Haftalık Değerlendirme Toplantısı - 25 Haziran 2024
Mahmut Kar, "Para ve kaynak olduğu zaman ihaleler, açılımlar, özelleştirmeler, devletin kaynakları bir avuç zengin arasında pay ediliyor, kriz olunca, bütçe açık verince hemen halkın sırtına biniliyor."
KATLİAM VE İŞGALİN GÖLGESİNDE BAYRAM
İslam ümmeti olarak bir Kurban Bayramı’nı daha geride bıraktık. Müslümanlar Rablerine yaklaşmak için büyük bir huşu ve teslimiyet içinde kurbanlarını kestiler. Arefe gününden bayramın bitimine kadar teşrik tekbirleriyle Rabbimizi yücelttik ve ona hamdimizi sunduk. İki milyona yakın Müslüman mübarek topraklarda, diğer Müslümanlar ise bulundukları yerlerde “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Emret Allah’ım, Emrine amadeyim” diyerek teslimiyetlerini ifade ettiler. Ancak hem Kâbe’deki hacıların hem dünya üzerindeki tüm Müslümanların kalbinde büyük bir acı vardı. Gözlerinde yaş, göğüslerinde darlık, dillerinde ve dualarında ise sadece Gazze vardı.
Çünkü Gazze bu bayramı da bombardıman ve katliamların gölgesinde geçirdi. Enkaza dönmüş binaların aralarında bayram namazlarını eda etmeye çalıştılar. Bu bayramda babaların alınlarından öpecekleri evlatları yoktu Gazze’de… Dedelerin kucaklayıp saracakları torunları, çocukların ellerinden öpecekleri babaları yoktu Gazze’de. Annesini, babasını, evladını, kardeşini ve belki de tüm ailesini kaybetmiş bir insanın bayramı nasılsa onların bayramı da öyle oldu. Gazzeli çocukların giyecekleri bayram kıyafetleri yoktu ama takva elbiseleri vardı. Babaların kesecekleri bir kurbanlıkları yoktu ama onlar zaten canlarını ve mallarını Allah’a kurban olarak adamışlardı.
Evet, Gazze’de bayram yine işgal altında geçti. Gazze’de bayram yine katliam ve yıkımların gölgesinde geçti. Gazze’de bayram açlık ve susuzluktan ölümler ile geçti. Öyle ki Gazze’nin kuzeyinde anneler yavrularına ağaç yaprakları yedirmeye başladılar. Tüm bunlara rağmen dünya, işgalci Yahudilerin ve bu işgalci varlığı destekleyen Batılı ülkelerin Gazze halkına neler yaptığını seyretmeye devam ediyor. Aylardır devam eden bu soykırıma rağmen maalesef İslam ümmetinin orduları hala kışlalarında oturmaya devam ettiler. Gazze’ye destek olmak için adım atmadılar, parmaklarını bile kıpırdatmadılar. Elinde güç ve imkân olan bu yönetimler kadınların feryatlarından, çocukların gözyaşlarından rahatsızlık duymadılar. On binlerce şehit, yüz binlerce yaralı bu yöneticileri ve orduları harekete geçirmeye yetmedi. Kardeşlerimizin çığlıkları ve yardım çağrıları onları harekete geçirmeye yetmedi. Şahit oldukları vahşet ve mazlumların çağrıları onları harekete geçirmedi. Çünkü bu yöneticiler ve komutanlar İslam’a ve Müslümanlara olan sadakatlerini yitirmişler. Müminlerin kanlarına, canlarına ve ırzlarına olan sadakatlerini yitirmişler. Maalesef onlar Amerika başta olmak üzere sömürgeci kâfirlere sadakat gösteriyorlar.
Ama şunu iyi bilsinler; kâfirlere olan itaat ve sadakatleri, onları ne bu dünyada ne de ahirette yaşayacakları büyük hüsrandan kurtaramayacaktır. Koltuklarını korumak için hizmet ettikleri sömürgeci kâfirler, daha önce olduğu gibi, işleri bittiğinde onları da kullanılmış birer mendil gibi fırlatıp atacaktır. Hesaba çekilecekleri gün gelince en büyük hüsran ve pişmanlığı yaşayacaklar. Keşke bilselerdi!
Sadece bu yıl değil nerdeyse bir asırdır bayramlarımız hep acı ve hüzün dolu geçiyor. Ama Allah’ın izniyle yakında kurulacak olan Raşidi Hilafet Devleti ile bayramlarımızı sevinçle karşılayacağız. O gün bayramlar huzur ve izzet dolu geçecek inşaAllah... Rabbimizden bu bayramları hem bizler için ve hem de özellikle işgal altındaki beldelerimiz için, Filistin ve Doğu Türkistan için yaklaştırmasını niyaz ediyoruz.
G7 ZİRVESİ VE TÜRKİYE’NİN KATILIMI
Dünyanın en büyük yedi ekonomisi olarak adlandırılan G7 ülkeleri 14 Haziran’da İtalya’da bir araya geldiler. Başını ABD’nin çektiği, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Kanada ve Japonya’dan oluşan G7 ülke liderleri her yıl olduğu gibi bu yıl yapılan zirve toplantısında da küresel kapitalist sistemin karşılaştığı sorunlar ve tehlikeleri masaya yatırarak çözüm adına atılacak adımları konuştular. Toplantıdan sonra bir de küresel ekonominin gidişatını etkileyen Rusya-Ukrayna savaşı, Gazze’deki soykırım, iklim meselesi, göç, yapay zekâ ve başka birçok konuya ilişkin sonuç bildirgesi yayınladılar.
Zirveye İtalya’nın daveti üzerine 12 ülke lideriyle birlikte Türkiye’yi temsilen Cumhurbaşkanı Erdoğan’da katıldı malum. Zirvede alınan kararlara ve Türkiye’nin tutumuna geçmeden önce G7 ülkelerinin ne için birlik olduklarına söz konusu zirveleri hangi hedefleri gerçekleştirmek için düzenlediklerine kısaca değinmek istiyorum. Bu ülkelerin asıl amacı dünyada ekonomik adaleti veya ekonomik kalkınmışlığı tesis etmek kesinlikle değildir. Aksine G7 dışında kalan diğer ülkelerin bağımsız bir şekilde ekonomik gelişim göstermelerini engellemektir. Ayrıca G7’nin varlık amacı ABD’nin küresel liderliğini sürdürebilmesine yardımcı olmaktır. Gerek 1975 yılında kurulan G7 olsun, gerek Rusya’nın dâhil edilmesiyle oluşan G8 olsun, gerekse 1999 yılında kurulan G20 olsun hepsi ABD’nin sömürgeci politikalarını mutlaklaştırmak ve tahkim etmek içindir. Zira tüm bu birliktelikler ABD’nin 1944 yılında temelini attığı Bretton Woods, kurumsal anlayışı bağlamında oluşturulmuştur.
ABD, ikinci dünya savaşının sonlarında hayata geçirdiği Bretton Woods anlaşması ile uluslararası para birimlerinin Amerikan Doları’na endekslenmesini sağladı. Böylece karşılıksız kâğıt dolar üzerinden tüm dünyayı ekonomik sömürüsü altına aldı. İşte IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kılıfa gizlemiş kurumların yanı sıra G7 ve G20 gibi oluşumların hepsinin amacı özelde ABD genelde batılı kâfir devletlerin habis çıkarlarını korumaktır. Her yıl düzenlenen zirveler sonrası yapılan açıklamalar, dünya barışı ve ekonomik istikrar gibi süslü cümleler ise tamamen göz boyamaktan ibarettir. 14 Haziran’da İtalya’da düzenlenen zirvenin sonuç bildirgesinde de aynı yaklaşımın izleri var. Önceki tüm zirvelerde olduğu gibi ABD’nin küresel siyaseti birebir toplantıya yansıtıldı ve karara bağlandı. Ekonomik büyüklük noktasında ABD’nin tahtını sallayan Çin ile birlikte Avrupa’nın enerji tedarikçisi Rusya yine düşman olarak etiketlendi. Yahudi terör varlığı desteklenirken Hamas ve Filistin davasını savunanlar kınandı ve terörist ilan edildi. Dünyayı en çok kirleten kendileri olduğu halde iklim krizine karşı başka ülkelere sorumluluk yüklediler. İşgal edip sömürerek yaşama imkânı bırakmadıkları ülkelerin halklarının batıya göç etmesinden rahatsızlıklarını dile getirdiler. Sudan’da iç savaşı bizzat çıkarıp destekledikleri halde hiç utanmadan taraflara uzlaşı çağrısında bulundular. Kısacası bu 7 kapitalist sömürgeci ülke ikiyüzlü ahlaksız politikaları ifşa olduğu halde dünyaya aptal muamelesi yapmaya devam ediyorlar.
Gelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zirveye katılmasına... Hatta hemen sormak istiyorum. Sayın Erdoğan sizin ne işiniz var orada? Hangi amaçla davet edildiniz? Neden hiç tereddüt etmeden güle oynaya o sömürgecilerin arasına koştunuz? İşgalci Yahudi varlığının alçak soykırımını açıkça destekleyen bunlar. Sizin mücahitler grubu dediğiniz Hamas’a terör örgütü diyen bunlar. Gazze halkını açlık ve yıkıma terk eden bunlar. Kendi ülkelerinde Filistin’in halkının haklı mücadelesini savunan herkesi yaka paça gözaltına alıp cezalandıran bunlar. İslam beldelerini yakıp yıkan Afrika’yı, Asya’yı, Ortadoğu’yu sömüren, Müslümanların birleşip güçlenmemesi için her türlü kirli işbirliğini yapan bunlar. Türkiye’ye düşmanlık eden de bunlar?
Peki, siz ne yapmaya gittiniz oraya? Yoksa sizde kendinizi o ailenin bir parçası olarak mı görüyorsunuz? Yoksa onların planlarına yardımcı olarak itibar kazandığınızı mı sanıyorsunuz? Onun için mi zirve sonrası her aile fotoğrafında ön sıralarda boy gösteriyorsunuz? Onun için mi bu şerli zirvenin insanlık için hayırlı olmasını dilediniz? Gerçekten çok yazık! Sayın Erdoğan! Sizin İtalya’daki zirveden yansıyan fotoğraflarınız sonrası her Müslüman aynı soruyu sordu: Gazze’deki çocukların katili ABD’nin başkanı Biden’le aynı masada oturup gülüşürken hiç mi ar duymadınız? Hiç mi rahatsız olmadınız? Hani dünya 5’ten büyüktü? Hani Batı “İsrail’in” katliamlarının bizatihi failiydi? O halde nasıl oluyor da kendinizi yalanlamak pahasına onlarla yan yana geliyorsunuz? Hiç mi Allah’tan korkmuyorsunuz? Sizi her şeye kadir olan Allah’ın azabı ile uyarıyoruz. Umulur ki akledersiniz!
YENİ VERGİ PAKETİ
Son günlerin en önemli gündem maddelerinden biri yeni vergi yasası... Malum Hazine ve Maliye bakanı Mehmet Şimşek’in göreve gelmesiyle birlikte hükümet, yoğun bir kaynak arayışına girdi. Nurettin Nebati döneminde yapılan Kur Korumalı Mevduat Sistemi’nin bütçe üzerinde oluşturduğu açığı kapatma derdine düşen hükümet, her zaman olduğu gibi yine halka yükleniyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın haftalardır üzerinde çalıştığı 226 milyar TL’lik ek gelir beklentinin olduğu yeni vergi yasası ile artık yükümüz daha da artacak.
Hazırlanan pakette; kurumlar ve gelir vergisinde asgari vergi uygulamasının yapılması, Kamu- Özel işbirliği projelerindeki verginin %25’ten %30’a çıkarılması var. Ayrıca pakette engelli araç satışlarındaki 5 yıllık yasal sürenin 10 yıla çıkartılması, yurt dışı çıkış harçlarının artırılması, usulsüzlük cezalarının birkaç katına çıkartılması ve konut kiralarında stopaj uygulamasına gidilmesi bulunuyor. Yine garson bahşişlerinden motor kuryelere, yabancı şirketlerden kripto paralara kadar birçok konuda bu tasarı ile yeni vergi sisteminde düzenleme yapılacağı söyleniyor.
Bizler dünyada halktan en yüksek vergilerin toplandığı bir ülkede yaşıyoruz. Gelir İdaresi’nin verilerine göre 450’den fazla vergi kalemi bulunuyor ve bu vergiler bütçe gelirlerinin %90’ına tekabül ediyor. Türkiye’de devletin en büyük gelir kalemi halktan aldığı vergilerdir. Vergilerin bu kadar yüksek olmasının yanında vergi adaletsizliğinin de en yüksek olduğu ülke yine Türkiye... Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü Temmuz 2023’te yayınladığı bir raporda, en adaletsiz vergi sistemine sahip ülkenin Türkiye olduğunu açıkladı. OECD genelinde gelir, kâr ve sermaye gelirlerinden alınan vergilerin payı ortalama yüzde 11,2 düzeyinde iken, Türkiye için bu oran sadece yüzde 5,5’dir. Bu ne demek biliyor musunuz? Devlet varlıklı bireylerden, sermaye gruplarından, zenginlerden aldığı vergilerden daha çok geçim sıkıntısı içinde olan halktan vergi alıyor. Yani fakir insanlardan alınan dolaylı ve doğrudan vergiler, zenginlerden alınan vergilerden daha fazla. Bu durum Kapitalizm için yapılan şu tespitin ne kadar doğru olduğunu ortaya koymaktadır: “Para varsa zenginler paylaşır, borç varsa halk öder.”
Evet! Durum tam da böyle maalesef… Para ve kaynak olduğu zaman ihaleler, açılımlar, özelleştirmeler, devletin kaynakları bir avuç zengin arasında pay ediliyor, kriz olunca, bütçe açık verince hemen halkın sırtına biniliyor. İşte bakın, birçok ekonomistin karşı çıktığı Kur Korumalı Mevduat ile zenginlerin parası hem korundu hem de katlandı. Bu sistemin oluşturduğu açık yani faiz giderleri için hemen halka yeni vergi yasası dayatıldı. 300-500 TL’lik borç için küçük esnafın banka hesaplarına bloke koyanlar, milyon dolarlık şirketlerin vergi borçlarını siliyor. Bunu hangi akıl, hangi vicdan, hangi düşünce kabul edebilir? Sorun sadece vergi kaleminin ve vergi oranlarının çok olması değil vergi adaletsizliği de halkın geneli için büyük problem teşkil ediyor. Kapitalist iktisat sisteminin neden olduğu servet eşitsizliği ile vergi adaletsizliği birleşince modern kölelik sistemi oluşuyor.
Bizler her fırsatta gerçek çözümün İslam ve onun iktisat sistemine geçmekte olduğunu söylüyoruz. Peki, İslam da vergi yok mu? Elbette var, fakat bugünkü gibi zulme ve sömürüye dönüşen bir şekilde değil.
İslam da vergi belirli şartlarda belirli işler için toplanır. Bunları 6 maddede sıralayalım.
- Güçlü bir ordunun kurulması için, bunun için vergi toplanır.
- Harp sanayisi ile ilgili yapılması zorunlu olan harcamalar.
- Fakirlerin, miskinlerin ve yolda kalmışların ihtiyaçlarının karşılanması
- Devlet memurlarının ücretinin ödenmesi
- Ümmetin müşterek faydalanacağı, yollar, okullar, üniversiteler, su şebekeleri gibi yapılması zorunlu olan işler için harcamalar.
- Deprem, sel, afet gibi olağanüstü durumlar için yapılan harcamalar.
Evet, bakın vergi toplamayı gerektirecek durumlar bunlar ile sınırlı, üstelik bu işler için öncelik halktan vergi toplamak değil. Eğer ki hazinede para varsa bu giderler hazineden karşılanır, hazine kaynakları yeterli değilse o zaman halka gidilir. Halka vergi için gidildiğinde bile ihtiyaçtan fazlası vergi olarak toplanmaz, Sadece ihtiyaç kadar ve durumu müsait olan kişilerden yani zenginlerden vergi alınır. Görüldüğü gibi İslam’ın iktisat nizamı içerisinde olan her konu, hem devlet, hem toplum hem de fertler için en uygun ve en doğru çözümleri içermektedir. Çünkü İslam’ın iktisat politikasının temel amacı insanın temel ihtiyaçlarını çözüme kavuşturmaktır. Bu yönü ile İslam ve onun iktisat politikası toplum ve fertler için tek kurtuluş reçetesidir. Allah Subhanehu ve Teala’dan niyazımız; bizleri bir an önce kapitalist nizamdan kurtarıp, tüm insanlığın huzur, refah ve kurtuluşuna vesile olacak olan ikinci Raşidi Hilafet devletine ulaştırmasıdır.
ŞEHADETİNİN 99. YILINDA ŞEYH SAİD
Toplantımızı bir şehidi, bir kıyam hareketi öncüsünü anarak tamamlamak istiyorum. O şahadete giderken şöyle demişti: “Benim bu değersiz dallarda asılmama pervam yoktur. Muhakkak ki mücadelem Allah ve din içindir.” Evet, bu ifadeler; tarihler 29 Haziran 1925’i gösterdiğinde Şark İstiklal Mahkemesi tarafından Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda kurulan darağacında idam edilen Şeyh Said Pirani’nin şahadete kavuşmadan önce söylediği son sözleridir. Dini mubini İslam ve Hilafet’i savunmak uğrunda tereddüt etmeden hayatını feda eden Şeyh Said ve arkadaşlarını şahadetlerinin 99.senesinde rahmetle anıyoruz.
Darağacındayken söylediği son sözler; Şeyh Said’in kıyamının esasi sebebini ortaya koymaktadır. Şeyh Said’in bu kıyamı neden gerçekleştirdiğini anlattığı mahkeme kayıtları; Kürtçülük mücadelesi için kıyama kalktığı iddiasının büyük bir iftira olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kıyamı bastırmak için Batılı kâfirler ile yapılan işbirliği de Şeyh Said’i asılsız ithamlarla karalamaya çalışanları yalanlamaktadır. Zira Şeyh ile ilgili ortaya atılan tüm iddialar, İslâm’a ve Müslümanlara duyulan öfkenin tezahüründen başka bir şey ile izah edilemez. Bu kıyamı karalamak için kalemlerini oynatan müfterilerin iftiraları, yalancıların yalanları, ırkçı, kafatasçı zihniyetin hezeyanları; Şeyh Said ve arkadaşlarının İslâm ve Hilafet uğruna verdikleri mücadeleye asla gölge düşüremez. Zira bizler buna asla müsaade etmeyeceğiz.
Şeyh Said bir İslâm âlimidir. O Kur’an’dan şeriatın tatbik edilmesinin farz olduğunu anlamış, bu farzı yerine getirmek için şeriatı ayaklar altına alanlara karşı kıyam başlatmıştır. O Rasulullah’ın hadislerinden İslam’ı ayaklar altına alan, İslam hükümlerinin yok sayan yöneticilere karşı koymanın âlimlerin ve öncülerin görevi olduğunu anlamış, bunun için canı pahasına mücadeleye girişmiştir. Kısacası Şeyh Said, Müslüman bir âlim olmanın gereğini yapmıştır. Allah’tan başkalarının hüküm sürmesine rıza göstermemiştir. Peki, bugün Şeyh Said’e iade-i itibar talebinde bulunanlar ona itibarını nasıl iade edeceklerini düşünüyorlar?
Şeyh Said’in itibarı İslam’dır, şeriattır, Hilafettir. Onu idam sehpasına götüren, onun ölümüne sevinen İslâm düşmanı Kemalist zihniyet memnun edilirken Şeyh Said’e iadeyi itibar kazandırılamaz. İstiklal Mahkemelerini kurarak yüzlerce âlimi darağaçlarında sallandıran Cumhuriyete methiyeler dizilerek Şeyh Said’e iadeyi itibar kazandırılamaz. Aksine, kendisi için kıyam ettiği ve uğrunda canını verdiği İslam ve Hilafet davası diri tutularak Şeyh Said’e iadeyi itibar kazandırılır.
Peki, bunu kim yapak, laik siyasi partiler mi, milliyetçi demokrat liderler mi? Hayır! Bu görev, günümüz âlimlerinin görevidir. Onlar Şeyh Said’in davasını kendi davası olarak bilmeli ve görev edinmelidirler.
Buradan seslenmek istiyorum: Ey dillerini Kur’an ve Sünnet ile ıslatan, gönüllerini İslâm’ın ilimleriyle dolduran değerli âlimler! Sizler Şeyh Said’in mücadelesinin neresindesiniz? Şeyh Said’in davasına sahip çıkacak mısınız? Ey kıymetli Âlimler! İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılma ruhunu canlı tutmaya ve ona yeniden hayat vermeye var mısınız? Şeyh Said’in davasına sahip çıkın, kıyamınız karanlıkta yolunu arayan ümmete kandil olsun! Hakkı haykırışınız zalimlerin ve ceberutların uykularını kaçıran kâbus olsun. Haydi muhterem âlimler, vakit öncü olma vaktidir! Vakit izzetimizi yeniden kazandıracak Raşidi Hilâfet için çalışma vaktidir! Vakit Âlimliğin şanına yakışanı yerine getirme vaktidir! Vakit Dini mubini İslam ve Hilafet için çalışarak Şeyh Said’in davasını ve ruhunu yeşertme vaktidir!
Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu
25 Haziran 2024
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu siz yapın!