HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Rasulullah'ın Müjdeleri Bizim Ellerimiz İle Gerçekleşecek İnşaAllah

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Başkanı Sayın Mahmut Kar gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. -RASULULLAH’IN MÜJDELERİ BİZİM ELLERİMİZ İLE GERÇEKLEŞECEK İNŞAALLAH -AYASOFYA’DA KEMALİSTLERİ KIZDIRAN DUA -SURİYE’DEKİ SEÇİM TİYATROSU -BEKLENEN BİDEN ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ

Haftalık Değerlendirme Toplantısı

RASULULLAH’IN MÜJDELERİ BİZİM ELLERİMİZ İLE GERÇEKLEŞECEK İNŞAALLAH

Geçen hafta 29 Mayıs Cumartesi günü İstanbul'un Fethi'nin 568. Yıldönümüydü. Fethin Yıldönümü vesilesiyle Kostantiniyye’yi Dar-ul Küfürden, Dar-ul İslam’a çevirerek İstanbul yapan Fatih Sultan Mehmet Han’ı rahmetle anıyorum. Yine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine nail olabilmek için şehit düşen tüm mücahitleri de rahmetle anıyorum.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdular: " لَتُـفْتَحَنَّ  الْقُسْطَنْطِينِيَّةُ فَـلَنِعْمَ  الْأَمِيرُ  أَمِيرُهَا،  وَ لَنِعْمَ الْجَيْشُ  ذَلِكَ  الْجَيْشُ “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.”

Evet! Kostantiniyye’nin fethi sıradan bir fetih değildir, orta çağı kapatan ve yeni bir çağa kapı aralayan bir fetihtir. Zira bu fetih sadece Doğu Roma’nın isminin değişmesi değildir, bilakis bu topraklardan küfür nizamının sökülüp atılması ve yerine İslam Nizamının hâkim kılınmasıdır. Doğu Roma toprakları fetih ile Dar-ul Küfürden, Dar-ul İslam’a dönüşmüştür. Dar-ul İslam demek İslam’ın egemen olduğu toprak demektir. Dar-ul Küfür demek ise küfrün egemen olduğu toprak demektir. Şimdi yeniden Fatih’in bize emaneti olan İstanbul’a bakalım, İslam mı hâkim yoksa küfür mü hâkim?

Kıymetli Müslümanlar! 

İstanbul’un fethi öyle boş laflar ve hamaset ile gerçekleşmedi. İstanbul’un fethi İslam’ın egemen olduğu, Allah’ın hükümlerinin tatbik edildiği, İslam Devleti olan Hilafetin ayakta olduğu bir dönemde gerçekleşti. Zaten fetih dediğimiz şey bu değil mi? İslam Devleti’nin orduları İslam olmayan toprakları İslamlaştırırlar ve bu fetih olur. İşte bütün dünya İslam Devleti’nin ve ordularının gücünün, Müslümanların azminin ne olduğunu İstanbul’un fethi ile gördü. Küfür İslam’ın karşısında ayakta duramadı ve hak batıla üstün geldi. Ezan sesleri göklere yükseldi, böylece Persler ve Bizanslılar İslam’ın gücü önünde boyun eğdiler. 

Şimdi böyle bir güze sahip miyiz peki? Hayır! Çünkü Fatih sultan Muhammed Han’ın fethettiği, uzun yıllar Osmanlı Hilafet Devleti’ne başkentlik yapan İstanbul’da 3 Mart 1924’te Hilafet kaldırıldı. Hilafet yıkılınca kafir Batı gücünü topladı.  Hilafetin yokluğundan istifade elde ettiği gücü kaybetmemek için İslam ülkelerini parçaladı ve sömürmeye başladı. Batı, Hilafetin yeniden geri dönmemesi için elinden gelen her şeyi yaptı. Çünkü Batılılar Müslümanların yeniden o eski izzetli günlerine ancak Hilafet ile döneceklerini biliyorlar. Çünkü Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in üç müjdesinin de gerçekleşeceği hususunda Müslümanların kalpleri mutmain. Zira Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kostantiniyye’nin fethedileceğini müjdelediği gibi Roma’nın da fethedileceğini müjdeledi. Nübüvvet Minhacı üzere Hilafetin yeniden geri döneceğini, Yahudilerle savaşın olacağını ve onların çok kötü bir şekilde hezimete uğrayacaklarını da müjdeledi.

Rasul Sallallahu Aleyhi ve Sellem hevasından mı konuştu, Asla ve kata… O ancak vahiy ile konuşur. Bu yüzden Allah’ın izniyle Rasulullah’ın bu müjdeleri de gerçekleşecek. Peki ne ile? Nasıl gerçekleşecek? Gökyüzünden melekler inecek onlar mı gerçekleştirecekler? Hayır!  Bilakis biz Allah’a, O’nun dinine yardım edersek, dinin ikamesi için çalışırsak Allah da bize yardım eder ve Rasulullah’ın bu müjdeleri bizim ellerimizle gerçekleşir. İşte o zaman yeryüzü yeniden Hilafetin gelişiyle aydınlanacaktır inşaAllah… İşte o zaman Kudüs işgalci varlığın istilasından kurtulacaktır İnşaAllah... İşte o zaman Roma fethedilecektir inşaAlllah... Allah Subhanehu ve Teala’dan katından bizlere yardım göndermesini, amelimizi güzelleştirip artırmasını ve bizleri nusretine ehil olanlardan kılmasını temenni ediyoruz.

AYASOFYA’DA KEMALİSTLERİ KIZDIRAN DUA

Geçtiğimiz cuma günü Ayasofya Camiinde, Hafızlık eğitimlerini tamamlayan 136 imam hatip öğrencisi için "icazet alma" töreni gerçekleşti. İstanbul’un Fetih yıldönümü olan 29 Mayıs’tan bir gün önce gerçekleşen programda hafızlar tarafından Kur’an’ı Kerim tilaveti yapıldı. Başta Sultan Fatih ve ordusu olmak üzere ecdada ve Müslümanlara dualar edildi. 85 yıl sonra ibadete açılan Ayasofya camii her ne kadar kendisine zincir vuran batıl nizamdan kurtulamamış olsa da İslam ümmetinin özlediği görüntülere sahne oldu. 

Kıymetli Müslümanlar! 

Ayasofya’da bunlar yaşanırken aynı gün Taksim camiinin açılış töreni vardı biliyorsunuz. Cuma namazından sonra Taksim camiinin açılışını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan daha sonra Ayasofya’daki icazet merasimine katıldı. Buraya kadar her şey normal. Zira Kuran, cami ve ezan İslam ile yoğrulmuş bu toprakların olmazsa olmazıdır. Yöneticilerin camiler inşa etmesi de Allah’ın kendilerine emrettiği işlerdendir. Ancak laik cumhuriyetin kurulmasıyla başlayan anormallik burada bir kez daha hortladı. Büyük çoğunluğu Müslüman olan bir topluma laiklik küfrünü dayatan ucube anlayış bu kez Ayasofya camiinde yapılan duaya saldırarak kendini gösterdi. Laik Kemalizm’in müdafileri Allah’ın ayetlerinin zalimler ve kafirler hakkında ifadelerine tahammül edemediler. Mustafa Demirkan hocanın yaptığı duanın Mustafa Kemal’e hakaret içerdiğini söyleyerek yaygara kopardılar. 

Ne demiş Mustafa Demirkan Hoca bir bakalım. Önce Bakara Suresinde geçen şu ayetleri okumuş:
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ

“Allah’ın mescidlerinde O’nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olması için çalışandan daha zalim kim olabilir? Aslında bunların oralara ancak korka korka girmeleri gerekir. Böyleleri için dünyada rezillik, ahirette de büyük bir azap vardır.” (Bakara 114)

Dua yapan Mustafa Hoca, bu ayet üzerinden Ayasofya ve onun gibi mabetlerin mescit olarak kalması için inşa edildiğini söylemiş.  Sonra da Ayasofya’da ezan sesleri ve namazın yasaklandığını ve müze haline çevrildiğini söyleyip, bunu yapanlardan da zalim daha kafir kim olabilir demiş. En sonunda da “Yarabbi bir daha bu zihniyetin bu milletin başına gelmesini mukadder buyurma...” diye dua etmiş.

Şimdi bu duanın neresinde hakaret var! Allah’ın ayetleri gayet açık. Allah’ın mescitlerinde ibadeti yasaklayanların zalimler olduğunu rabbimiz söylüyor. Bunların dünyada rezil bir şekilde yaşayıp ahirette büyük bir azaba uğrayacağını söylüyor Rabbimiz. Şüphesiz Azim olan Allah doğru söyledi. Şimdi buradan yaygaracılara sesleniyorum. Ey İslam düşmanları, ey Kemalistler! Şimdi söyleyin bakalım. Sultan Fatihin kılıç ile elde edip vakfettiği ve vasfını değiştirene lanet ettiği Ayasofya camii ne zaman müzeye çevrildi? Fethin sembolü olan o güzide camide 85 yıl boyunca ibadeti kim yasakladı? Elbette ki bu sorunun cevabı çok basit. Fakat siz bu sorunun cevabını dürüstçe verecek samimiyete ve cesarete sahip değilsiniz. 

Allah’ın Kitabına “gökten indiği sanılan dogmalar” diyen de Mustafa Kemal, Ayasofya’yı müzeye çeviren de Mustafa Kemal… “Bütün dinlerin denizin dibini boylamasını istiyorum” diyen de Allah’ın şeriatını tatbik eden Hilafeti kaldırıp laik Cumhuriyeti getiren de Mustafa Kemal… Kur’an’ı yasaklayan, ezanları susturan, alimleri darağaçlarında asan da Kemalist zihniyet, İslam’ın bütün şiarlarına savaş açan da yine Kemalist zihniyet… Tüm bunları yaptığınız halde Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de İslam’ın şiarlarına düşman olanlar hakkında yaptığı tanımlamadan neden rahatsız oluyorsunuz? Yıllardır gerici ve yobaz diye aşağıladığınız cami hocalarının okudukları ayetlerden neden rahatsız oluyorsunuz. Ne yani hocalar, müftüler İslam’a savaş açanlara rahmet mi okuyacaklar, bunu mu bekliyorsunuz? Her kim de sizin bu beklediğinizi yaparsa o da onlarda o zalimler ile beraber olmuş olurlar. 

Kıymetli Müslümanlar! 

Peki bu yaşananlar karşısında Ak Parti iktidarı ve ortağı MHP ne yaptılar? Ne hazindir ki Mustafa Demirkan hocaya sahip çıkması gereken iktidar partisi oy kaybetmemek için Kemalistlere güzelleme yapıyor. Ucubelikten, anormallikten bir türlü kendisini kurtaramıyor. Hem laik hem Müslüman olmaya çalıştığı için İslam’ın izzetini kuşanamıyor. Ayasofya’yı açıp Müslümanları mutlu ediyor, işin ucu resmî ideolojiye dokununca da Kemalistleri savunmaya koyuluyor. Ak parti sözcüsü Ömer Çelik “Mustafa Kemal sayesinde ezanımız ve camilerimiz düşman tehdidinden kurtulmuştur.” dedi. MHP lideri bahçeli ise Mustafa Kemal’in İslam’ın bekçisi olduğunu, o olmasa kulağımıza ezan bile okunamayacağını söyledi. Heyhat! Ayasofya’nın 85 yıl ibadete kapalı kalması bile Ömer Çelik ve Bahçeliyi yalanlamaya yeter. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise gözünün önünde cereyan eden olay hakkında Kemalistlerin saldırılarını durduracak tek bir açıklama yapmadı. Ayasofya’daki icazet merasiminde Kur’an-ı Kerim okuyan Cumhurbaşkanı kendisi gibi Kur’an ayetlerini okuyan Mustafa Demirkan hocaya sahip çıkmadı.

Kıymetli Müslümanlar! 

Görünen o ki, Ayasofya hala esaretten kurtulabilmiş değil. Taksime güzel bir cami yapıldı ama taksim hala içki ve fuhşun merkezi konumunda. Hala Kur’an hafızları yetiştiriyoruz fakat Kur’an ve Sünnet hala hayatımıza hâkim değil. Hala “Allah devlete karışamaz” diyen Kemalist laik demokratik nizam ile yönetiliyoruz. Şairin dediği gibi: "Camiler serbest ama bütün yolları yasak, Onlar meydana hâkim, bizse camide tutsak..."

Son olarak şunu söylemek istiyorum. Ne zamanki siyasi mücadelemizi semboller üzerinden değil de fikri esaslar üzerinden yaparsak batıl düzen o kadar çabuk yok olur. Ne zamanki Rasulullah’ın başladığı yerden başlayıp onun metodunu takip edersek onun muvaffak olduğu gibi bizde İslam Devleti’ne muvaffak oluruz. İşte o zaman laiklik ve demokrasinin tasallutundan kurtuluruz. İşte o zaman Raşidi Hilafeti kurarak özlediğimiz İslami hayata kavuşuruz. İşte o zaman camilerimiz gerçekten özgür olur. 

SURİYE’DEKİ SEÇİM TİYATROSU

Geçtiğimiz hafta çarşamba günü Esed rejimi aradan geçen onca yıldan sonra Suriye’de yeni bir seçim tiyatrosu daha düzenledi. Suriye rejiminin katliamlarından kurtulabilmek için 13 milyondan fazla Müslüman’ın evini, yurdunu bırakmak zorunda kaldığı bir ülkede, bütün şehirlerin; Esed rejimi, İran milisleri, Rusya, ABD ve Batılı Koalisyon güçleri tarafından harabeye, enkaza çevrildiği bir ülkede ve 1 milyondan fazla Müslümanın vahşice katledildiği bir ülkede Suriye’de devlet başkanlığı seçimleri yapıldı. Bu düzmece seçimler Batılı ülkeler ve uluslararası kuruluşların gözleri önünde yapıldı. Seçimlerin demokratik olduğunu göstermek için de Esed’in karşısına sözde muhalif adaylar çıkarıldı. 1971’den beri Suriye halkının başına bela olmuş bu ceberut rejim 50 yıldır hüküm sürüyor. Önce baba Hafız Esed, sonra oğul Beşşar Esed ile bir avuç Nusayri elitin egemenliğindeki bu baskıcı rejim koltuktan hiç inmiyor. 50 yıldır Suriye zindanlarında yaşanan işkence ve ölümlere rağmen bu zalimler tahtlarında tutuluyor. Çünkü Suriye rejimi gasıp “İsrail”in yaşamını garanti ediyor. Bakınız Müslümanların katili Netanyahu, Esed Rejimini nasıl tarif ediyor? Netanyahu diyor ki “40 yılı aşkın süredir Golan’da Suriye rejimi tarafından tek mermi atılmadı. Esed rejiminin Suriye’deki varlığına karşı değiliz” diyor.  

Kıymetli Müslümanlar!

Katılımın %78 olduğu Suriye seçimlerinde Beşşar Esed oyların %95,1'ini alarak yeniden Cumhurbaşkanı seçilmiş. Bölgeden gelen görüntüler seçimin hile ve düzenbazlık içinde yapıldığını ortaya koyuyor. Bu zaten 50 yıldır herkes tarafından böyle biliniyor. Ancak biz burada demokratik seçimlerin meşruiyetini konuşmayacağız. Çünkü demokratik sistemde seçimler, insan aklının yaptığı yasalara onay vermektir. Demokratik seçimler, Allah’ın indirdiklerinden başkasıyla yönetenlerin düzenini kabul etmektir. Küfür anayasası ve insan yapımı yasaların uygulanması için bir yöneticiye vekâlet vermektir ki bu zinhar caiz değildir ve haramdır. Bu Suriye’de de olsa Türkiye’de de olsa haramdır ve hiçbir Müslüman demokratik seçimlere iştirak etmemelidir. 

Gelgelelim Suriye’deki komik seçim tiyatrosunun siyasi amacına: Bu seçim zorba Esed rejimini yeniden meşrulaştırma ve destekleme girişimidir. Böylece Amerika, Suriye için istediği siyasi çözümü BM’nin öncülüğünde olgunlaştırmak istiyor. ABD, Şam devrimini yok etmek, devrimi kucaklayan halkın kalbine umutsuzluk aşılamak, çocukların kalbindeki devrim ateşini tamamen söndürmek istiyor. İşte seçimler bu sebeple kurgulanmış bir tiyatrodur. Mesele kimin seçildiği değil, mesele kimin hükmüne boyun eğildiğidir. Allah’ın hükmüne mi yoksa Allah’tan korkmayan demokratların, laiklerin, zalimlerin ya da ceberutların hükmüne mi? Nizam Allah’ın nizamından gayri olduğu sürece değişen hiçbir şey olmaz. Mübarek gider, Mursi gelir, Mursi gider Sisi gelir. Suriye’de daha henüz ABD Esed’in gitmesine karar vermiş değil. Çünkü zalim rejimi Esed’e can suyu olarak ayakta tuttu. ABD şu an Suriye’de hala daha güya demokratik seçimler yolu ile Esed rejimini ayakta tutmaya çalışıyor. İslami açıdan biz Müslümanlar için çözüm açıktır. Nübüvvet metodu üzere Raşidi Hilafeti kurarak İslami hayatı yeniden başlatmaktan başka meşru hiçbir yol yoktur. Allah’ın vaadi ve Rasullah’ın müjdesi ile yakın zamanda kurulacak olan Raşidi Hilafet Devleti ile zorba diktatörlüğe son verilecektir. İslam nizamı tatbik edilecek ve sömürgeci Batı’nın İslam beldelerindeki zulmü, başımıza musallat ettiği kölelerinin hakimiyeti son bulacaktır. 

BEKLENEN BİDEN ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ

Sömürgeciliğin lideri ABD’nin yeni başkanı Biden ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki ilk görüşme bu haziran ayında gerçekleşecek. Medyada yer alan haberlere bakıldığında Türk-Amerikan ilişkilerinin Biden döneminde gergin olduğu, dolayısıyla bu görüşmenin ilişkilerin geleceği açısından son derece kritik olduğu yorumlar yapılıyor. Fakat Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihine bakıldığında açıkça görülecektir ki Türkiye ve benzeri ülkelerin ABD ile eşit, aynı düzeyde bir ilişkisi hiç olmamıştır. Zira ABD dünyanın hegemon gücü olarak diğer dünya ülkelerine tasallut etmekte, siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel olarak açıkça sömürmektedir. Gerektiğinde ülkeleri işgal etmekten, halkları katletmekten çekinmemektedir. Üstelik başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası hukuk ve uluslararası kuruluşlar adı verilen varlıkların ABD’nin güdümünde olduğu ve kendi çıkarlarına uygun kararlar aldığı herkesin malumudur. 

Hal böyleyken Türkiye gibi ülkelerin ABD ile aynı düzeyli ilişkilere sahip olduğunu söylemek mümkün değildir. Yani Türkiye’nin ABD ile ilişkilerini iyileştirmek veya bozmak gibi bir lüksü olmadığı gibi, Türkiye kendisini ABD’nin politika ve çıkarlarına uygun davranmak zorunda hissediyor. ABD’nin Türkiye’ye karşı uyguladığı yaptırımlar ve ekonomik baskılar karşısında Türkiye’nin alttan alma ve ilişkileri yumuşatma yoluna gittiği açıktır. Hatta geçenlerde Biden’ın Ermeni soykırımı ifadesini açıkça telaffuz etmesi, S-400 meselesi yüzünden yaptırımlar uygulaması bile Türkiye’yi ABD ile ilişkileri bozma noktasına taşımadı.  Dolayısıyla ilişkilerin gergin veya kötü olarak tanımlanması iki taraflı bir tanımlama değil ABD açısından yapılan bir tanımlamadır. 

Kıymetli Müslümanlar!

Biden yönetimi, Trump yönetiminden farklı olarak, başta Transatlantik ilişkiler, Rusya’yı çevreleme politikası ve Ortadoğu’nun sıcak meseleleri karşısında farklı bir üslup kullanmaktadır. Türkiye, Biden yönetiminin bu üslup değişikliklerine ayak uydurabildiği sürece ilişkiler düzelecek, aksi takdirde gerginlik görünümü devam edecektir. Yoksa Türkiye’nin ABD’ye karşı sözüm ona dik duruş sergilemesi maalesef geçmişte hiç mümkün olmamıştır, bugünkü koşullarda da mümkün gözükmemektedir.

Biden-Erdoğan görüşmesine gelince; Biden’ın Bürüksel’e Erdoğan için gelmediği açıktır. Zira 14-15-16 Haziran tarihlerinde üç önemli toplantı amacıyla Brüksel’i ziyaret edecek. 14 Haziran’da Brüksel’de NATO Zirvesi, 15 Haziran’da AB-ABD Zirvesi ve 16 Haziran’da Cenevre’de Biden-Putin görüşmesi yapılacak. Başka bir ifadeyle Biden yönetimi, Avrupa, Rusya ve NATO müttefikleri ile ilişkilerde yapılacak üslup değişikliklerine bu görüşmelerin sonuçlarına göre karar verecektir. Ardından Türkiye ve diğer ülkelere kendilerini bu yeni üsluplara göre adapte etme talimatı verilecek. Yapılacak görüşmelerin esası budur. Yoksa iddia edildiği gibi, Türkiye’nin kendi gündemini ABD’ye dayatması veya ABD’den Türkiye’nin çıkarlarına uygun adımlar atmasını istemesi söz konusu olmayacak.

Örneğin Fethullah Gülen’in iadesi, YPG’ye yapılan yardımlar, S-400’lerin aktivasyonu, Halkbank davasının kapatılması gibi konularda Türkiye’nin hiçbir kartı yok. Yahudi varlığı ile ilişkiler, Suriye’nin geleceği, Libya’daki misyonun sürekliliği, İran ile ilişkiler gibi hiçbir konuda Türkiye’nin istediği olmayacaktır maalesef. Oysa İslam tarihi, Müslüman Halifelerin ve kahraman komutanların, kafir devletlere ve zalim yöneticilere karşı yiğitliklerle doludur. Asırlarca İslam ümmetine liderlik etmiş Osmanlı Hilafetinin bakiyesi olan Türkiye, bu zillete boyun bükmemelidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan reelpolitik kaygılarla hareket etmekten vazgeçmelidir. Üçüncü Selim'in tahtta bulunduğu 1790'lı yıllarda ticari gemilerinin Akdeniz'de dolaşabilmesi için Amerika’nın Osmanlı Hilafetine nasıl vergi ödediğini hatırlamalıdır. İzzet ve şerefin sadece İslam nizamında olduğunu anlayıp gereğini yapmalıdır. Aksi takdirde yalnızca ülkemiz ve halkımız değil, tüm İslam ümmeti ve mazlum halklar sömürgeci küfür sistemlerinin şerrini nesiller boyu yaşamaya devam edecektir.

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
01 Haziran 2021

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.