HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

ŞİDDET VE EŞKİYALIK GÖLGESİNDE “YARGI REFORMU”

Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu Üyesi Sayın Muhammed Emin Yıldırım, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. -ŞİDDET VE EŞKİYALIK GÖLGESİNDE “YARGI REFORMU” -İKTİDARIN AVRUPA İLE YAKINLAŞMASI -CUMHURBAŞKANININ “YÜKSEK FAİZ" AÇIKLAMASI -TÜRKİYE İLE ÇİN ARASINDA SUÇLULARIN İADESİ ANLAŞMASI

ŞİDDET VE EŞKİYALIK GÖLGESİNDE “YARGI REFORMU”

 
Bu haftaki Toplantımıza 15 Ocak tarihinde meydana gelen iki olay ile başlamak istiyorum. Birinci olay Ankara’da yaşandı. Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, evinin önünde 5 kişinin silahlı ve sopalı saldırısına uğradı. Aynı şekilde eş zamanlı olarak Yeniçağ Gazetesi Ankara Temsilcisi Orhan Uğuroğlu ve KRT TV program yapımcısı Avukat Afşin Hatipoğlu maskeli kişiler tarafından saldırıya uğradı. 
Öncelikle Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak siyasetçi ve gazetecilere yapılan bu menfur saldırıları kınadığımızı belirtmek istiyorum. Şiddet ve bozgunculuk bir fikre sahip olmayan yahut fikirlerinden umudu olmayanların yöntemidir. Türkiye bu şiddet dilinden ve şiddet siyasetinden kurtulmalıdır.Cumhuriyetin resmi ideolojisi laiklik ve milliyetçilik fikirlerini halka kabul ettiremediğinden şiddet ve zulmü benimsedi. Her muhalif sesi ihanet ve düşmanlıkla yaftaladı. İnsanların yaratılıştan gelen yüksek değerlerini korumak yerine sömürgeci efendilerinin çıkarlarını kutsallaştırdı. Bu durum kaçınılmaz olarak darbeleri çeteleşmeyi ve mafya kültürünü de doğurdu. Sözde bu zalimane uygulamaları bitirme vaadiyle müslümanların desteğini alan Ak Parti ise iktidarda kalmak uğruna artık bu zulümlerin bizzat faili ve sorumlusu konumunda. Sorunların çözümü için gerekli olan siyasi ahlak ise uzun zamandır dibe vurmuş vaziyette.


Kıymetli müslümanlar! İkinci olay Antalya’da yaşandı. Hizb-ut Tahrir’e üyelik suçlaması ile haksız yere gözaltına alınan ve şu an Antalya Cezaevi’nde tutuklu bulunan Tayfun KOCABAŞ’ın evine 14 Ocak Perşembe gecesi evde sadece hanımı ve kayın validesi bulunduğu sırada kendilerini polis olarak tanıtan kişilerce baskın yapıldı. Ayşe Kocabaş ve eşi Tayfun Kocabaş’ın avukatına verdiği bilgilere göre; yüzleri maskeli 3-4 kişi gelip gecenin 3'ünde kapıyı çalıyorlar. Kendilerini polis olarak tanıtan ve kimliklerini gösteren bu kişiler ellerinde ev araması ya da herhangi bir resmî belge olmadan eve girmek istiyorlar. Ayşe hanım kapıyı açmayınca evin kime ait olduğunu, eşinin nerede olduğunu, evin su ve elektrik faturalarını görmek istediklerini söylüyorlar. Bu kişilerden biri Ukrayna vatandaşı olan Ayşe Hanım ile Rusça konuşuyor. Sonra da istediklerini alamayınca da “yanlış yere gelmişiz” deyip fakat binada başka herhangi bir dairenin ziline basmadan çekip gidiyorlar. Bir düşünün kıymetli müslümanlar! İslami Hilafet istediği için haksız yere cezaevine atılan bu kardeşimizin ve ailesinin yerine kendinizi koyun! Bu şekilde bir muamele eşkiyalık ve alçaklık değilde nedir? İslama karşı savaşan mekke müşrikleri bile kadınlar ve çocuklar korkmasın diye müslümanların evine gece baskını yapmazken günümüz modern cahiliyesinin temsilcileri zulümleriyle onları geride bıraktılar. Diğer yandan bu tavır; her türlü maddi güce sahip olmalarına rağmen zalimlerin ne kadar korkak olduklarını gösterir. İslami fikirler karşısında ne kadar aciz olduklarını gösterir. Müslümanları zorbalıkla korkutacaklarını sananları  bizde Allah’ın azabı ile korkutuyoruz. Zira bizler iman ediyoruz ki Allah’ın vaadi haktır ve korkulmaya layık olan sadece Allah Subhanehu ve Teala’dır.


Evet Kıymetli Müslümanlar! Türkiye’de bu zorbalıklar yaşanırken reform vaadinde bulunan iktidar ne yapıyor dersiniz? Suçluları yakalayıp azmettiricilerini ortaya çıkarıp hesap mı soruyor? Mağdur ve mazlumlardan özür dileyip teskin mi ediyor? Mafyavari siyaset tarzına DUR! Mu diyor? Ne yazık ki hayır. Ya ne yapıyor hemen söyleyeyim. Havalimanına adliye açarak hukuk reformu yaptığını söylüyor. Evet yanlış duymadınız! Yargı mağdurları, uzun gözaltı ve tutuklu yargılama süreleriyle zulme maruz kalanlar, çıplak arananlar, uydurma delillerle suçlananlar hükümetten adalet için reform beklerken, Adalet Bakanı Gül, uzun süredir slogan olarak tekrarladığı yargı reformunun hedeflerinden birinin havalimanı adliyesi olduğunu açıkladı. Bunca ahın bunca mağduriyetin gölgesinde reform diye sunulan bu açılış resmen insanların akıllarıyla alay etmektir. Heyhat! 2021 yılını reform yılını ilan edenler hedef 2023’ü hedef gösterenler 90 yılların uygulamalarına geri döndüler. Din nasihattir emir gereğince buradan Yöneticilere seslenmek istiyorum. 2021 yılını reform yılı ilan ettiniz. Hukuk mağduriyeti yaşayan insanları umutlandırdınız. Fakat sonra ortaya çıktı ki, reform denilen şey Avrupa’ya ve yeni ABD başkanına şirin görünmek, bir de büyük kapitalist şirketlerin mülkiyet güvenliğini sağlamlaştırmak için geliştirilen içi boş bir söylemmiş. Adalet ve kalkınma dediniz, 18 yılın sonunda yargı zulmü ve ekonomik çöküş getirdiniz. Bizim tek derdimiz İslam dediniz müslümanlara demokrasi zehrini verdiniz. Şimdi bir yandan reform diyorsunuz, diğer yandan stk vakıf ve dernekleri terör yasası içine dahil ederek baskı altına alıyorsunuz. Muhalif düşünceye sahip olanları ihanetle etiketleyip baskı ve şiddetle korkutuyorsunuz. Sizleri Allah’tan korkmaya ve zulümlere son vermeye davet ediyoruz. 


İKTİDARIN AVRUPA İLE YAKINLAŞMASI 
Son birkaç aydır, hükümet kanadından Avrupa Birliği ile ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik olumlu mesajlar geliyor. Bilindiği gibi Türkiye’nin Avrupa Birliği ve Fransa gibi bazı AB üyesi ülkelerle ilişkilerinde ciddi gerginlikler yaşanmıştı. Özellikle ABD güdümünde izlenen dış politik adımların bu ilişkileri olumsuz etkilediği biliniyordu. ABD; başta Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz olmak üzere Avrupa ülkelerini yakından ilgilendiren sıcak meselelerde Türkiye’nin rolü ile Avrupa’yı dışlamıştı. Çeşitli yollarla Türkiye’ye tepki gösteren Avrupa Birliği ve birlik üyesi ülkeler, sonuç alamayınca yaptırım sopasını göstermeye başladılar. Hızını alamayan Fransa gibi bazı ülkeler ise Türkiye’ye duydukları nefreti İslam’ı, İslam’ın peygamberini ve Müslümanları açıkça hedef alacak kadar küstahlaştılar. Türkiye ise bunlara karşılık cılız açıklamalardan başka hiçbir şeyle cevap vermedi. 


Türkiye’nin AB ile ilişkilerinin bozulmasında, Amerika’nın bilhassa Trump döneminde izlediği gerginlik politikasının önemli bir etkisi olmuştur. Kasım ayında Trump’ın kaybedip Biden’ın seçilmesi Amerika’ya tâbi olan ülkelerde görülen politika, tavır ve söylem değişikliğinin bir benzeri Türkiye’de görülmeye başladı. Avrupalı yetkililer, “Türkiye AB’den uzaklaşıyor”, “Türkiye ile diyalog görüşmelerinden sonuç alamadık”, “Türkiye’den somut bir ilerleme göremedik” gibi açıklamalar yaptılar. Buna karşın Cumhurbaşkanı Erdoğan kasım ayında “Kendimizi başka yerlerde değil Avrupa'da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz.” Şeklinde açıklamalar yaptı. Aralık ayında Avrupa Birliği’ne hitaben yaptığı açıklamada ise “Elimizi havada bırakmayın” dedi. Birkaç hafta sonrasında ise söylemin yeterli olmadığı ve adım atılması gerektiği düşüncesiyle “Demokratik reformları en yakın sürede açıklayacağız” dedi. 


Kıymetli Müslümanlar! Hukuk ve ekonomi alanında açıklanması beklenen bu sözde reformlarda şu ana kadar net bir sonuca varılmış değil zaten. Ülkede ekonomi perişan durumda, hukuk ayaklar altında. Her gün televizyonlarda hukuk ihlalleri ve ekonomik dramlara ilişkin haberler izliyoruz. Dolayısıyla Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri “rayına oturtmaya hazırız” söylemi aslında konjonktürel ve bağımlı bir dış politikanın tezahürüdür. Düne kadar neden kavgalıydınız, bugün neden barışmaya çalışıyorsunuz? Dünden bugüne değişen nedir? Yoksa dün dündür, bugün bugündür mü diyorsunuz? Dış politikanın esası çıkarlardır mı diyorsunuz? Dışa bağımlı ve çıkar temelli bir dış politikanın ilkeli ve istikrarlı olması düşünülemez. Türkiye’yi 70 yıldır kapısında bekleten, her fırsatta sopa gösteren, dış politik ihtirasları sonucu İslam’ı hedef almaktan çekinmeyen bir Avrupa ile hangi diyalogu geliştirmekten bahsediyorsunuz? Açmak istediğiniz bu kaçıncı yeni sayfa acaba? 
İktidar elitlerine iki önemli hususu hatırlatmakla yetiniyoruz. Birincisi ABD veya AB gibi sömürgeci devletlere bağımlılıktan kurtulmadığınız sürece zillete mahkûm olacaksınız. Bu ülkenin, bu vatanın, bu milletin selamet ve akıbeti hususunda en ufak bir kaygınız varsa Koronovirüsten önce sömürgecilik virüsüyle mücadele etmelisiniz. İkincisi, dostumuz, müttefikimiz, partnerimiz dediğiniz, iyi ilişkiler kurmak istediğiniz o kâfirler, biliniz ki siz onların dinine girmedikçe sizden asla razı olmayacaklar. Onlar ancak kendi çıkarları, kendi politikaları, kendi projeleri için sizi kullanırken dost görünürler. Kulislerde, perde arkalarında konuşurken ise öfkeden adeta parmaklarını ısırırlar. İşleri bittiğinde de paçavra gibi sizi kenara atarlar. İyi düşünün, sizden önceki yöneticilerin durumuna bakın ve ders alın. Umulur ki bu nasihatimizi dinlersiniz!


CUMHURBAŞKANININ “YÜKSEK” FAİZ AÇIKLAMASI 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nda yaptığı açıklamada, yine ihracat rekorlarından ve ekonominin şahlandığından bahseden pembe bir tablo çizdi. Türk lirası üstü örtülü %30 değer kaybedip, örtülü devalüasyon yaşanmasına rağmen değer kazandığını söyledi. Erdoğan ayrıca “Beni dinlerler dinlemezler, ben faize karşıyım. Böyle bir yere varamayız. Yüksek faizle mücadeleye devam edeceğim” diyerek sanki atadığı yeni ekonomi kadrosunun kendinden bağımsız hareket ettiğini ima etti. 


Kıymetli Müslümanlar! Hükümet 2018’den bu yana TL’nin değerini döviz karşısında koruyabilmek için 100 milyar dolar harcadı hatta Merkez Bankası rezervleri eksilere düştü.  Niye? Çünkü Cumhuriyet ile birlikte paraya sahip olan yerli kapitalistler ve ekonomideki çatlağı gören yabancı kapitalistler döviz şokları ile faizden daha çok kazanacaklarını anladılar. Swap piyasasını kontrol altına almak bile bu talanı durdurmaya yetmedi. Mazlum Türkiye halkı, 2020 yılında tam 129 milyar TL borç faizi ve toplam 352 milyar TL borç ödedi. Bu borç, işini bilmeyen bir yönetimin, kapitalist nizam ile seçimlerde refah getireceğim diye söz veren AK Parti iktidarının borcudur. Hani Başkan seçildiğiniz 2018 seçimlerinde bu halka bir söz vermiştiniz. “Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle nasıl uğraşılır göreceksiniz.” diyordunuz sayın Erdoğan. Bugün ise “Beni dinlerler dinlemezler, ben yüksek faize karşıyım.” diyorsunuz. Ülkeyi yöneten, kararları alan siz misiniz yoksa Bankacılar, faiz lobileri ya da başkaları mı kim? 


Sayın Erdoğan! Daha önce faizi yükselttikleri için Merkez Bankası başkanlarını değiştirdiniz, düşük faiz ile krizdeki ekonomiyi kurtaracağım dediniz. Sonra baktınız döviz yükselip TL değer kaybedince Merkez Bankasına yeni başkan atadınız, Maliye Bakanı’nın istifa sürecini hazırladınız. Yeni gelen başkan ve Bakan faizleri yükseltti dövizi düşürdü. Şimdi bugün ben yüksek faize karşıyım diyerek eleştirileri savuşturmaya çalışıyorsunuz.   İktidara geldiğiniz 2002 yılında 112 milyar dolar olan ülkenin dış borç stoku bugün 435 milyar dolara yükselirken bağımsız kaynaklar enflasyonun %35’lere yükseldiğini söylüyor. İşsizlik %12 seviyesinde ve büyük bir işsiz ordusu yarınlardan umudunu kesmiş. İçerde sıcak ikametinde sefa sürenler soğukta kalanın halini hissetmiyor. Peynir, süt ve etin fiyatında dün ile bugün birbirini tutmuyor. Borç ve sıkıntı içinde yaşayan halk, kira ve faturalardan sonra elinde kalan parayla ay sonunu getirmeye çalışıyor. Asgari ücretle geçinmeye çalışan işçinin, ayın sonunu getiremeyen ev reisinin halini lüks ve şatafat içindeki yöneticiler anlamıyorlar ola ki, hep ekonomi şahlanıyor slogan atıyorlar. Bol keseden dağıtmıyorlar ama bol keseden konuşuyorlar. 


Sizin açıkça şunu demeniz lazım: “Biz faizi azı ya da çoğu ile reddediyoruz, faizin azı da çoğu da haramdır.” Bunu diyebiliyor musunuz? Yok! Allah Subhanehu ve Teala, Kur’an-ı Kerim’de faizle iş yapanı, onlar Allah ve Rasul’üne savaş açmış gibidir diyerek uyarıyor. Allah’tan korkun! Faizin azı da çoğu da haramdır! Siz bu kapitalist ekonomik sistemi uygulamaya devam ettiğiniz sürece faiz bataklığından kurtulamazsınız. Sizi ve tüm halkı faiz bataklığından kurtaracak sistem İslam iktisat nizamıdır, onu uygulayacak devlet ise Raşidi Hilafet Devletidir. 


TÜRKİYE İLE ÇİN ARASINDA SUÇLULARIN İADESİ ANLAŞMASI
Bu hafta yine Doğu Türkistan meselesini gündemimize aldık. Çünkü bu mesele görmezlikten gelemeyeceğimiz bir mesele… Çünkü biz Müslümanız ve bizim bir kardeşlik hukukumuz var. Bunun gereklerini yerine getirmemiz lazım. Varsın kim ne hesap yaparsa yapsın, varsın kim ne derse desin, varsın yöneticiler bu kardeşlik hukukunun gereğini yapmasın, çiğnesinler. Biz asla bunu yapamayız. Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz geçtiğimiz hafta 13 Ocak tarihine kadar İstanbul Çin Konsolosluğu önünde günlerce nöbet tuttular biliyorsunuz. Biz de gittik, kendilerini ziyaret ettik, dertlerini dinledik, taleplerini sorduk. Konuştuğumuz her kardeşimizin gözlerinden yaş döküldü. Çünkü sahipsizlik ve çaresizliği yaşıyorlar, Çin rejiminin elinde bulunan, toplama kampları ve hapishanelerde senelerdir kendilerinden haber alamadıkları ailelerinin akıbetlerini soruyorlar. Kime biliyor musunuz? İstanbul’daki Çin Konsolosluğu’na… Cevap alamayacaklarını bildikleri halde bu nöbetlerini sürdürdüler. Sesimiz duyulsun, Uygurların mağduriyeti, dramı duyulsun diye… Belki vicdanlı bir yönetici çıkar, belki mazlumun sesine kulak veren bir yetkili çıkar da Çin’e o sorar diye ellerinde ailelerinin resimleri ile günlerce beklediler. Kim duydu peki? Yöneticilerden duyan oldu mu, yetkililerden seslerine kulan veren oldu mu? Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin feryatlarına kulaklarını tıkadılar. Emniyet yetkilileri üzerinden Uygur muhacirlere, “dilekçelerinizi yazın konsolosluğa teslim edelim ve dağılın dediler. 


Peki ya dillerinden düşürmedikleri, soydaşlık, kardeşlik bu mu? Türkiye'de yaşayan Doğu Türkistanlı muhacirlerin Çin rejiminin elinde olan ve akıbetleri belli olmayan aileleri hakkında kimin bilgi vermesi lazım. Çin rejimi, Çin yönetimi vermesi lazım, bunu ondan kim talep edecek? Türkiye’de muhacir olarak kalan ve Çin’e teslim edilme korkusu yaşayan muhacirler mi? Türkiye devleti Çin'e soramaz mıydı, Pekin Konsolosluğu üzerinden bir bilgi alıp bu muhacirlerin gönlünü rahatlatamaz mıydı yöneticiler. Bunu da mı yapamıyorlar. Daha birde soydaşlık ve kardeşlikten bahsediyorlar. İşlerine gelince soydaşlık, kardeşlik, işlerine gelmeyince Uluslararası anlaşmalar diyorlar. Kıymetli Müslümanlar bir kere bu yöneticiler, Doğu Türkistan topraklarını Çin'in toprak bütünlüğünden sayarak soydaşlarına, kardeşim dediklerine ihanet ediyorlar. Bakın size bunun açık göstergesini sunayım; Türkiye'nin Pekin Büyükelçisi Abdulkadir Emin Önen geçtiğimiz günlerde bir mesaj yayınladı, bu yıl yani 2021 yılında Çin ile diplomatik ilişkilerin kuruluşunun 50'nci yıl dönümünü kutlayacaklarını söyledi. Peşinden de Türkiye ile Çin arasındaki ilişkilerin kuvvetlenmesi için Müslüman Uygurlardan da destek beklediğini söyledi. Ne dedi biliyor musunuz?  “Çin’in toprak bütünlüğüne ve 'tek Çin' prensibine verdiğimiz desteği her vesileyle vurguladığımız Çin Halk Cumhuriyeti ile bağlarımızın daha da güçlenmesine soydaşlarımızın katkı sağlamalarını arzu ediyoruz.” Bakar mısınız bu kepazeliğe, bu pişkinliğe bu utanmazlığa… Muhacir Uygur kardeşlerimiz İstanbul’da Çin Konsolosluğu önünde Türkiyeli yetkililere seslenip yardım talep ediyor. Türkiye’nin Pekin Büyükelçisi de Müslüman Uygurlardan Türkiye ile Çin’in ilişkilerinin kuvvetlenmesi için destek bekliyor, Çin’in toprak bütünlüğünü kabule din diyor, açıkça Doğu Türkistan diye bir toprak bir belde yok diyor. 
Birde Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik’in Türkiye ile Çin arasında yapılan suçluların iadesi anlaşması hakkında açıklamaları var; Ömer Çelik bu anlaşmanın Türkiye’nin pek çok ülke ile yaptığı olağan, uluslararası hukuka uygun suçluların iadesi anlaşması olduğunu, Çin tarafının anlaşmayı onayladığını Türkiye tarafında ise yetkinin mecliste olduğunu söyledi. Ömer Çelik devamda “Bu anlaşma gündeme getirilerek sanki Türkiye alelade bir şekilde, kuralsız bir şekilde Uygur Türklerine karşı bir tutum alıyormuş gibisinden ahlaka, vicdana ve gerçeklere sığmayan propaganda yapılıyor.’’ Dedi.


Sayın Çelik o zaman çıkın bu anlaşmanın içeriğini açıklayın, kimlerin iade edilip kimlerin edilmeyeceğini söyleyin bilelim. Bu anlaşmanın birinci maddesinde; “Taraflardan her biri, bu anlaşma hükümleri uyarınca, diğer tarafın talebi üzerine, kendi ülkesinde bulunan kişileri, haklarında ceza soruşturması veya kovuşturması yürütmek ya da bir cezanın infazı amacıyla birbirlerine iade etmeyi taahhüt eder.” Deniliyor. Çin Türkiye’den kimleri isteyecek, Çin zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığınan muhacirleri isteyecek. Çin’e göre bu kardeşlerimizin hepsi “terörist” Siz eğer bu anlaşmayı mecliste onaylarsanız Doğu Türkistanlı kardeşlerimizi sınır dışı ederek Komünist Çin’in ‘’merhametine’’ terk edeceksiniz. Fakat Şunu bilin ki; sizler Müslüman Uygur kardeşlerimizi terk etseniz de biz asla terk etmeyeceğiz. Asla yalnız bırakmayacağız. Sizler bu zulüm karşısında kulaklarınızı tıkasanız da biz asla sessiz kalmayacağız. Çünkü onların feryatları bizim feryadımızdır. Onların derdi bizim derdimizdir…


Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu

19 OCAK 2021
 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.