Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 02 Temmuz 2024

HAFTALIK GÜNDEM DEĞERLENDİRME

Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 02 Temmuz 2024

Mahmut Kar,"Müslümanların arasında ayrılık tohumları ekilmeye ve birbirine düşman edilmeye çalışılıyor. Bu fitnenin kaynağı elbette ırkçılık zehridir."

SURİYELİ MUHACİRLERE YÖNELİK SALDIRILAR

Bir haftadır Türkiye’nin gündemini meşgul eden Suriye rejimi ile Türkiye’nin normalleşmesi ve Türkiye’deki Suriyeli muhacirler meselesi ile gündem toplantımıza başlamak istiyorum. Normalleşme konusu ile ilgili malum Cuma günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bazı açıklamaları oldu. Bu konuyu birazdan değerlendireceğim. Daha öncesinde muhacir kardeşlerimize yönelik Kayseri’de yaşanan ve daha sonra başka şehirlere de taşınan saldırıları ele almak istiyorum.

Kayseri’de Suriye uyruklu bir kişi 5 yaşındaki Suriye uyruklu bir kız çocuğuna cinsel istismarda bulunduğu için gözaltına alındı ve yargı makamları tarafından tutuklandı. Bu üzücü, çirkin menfur hadise sonrasında ırkçı provokatörlerin medya ve sosyal medyada insanları kışkırtması ile kaotik olaylar yaşandı. Suriyeli muhacirlerin evleri, iş yerleri, araçları yakıldı ve tahrip edildi. Tabi bu hadiseler Kayseri ile sınırlı kalmadı sınırın öbür tarafında Suriye’de Türkiye’nin askeri noktalarına ve Türkiye’den gelen TIR’lara ve araçlara da saldırılar yapıldı. Fitne ateşi alevlendi ve Türkiye’nin birçok ilinde Suriyeli Müslümanlara yönelik ırkçı saldırılar gerçekleştirildi. Konya’da Gaziantep’te, Adana’da, Hatay’da ve başka şehirlerde de Suriyeli Müslümanlara yönelik linç kampanyaları başlatıldı, saldırılar ve yağmalar yapıldı. Bazı insanların evleri taşlandı, bazı yerlerde evlerin içine girilerek mahremiyetler çiğnendi ve insanlar darp edildi. Çıkan olaylarda hem Suriyeli muhacirlerden hem de emniyet güçlerinden yaralananlar oldu.

Yaşanan bu üzücü hadiseler üzerine Hizb-ut Tahrir Türkiye olarak biz bazı hususları sizlerle ve tüm kamuoyu ile paylaşmak ve önemli noktaların altını kalın bir şekilde çizmek istiyoruz. Birincisi; öncelikle şunu açık ve net olarak ifade edelim; bu yaşananlar apaçık bir fitne ve provokasyondur. Bu sebeple Türkiyeli ya da Suriyeli fark etmez hangi uyruğa sahip olursa olsun, Türk, Kürt, Arap kim olursa olsun biz bütün Müslümanları bu fitneden uzak durmaya çağırıyoruz. Çünkü ırkçılık ve Milliyetçilik Müslümanların başındaki büyük bir beladır. Tarih, ibret alındığında anlam kazanır.

Bundan yaklaşık yüz yıl önce çağ açıp çağ kapatan, imparatorları dize getirip karşısında diz çöktüren, mazlumların hamisi zalimlerin korkulu rüyası olan Osmanlı Hilafet Devleti tam da işte bu ırkçılık zehriyle hastalanmış ve sonrasında yıkılıp gitmiştir. O zaman da batılı sömürgeci güçler bir yandan Türk milliyetçiliği fikrini yayarken diğer taraftan da Arap milliyetçiliği fikrini yaydılar. Osmanlı tebaasını bu fikirle böldüler. Bağlılıkları bu fikirle zayıflattılar. İttihat ve Terakki darbeyle iktidara el koyduğunda Araplara karşı baş gösteren ayrımcılık, dışlama, ötekileştirme tam da batılıların istediği gibi Arap ayaklanması olarak karşılık buldu. Ancak iddia edildiği gibi İngilizlerle işbirliği yapan bu Arap Ayaklanması hiçbir zaman Araplar arasında destek bulmamıştır. Şam bölgesinde yaşayan Araplar bu ayaklanmayı desteklemediği gibi Çanakkale’de şehit kanları birbirine karışmıştır. Filistin cephesinde İngilizlere karşı Osmanlı Ordusu saflarında savaşan, dağılan, emir komutayı kaybeden ve panik içerisinde geri çekilen Osmanlı Ordusunu İngilizlerin saldırılarından koruyan ve güvenli bir şekilde Şam’a ulaşmasını sağlayanlar Suriyeli Arap aşiretlerdir. İşte bugün yine aynı fitne ortamıyla karşı karşıyayız. Müslümanların arasında ayrılık tohumları ekilmeye ve birbirine düşman edilmeye çalışılıyor. Bu fitnenin kaynağı elbette ırkçılık zehridir.

Irkçılık, toplumsal kalkınmayı gerçekleştirmez! Bilakis toplumsal çöküşü hızlandırır. Osmanlı Hilafet Devletinin yıkılış süreci ortadadır! Türkçülük, Arapçılık, Kürtçülük İslam ümmetini paramparça etmiştir. Parçalanan ümmetin birliği bozulmuştur, Müslümanlar zayıflamış, dünya siyasetinde etkisiz ve her türlü saldırıya açık hale gelmişlerdir. Tüm zenginliklerine rağmen halkı sefalet içinde yaşayan, sömürgeci kâfirlere boyun eğen, onların kuklası konumundaki ulus devletlere bürünmüşlerdir. Kâfir Batının telkin, teşvik ve oyunlarıyla kurulan işte bu ulus devletler, varlıklarını sürdürmek için ırkçı politikalar izlemişler ve Müslümanlar arasındaki bağın zayıflamasına sebebiyet vermişlerdir. Kıymetli İzleyiciler! Allah ve Rasulu ırkçılığı haram kılmıştır! Bu sebeple Allah’ın haram kıldığı bir şey asla ve kat’a Müslümanların yararına olamaz!  Bu güne kadar da olmamıştır!

İkinci husus şudur; suç, şahsi bir fiildir. Suç işleyen cezalandırılır ama ailesi ve kavmi bu suça ortak edilmez! Ve bu cezayı halk değil yargı makamları verir. Şayet böyle olmuş olsaydı 2017’de Sakarya’da, Suriyeli hamile bir kadına tecavüz eden sonra da başını taşla ezerek öldüren, 10 aylık bebeğini de boğarak öldüren caniler Türk’tü. Bu canilerin işledikleri suç sebebiyle Sakarya’da yaşayan Türklerin evleri mi, işyerleri mi basıldı? Bu canilerin suçu ailelerini, akrabalarını aynı ırktan olan diğer insanları suçlu yapmaz. Dolayısıyla Suriyeli bir kişinin işlediği taciz tecavüz suçu bütün Suriyeli muhacirleri suçlu göstermeyi gerektirmez. Suçsuz insanların evlerini basmak, işyerlerini yakmak ve yağmalamak nasıl bir şey? Bu nasıl bir vandallık, bu nasıl bir yağmacılık. İşte İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya açıladı; Suriyelilere yönelik provokatif eylemlere katılan 474 şahıs gözaltına alınmış. Gözaltına alınanların 285’inin uyuşturucu, yağma, hırsızlık, mala zarar verme, cinsel taciz gibi suçlardan adli kaydı olduğu belirlenmiş. Hadi buyurun, bunlar mı Türkiye’ye sahip çıkacaklar, bunlar mı çocukları teciz ve tecavüzcülerden koruyacaklar?

Üçüncü hususa gelince; Bazı siyasi partiler, kapitalist sisteme, bu kapitalist sistemin ürettiği ahlaksızlığa karşı söyleyecek bir şeyleri olmadığı için ırkçı söylemlerle prim elde etmeye çalışmaktadır. Suriyeli ve Afgan sığınmacılara karşı fütursuzca, kin kokan söylemlerle saldıran bu partilere, lider ve yöneticilerine itibar edilmemelidir. Zira aynı siyasi partilerin Doğu Türkistan’ı açık hava hapishanesine dönüştüren ve sistematik bir soykırım gerçekleştiren Çin’e karşı tek teklime ettiklerini görmezsiniz. Yine bu siyasi partilerin topraklarımızı işgal eden, kadınlarımıza el uzatan, yüz binlerce kardeşimizi katleden İngiltere, Fransa, İtalya gibi Batılı güçlere karşı el pençe divan durup yardakçılık yaptıklarını görürsünüz. Bu gerçekler gösteriyor ki onların Milliyetçiliği sahtedir! Onların samimiyetleri sahtedir! Onların fikirleri sahtedir! Onların kendileri de sahtedir! Bu siyasi partilerin ve liderlerin sömürgeci efendilerini razı etmekten ve ceplerini doldurmaktan başka bir dertleri yoktur!

Dördüncü husus ülkenin içindeki ekonomik krizin faturasının haksız yere mültecilere kesilmesidir. Laik kapitalist sistem bu halkı sömürmekte, fakirler daha da fakirleşirken zenginler daha da zenginleşmektedir. Tüm bu kötü gidişatta Suriyeliler, Afganlar günah keçisi ilan edildi. Sanki tüm suç onlarınmış gibi gösterildi. İstatistiklere bir bakın! Suriye’den göçler başlamadan önce de işsizlik vardı, enflasyon vardı, ahlaksızlık vardı. Bunlar mültecilerin değil; laik kapitalist sistemin acı meyveleridir.

Beşinci hususa gelince Mültecilere karşı yürütülen bu linç kampanyasının asıl sorumlusu elbette iktidardır. İktidar, Suriyeliler üzerinden yürütülen asılsız söylentileri kaldırmak için hiçbir adım atmamıştır. Bazı kesimler bilinçli olarak Suriyelilerin maaş aldığı, vergi ödemediği, sağlık hizmetlerinden ücretsiz ve sıra beklemeden yararlandığına yönelik yalan haberler yaymaktadırlar. Bütün bu dezenformasyon karşısında iktidar sessiz kaldı hatta bu söylentileri destekler mahiyette mülteciler için 40 milyar dolar harcadığını beyan etti. Buna karşılık AB’den, BM’den gelen para yardımlarından, proje desteklerinden bahsedilmedi. Sanki söylenen 40 milyar dolar bu halkın cebinden çıkmış gibi gösterildi. Madem öyle 2020 yılında AB para yükümlülüğünü yerine getirmediği için sınır kapıları niçin açıldı? Sonra AB parayı gönderince niçin kapatıldı? AB Suriyeli mülteciler için bu güne kadar ne kadar para yardım gönderdi? Suriye’den Türkiye’ye gelen iş adamları Türkiye ekonomisine kaç milyar dolar katkı sağladı? İktidar tek tek bunları açıklamalıdır. İktidar, daha en başta, mültecilere karşı yürütülen saldırgan tavırlara gerekli tepkiyi vermiş olsaydı, ırkçı söylemlere müsaade etmeseydi, gerekli yaptırımları uygulamış olsaydı bugün bu olaylar elbette yaşanmazdı. Ama iktidar her meselede olduğu gibi mülteci meselesini de iç ve dış siyaset aracı olarak kullanmaktadır. Menfaatine nasıl geliyorsa o şekilde hareket etmektedir. Dolayısıyla iktidarı bazen mültecileri savunurken bazen kovarken görüyoruz.

Son olarak buradan bir kez daha seslenmek ve hatırlatmak istiyoruz. Hiçbir kavim başka bir kavimden üstün değildir. Üstünlük bireyseldir ve takvadadır! İnsanların en hayırlısı takvası en üstün olan kişidir. Irkçılık, İslam ümmetinin birleşmemesi için sömürgeci güçlerin pazarladığı zehirli bir fikirdir. Bu zehirli fikrin neticesi olan ulus devletler ise kötülüğün kaynağıdır. Şayet bugün Gazze Müslümanların gözleri önünde öldürülüyorsa bunun başlıca müsebbibi ulus devlet anlayışıdır. Ha keza bugün Hilafetin önünde duran en büyük engel de yine ulus devlet anlayışıdır. İslam ümmetini birleştirecek ve eski ihtişamlı günlerine döndürecek olan ise kuşkusuz Raşidi Hilafet Devletidir. Çalışanlar da işte bunun için çalışmalıdır.

 

SURİYE İLE NORMALLEŞME VE “SAYIN ESED”

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta cuma namazı çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan burada yaptığı açıklamada işkenceci ve zalim Suriye rejimiyle yeniden normalleşmek istediğini söyledi ve Suriye halkının katili diktatör Esed’e sayın diye hitap etti. Hatta çok daha ileri gitti. Geçmişte nasıl birlikte olduysak nasıl ailece görüştüysek yine görüşürüz yine birlikte oluruz dedi.

Kıymetli Müslümanlar! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır eleştirdiği ve asla yan yana gelemeyiz dediği diktatörler ve İslam düşmanlarıyla “normalleşme” açılımı baş döndürücü şekilde devam ediyor. Erdoğan’ın her seferinden kendisini yalanlayan bu tür siyasi dönüşleri ibret vesikası olarak tarih sayfalarına kaydediliyor. Biden’ın yönetime gelmesiyle birlikte Amerika’nın Ortadoğu’da sorun istemediğini Çin ve Rusya’ya odaklandığını biliyoruz. Bu sebeple de Ortadoğu’da “normalleşme” rüzgârları hızlıca esmeye başlamıştı malum... Bu minvalde Erdoğan kısa bir süre önce darbeci katil Sisi ile el sıkışmıştı, hatta daha öncesinde Netanyahu ile Türk Evinde görüşmüştü. 7 Ekim bu görüşmeyi hiç etti elhamdülillah… Şimdi de sırada Suriye rejimi ile normalleşme ve katil Esed ile görüşme var.

Şimdi buradan selefleri gibi dün dündür bugün bugündür siyasetini benimseyen Erdoğan’a seslenmek istiyorum. Sayın Erdoğan! Sizin bugün görüşebileceğinizi söylediğiniz, görüşmekte bir sakınca görmediğiniz hatta sayın diye hitap ettiğiniz Esed’in kim olduğunu ne çabuk unuttunuz? Biz size bir kez daha onun kim olduğunu hatırlatalım. Sayın dediğiniz Esed; daha önce size göre terörist idi, öyle demiştiniz, “bana göre teröristtir zalimdir” demiştiniz. Ne oldu da bu terörist bu zalim Esed bir anda Sayın Esed oldu? Sizin normalleşme gayreti içerisinde olduğunuz zalim rejim ve Esed; sırf Rabbim Allah’tır dediği için Müslümanları infaz çukurlarında katletti. Kimyasal silahlarla gerçekleştirilen katliamların failidir bu adam. Suriye’de Müslümanlara acımasızca zulmeden, insanları yurtlarından süren her türlü mezalimi Müslümanlara reva gören zalimdir. Bu katilin Netanyahu’dan ne farkı var?

Sayın Erdoğan! Biz sizin “dün”lerinizi yalanlayan “bugün”lerinize çok şahit olduk. Bu sizin samimiş olmadığınızın göstergesidir.  Dün; “katil Sisi” bugün; “değerli kardeşim Sisi”, dün; “katil Esed” bugün; “Sayın Esed”... Dün; “Zalim Esed’in hükümdarlığına son vermek için Suriye’ye girdik.” demiştiniz. Bugün ise Suriye’nin içişlerine karışmak gibi bir hedefimiz asla olamaz!” diyorsunuz. Haberiniz olsun Sayın Erdoğan! Suriye rejimi dün ne ise bugün de aynı, o rejimin başında dün katil Esed vardı bugün de aynı katil Esed var. Ve halen Suriye halkına acımasızca zulmetmeye devam ediyor. Suriye’de hiçbir şey değişmedi? Size ne oldu da söylemleriniz değişti? Gerçi sizin için siyaset dün dündür bugün bugündür, sizin için siyaset menfaatlerin korunmasından başka bir şey değil. Allah korkusu, omurgalı siyaset, istikrarlı bir politika bunlar sizin önemsediğiniz şeyler değil. Sizin açınızdan katledilen, işkence edilen, canlı canlı toprağa gömülen, iffetleri kirletilen Müslümanların hakkının hukukunun hiçbir önemi yok. Allah korkusu mu? Ne yazık ki sizde o da yok! Allah korkusu yoksa siyasette ihanet de olur, aldatma da olur, ilkesizlik de olur, kâfirlerle ve zalimlerle iş birliği de olur. Olurda olur.

Bizler sizin özellikle dış politikada attığınız her bir adımı Amerika’nın siyasi çıkarları için attığınızı biliyoruz. Allah’ın sözüne ve emrine değil efendilerinizin sözüne itibar ettiğinizi de biliyoruz. Siz de şunu çok iyi bilin Yerin ve göğün sahibi Allah’tır. İslam’a ve Müslümanlara ihanetinizin hesabını soracak olan Allah’tır. Katille el sıkışarak ellerinize bulaştırdığınız Müslüman kanının hesabını sizden soracak olan Allah’tır.  O halde malın, mülkün, makamın, şöhretin ve de bugün talimatlarından çıkmadığınız efendileriniz sömürgeci kâfirlerin size hiçbir fayda vermeyeceği din gününün sahibi olan Allah’tan korkun. Ve O’na göre yaşayın. Şu ayeti de sakın ama sakın aklınızdan çıkarmayın:

لِمَنِ الْمُلْكُ الْيَوْمَؕ لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ

“Bugün yani din gününde hükümranlık kimindir? Elbette tek ve mutlak hükümran olan Allah’ındır!”

 

5 TEMMUZ URUMÇİ VE BAŞBAĞLAR KATLİAMI

5 Temmuz yakın tarihimizde Müslüman kardeşlerimize karşı gerçekleşen 2 vahşi katliamın yıldönümüdür. Bunlardan birincisi Doğu Türkistan’da kâfir Çin tarafından 5 Temmuz 2009’da gerçekleştirilen Urumçi katliamıdır. Çin yönetimi, bundan 15 yıl önce, 5 Temmuz 2009’da Doğu Türkistan’ın Urumçi şehrinde gerçekleştirdiği katliamda binlerce Müslüman Uygur kardeşimizi katletti. Bu katliama giden süreç 26 Haziran 2009’da bir oyuncak fabrikasında çıkan olaylarla başlamıştı. Bu fabrikaya saldıran Çinli kâfirler 10’u aşkın Uygur gencini öldürdüler.

Bu olayın duyulmasından sonra, Doğu Türkistanlı Müslümanlar Urumçi kentinde bir protesto yürüyüşü düzenlemek istediler. Bu protesto yürüyüşüne katılan Müslümanlara, Çin Komünist Partisi’nin provokasyonları sonucu Han Çinlileri tarafından saldırı yapıldı. Böylece kâfir Çin yönetimi, bu barışçıl yürüyüşü Doğu Türkistanlılar ile Çinlilerden oluşan iki grup arasındaki çatışmaya dönüştürdü. Ardından yürüyüşe katılan yüzlerce Doğu Türkistanlı gence Çin güvenlik güçleri gerçek mermilerle saldırdı. Böylece yürüyüş kaosa ve adeta bir katliama dönüştü. Akabinde ise Çin’in kolluk kuvvetleri iki gün boyunca Urumçi’de tam anlamıyla bir insan avı başlattı.

Çin Komünist Partisi ve hükümet güçleri, gösterilere çok sert müdahalede bulunarak üç gün boyunca katliam yaptı. Katliam öncesinde uluslararası medya temsilcileri kentten çıkarıldı, internet ağının da kapatılmasıyla birlikte Urumçi’nin dünya ile bağı kesildi. Gösteriye katılanların üzerine ateş açılarak katledilmesi yetmezmiş gibi, gözaltına alınanlar kurşuna dizilerek idam edildiler. Binlerce kişi kamyonlara doldurulup bilinmeyen bir yere götürülerek infaz edildi ve kayıplara karıştı. Sokaktaki yaralıların dahi üzerlerinden zırhlı araçlarla geçildi. Kan gölüne dönen yollarda iz kalmaması için caddeler, itfaiye tarafından defalarca yıkandı. Urumçi katliamında kaybolanları aileleri sormak için gittiklerinde, emniyet güçleri tarafından tehdit edildiler. Yakınlarının akıbetini bilmek isteyen insanların eşlerinin, oğullarının ve kızlarının durumunu sormalarına izin dahi vermediler.

Bu katliamlar yetmezmiş gibi Çin komünist yönetimi bir de 2017 yılından beri milyonlarca Doğu Türkistanlıyı sözde “Mesleki Eğitim Merkezleri” diye adlandırdığı toplama kamplarında zorla tutuyor. Ebeveynlerinin toplama kamplarına alınmaları dolayısıyla sahipsiz kalan çocuklar evlerinden yurtlarından alınıp Çin yurtlarına götürülüyor. Bu kamplarda namaz ve oruç gibi ibadetler yasak. Erkeklerin sakal bırakması yasak. Çocuklara İslam’ı çağrıştıran isimler vermek dahi yasak. Sadece bu kamplarda değil, Doğu Türkistan’ın tamamında yıllardır işkence, katliam ve akla gelemeyecek zulümler devam ediyor. Bir taraftan Doğu Türkistan’a milyonlarca Çinli göçmen yerleştirilirken, diğer taraftan Müslüman Türk kadınları tıbbi müdahalelerle kısırlaştırılıyor ve zorunlu kürtajla masum bebekler katlediliyor. “Çin İslam’ı” adı altında Müslümanların dini inanç ve yaşam biçimlerine müdahale ediliyor, Müslüman Türk kızları Çinli erkeklerle evlenmeye zorlanıyor. Bununla birlikte yaşantılarını kontrol etmek için Müslümanların evlerine yatılı Çinli memurlar gönderiliyor. Toplama kamplarında işkenceye tabi tuttuğu Müslüman ailelerin çocuklarını yetimhanelerde Çinli gibi yetiştirip asimile etmek için eğitim veriyorlar. Ayrıca kanaat önderlerini, âlimleri, hafızları ve ileri gelenleri işkenceyle hücrelerde katlediyorlar.

Doğu Türkistan’da bu soykırıma varan katliamlar ve zulümler devam ederken, ekonomik çıkarları vicdanlarının ve onurlarının önüne geçmiş İslam beldelerinin yöneticileri susup Çin yönetimine destek veriyorlar. Böyle bir zulmün olmadığını söyleyip kendi halklarını aldatmaya devam ediyorlar. Peki, bu Komünist azgın kâfirlere kim haddini bildirecek! Kim bu zulümlere dur diyecek! Aylardır Gazze’de yaşanan soykırıma karşı bir tek somut adım atamamış bu aciz ve korkak yöneticiler mi?  Çin’den alacakları üç beş kredi ve yatırım için Uygur kardeşlerimizi kafir Çin’in insafına terk edenler mi? Vallahi hayır! Bunlar sadece çıkarlarını ve koltuklarını düşünen, Müslümanların canlarına ve ırzlarına hiçbir değer vermeyen kimselerdir. Ama artık bunların maskeleri düşmüş, sahtelikleri ifşa olmuştur. Ve İslam ümmeti artık yeryüzündeki tüm mazlum Müslümanların imdadına yetişecek, zalimlerin otoritelerini yerle bir edecek Raşidi Hilafete olan ihtiyacını hava gibi su gibi hissetmeye başlamıştır. Çok yakında, dağılmış teşbih taneleri gibi olan Müslümanları yeniden bir araya getirecek Hilafetin ikamesiyle Müslümanların yüzleri gülecek, mazlumların kalpleri ferahlayacak ve zalimler, o çok korktukları akıbet ile yüz yüze geleceklerdir Allahın izniyle…

5 Temmuz tarihinde yaşanan diğer bir katliam ise Başbağlar katliamıdır. 5 Temmuz 1993 tarihinde Erzincan’ın Başbağlar köyünde PKK mensupları olduğu iddia edilen caniler tarafından köy halkı kurşuna dizilerek ve yakılarak katledildi. Köyü basan bu kişiler önce kadınları köy girişinde topladılar. Ardından evleri yağmalayıp değerli eşyaları aldıktan sonra evleri ateşe verdiler. Akşam namazından çıkan köyün erkeklerini köy meydanında toplayıp kurşuna dizdiler. Kadınların ve çocukların gözleri önünde gerçekleşen bu katliamda 33 kişi ölürken camii, okul ve 200’e yakın ev yakıldı. Üzerinden 31 yıl geçse de Başbağlar’ın acısı hala sıcaktır. Katliamın üzerinden 31 yıl geçti fakat failler hala ortaya çıkarılamadı. Başbağlar davası, 1998 yılında laik Kemalistlerin iktidarında takipsizlik verilerek kapatıldı. Ak Parti İktidarı döneminde dosya yeniden açılmaya çalışıldı ama bu sefer de 2013 yılında ‘zamanaşımı' gerekçesi ile dava düşürüldü. Olayın üzeri adeta karanlık bir el tarafından her seferinde örtülmeye çalışıldı. Aslında hem yargının hem de gelmiş geçmiş iktidarların bu tutumu Başbağlar katliamının asıl faillerinin kimler olduğunu anlamak için yeterlidir.

Evet, her zaman söylediğimiz gibi Başbağlar katliamı başta olmak üzere Türkiye’de yaşanan bu katliamların aslında faili bellidir. Ülkenin başına musallat olmuş ve tek düşündükleri laik Kemalist rejimin bekası olan karanlıkçı zümre bu katliamların asıl failidir. Batılı efendilerinin emriyle her türlü katliamı işlemekten bir an dahi geri durmayan bu karanlık eller, İslam bu topraklara yeniden hâkim oluncaya kadar bu halkın canına malına kastetmekten geri durmayacaklar. Bu vesile ile hem Urumçi hem de Başbağlar katliamında hayatını kaybeden Müslümanlara Allah’tan rahmet diliyoruz. Hem Uygur halkını zulüm ve işgalden kurtaracak hem de topraklarımızdaki bu karanlık elleri söküp atacak İslam’ın hâkim olduğu günleri bizler için yaklaştırmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.

 

Hizb-ut Tahrir Türkiye

02 Temmuz 2024

 

 

 

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!
Yorumunuz başarıyla gönderildi. Editör onayından geçtikten sonra sayfada yayınlanacaktır.
Yorumunuz iletilirken bir hatayla karşılaşıldı. Lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.