturduğunu söylemek, ima etmek İslâm’a yapılmış bir hakaret ve iftiradır. Tek İslâmi yönetim vardır o da Râşidî Hilâfet’tir! Râşidî Hilâfet ise sömürgecilerin oyuncağı değildir! Bilakis halkın hizmetkârı ve Allah’ın dininin koruyucusudur. İslâm ümmetinin şanlı devrimi elbet gerçekleşecek ve bu devrim Râşidî Hilâfet ile son bulacaktır. İşte o zaman küfür olan laiklik ve demokrasi tarihin çöplüğüne atılacak, insanca yaşamanın ne demek olduğunu tüm dünyaya Râşidî Hilâfet gösterecektir. Rabbim o günleri bizlere görmeyi nasip etsin.

PANDEMİ İLE MÜCADELEDE YÖNETİCİLERİN İMTİHANI

Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın her gün yayınladığı verilere göre koronavirüs vakıaları artmaya devam ediyor. Özellikle Ankara’da kontrol edilemez bir yükselişin söz konusu olduğu bildiriliyor. Ankara’daki hasta ve hasta yakınlarının verdiği bilgiler, bazı kaynakların bildirdiği haberlere göre hastanelerin doluluk oranı %100’e ulaşmış durumda. Yoğun bakım ünitelerinde yer olmadığı için hastaların taleplerine cevap verilemiyor. Bununla birlikte yetkililerden durumun gidişatı hakkında tatmin edici bir açıklama da yapılmıyor. Tedbir ve önlem için uygulamaya konulan kararlar ise virüsle mücadelede yetersiz kalıyor. Yetersiz kalıyor çünkü bu kurallar, bizzat kuralı koyan yöneticiler tarafından ihlal ediliyor.

Hatırlayın, daha bir hafta önce bu konuda en çok sorumlu davranması gereken kişi olan Cumhurbaşkanı, afet bölgesi olan Giresun ziyaretini mitinge dönüştürerek virüsün yayılmasına adeta davetiye çıkarmıştı. Aynı Cumhurbaşkanı birkaç gün geçtikten sonra düğünlerin toplu yapılmaması gerektiği uyarılarını kamuoyu önünde dillendirdi. Ama Cumhurbaşkanı’nı dinleyen kim? Bu açıklamanın yapıldığı aynı gün AK Parti Kocaeli milletvekili, yasaklara rağmen oğluna yüzlerce kişinin katıldığı görkemli bir düğün yaptı. Baştaki yöneticiler bunu yaparsa halk ne yapsın! Kıymetli Müslümanlar, İstanbul Valisi diyor ki: “evlerinizden çıkmayın!” Vatandaş evinden çıkmasın da eve ekmeği kim getirsin, ay sonu faturaları, kirayı kim ödesin? Nasıl olacak bu iş? Sizin tuzunuz kuru tabii…

Peki, iktidar böyle sorumsuz bir siyaset izlerken muhalefet ne yapıyor? Sadece laf olsun diye eleştiriyor. Çünkü onların durumu da iktidardan farklı değil. Onlar da söz konusu kendi menfaatleri olduğunda yasak ve kural tanımıyorlar. İktidarıyla muhalefetiyle toplum sağlığını falan düşündükleri yok. Onlar da kendi belediyelerinin yönetimindeki sahil şehirlerinde; Antalya’da İzmir’de Mersin’de Bodrum’da, Çeşme’de virüse davetiye çıkarıyorlar. Yerli ve yabancı turistler plajları tıka basa doldurulmuş, eğlence mekânlarında sosyal mesafe falan hiçbir kural uygulanmıyor ihlal ediliyor.

Evet, iktidar ve muhalefet yöneticilerine Hizb-ut Tahrir olarak geçen hafta Fatih Saraçhane’de yaptığımız toplu basın açıklamasını izlemelerini tavsiye ediyorum. İzlesinler ve toplum sağlığına duyarlılık nasıl oluyormuş görsünler.

Biz Hizb-ut Tahrir olarak pandemi süreci başladığında “Çöküşe Sürüklenen Kapitalist Küfür Sistemi Koronadan Daha Ölümcüldür!” demiştik. Bugün yine aynısını diyoruz. Zira insana insan olarak bakmayan, insana, hayatına değer vermeyen bu sistem için varsa yoksa para, varsa yoksa kapitaldir. Paranın, menfaatin olduğu yerde insan hayatının hiçbir önemi yok bu sistem için…

Kıymetli Müslümanlar!

Tekrar ediyoruz: yaşadığımız musibetlerden bizleri kurtaracak olan Rabbimizdir. Bizim hayatımızı ve menfaatimizi düşünen sistem ise İslâm’dan başkası değildir. Bizlere düşen felaketlerden ibret alıp azami derecede gerekli tedbirleri almak ama İslâm’ı hayata hâkim kılma çalışmasından da bir an için bile olsa geri durmamaktır. Kurtuluş Allah’ın ipine sarılmaktadır; kurtuluş İslâm’dadır; tek çare Hilâfet'tir.

 

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

08 Eylül 2020

                                                                                                                     

 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.